İklim zirvesi palavraları

28.04.2021 - 11:04
Tuna Emren
Haberi paylaş

ABD ev sahipliğinde, Joe Biden tarafından düzenlenen İklim Zirvesi’nde liderler yine krizi hiç anlayamadıklarını gösterdiler.

Ama önce acı tabloyu özetlemeye çalışayım. İklim krizi hızlanıyor, krizin vahametini artıran kritik eşikler bir bir geçiliyor ve geri dönüşü mümkün olmayan bu eşiklerde devreye giren sistemsel döngüler ısınmayı daha da hızlandırıp artırmaya devam ediyor. Uzmanlara göre, bu hızla devam edersek 2049’da atmosferdeki CO2 yoğunluğu öyle artacak ki artık frene basmak için geç kalacak,  yaşanamaz bir dünyaya ilerlemek zorunda kalacağız.

Gelelim zirveye… 22-23 Nisan’a damgasını vuran zirvede ABD, emisyonlarını 2030’a dek – 2005 seviyesine kıyasla – yarı yarıya azaltma taahhüdünde bulundu. Japonya 2030’a kadar – 2013’e kıyasla – yüzde 46, Kanada ise aynı tarihe kadar – 2005’e kıyasla – yüzde 40-45 azaltıma gideceğini bildirdi. Çin 2030 taahhüdü vermedi, 2060’ta emisyonlarını sıfırlayacağını söyledi; Brezilya da aynı palavrayı tekrarlayarak tarihi 2050’ye çekti. Güney Kore, detaylarını vermediği bir 2030 azaltım hedefi olduğunu belirtti; Putin’in dolambaçlı ifadelerinden anlayabildiğimiz kadarıyla Rusya da azaltım yapmayacağını duyurdu. 

Erdoğan’ın Millet Bahçeleri, Cengiz Holding’in orman talanı

Zirvedeki konuşmasında Erdoğan tek bir gerçek taahhütte bulunmazken Millet Bahçeleri ile övündü. O sırada taş ocağı uğruna (Cengiz Holding tarafından) ormanları katledilen İkizköylülere, Akbelen Ormanı’nı kurtarmak için sürdürdükleri barışçıl direnişlerinde biber gazıyla saldırılıyordu. Yine Cengiz İnşaat’ın göz diktiği Rize, İkizdere’de yapılmak istenen taş ocağına karşı “ormanlarımızı vermeyeceğiz” diyerek direnen bölge halkı da jandarma tarafından ablukaya alındı, kolluk güçleri, insanları evlerinde kalmaya zorladı. 

İşte Erdoğan, tam da bunlar yaşanırken, son 18 yılda orman varlığını 2 milyon hektar artırdık, diyor, HES’leri ve hiçbir işe yaramayan Millet Bahçelerini övüyor, Türkiye’nin tarihsel sorumluluğu olmadığını söylüyordu ama şu gerçek artık gizlenemez durumda: Kömür, doğalgaz ve petrol ile ilerlemeye kararlı olan AKP iktidarı, Türkiye’yi son 20 yılın en yüksek karbon salımı yapan ülkeleri listesinde üst sıralara yerleştirdi, krizin sorumlularını destekledi, faturasını halka ödetti, ormanları katleden Cengiz İnşaat’ın vergi borçlarını sildi (yeter ki Mehmet Cengiz’in yüzü gülsün!), orman varlıklarını binlerce maden ve taş ocağı ruhsatıyla talana açtı. 

Kriz böyle mi yönetilir?

İklim aktivisti Greta Thunberg, zirvede yine gerçekleri ortaya sererek krizi görmezden gelen liderlere; bu işten şimdilik sıyrılıyor olabilirsiniz ama zamanı gelince hesabını sorarız, diyordu.

Liderlerin verdiği azaltım taahhütleri yetersiz, politikaları da bizlerle dalga geçercesine fosil yakıt endüstrisinin desteklenmesine dayanıyor. En iddialı hedefi ortaya koyan İngiltere’nin 2030 itibarıyla yüzde 68’lik emisyon azaltımı taahhüdü bile gülünç derecede kifayetsiz çünkü İngiltere 2030’a ‘sıfır karbon’ taahhüdü ile girebilecek güç ve kapasitede. Örneğin İşçi Partisi’nin Corbyn önderliğinde hazırladığı Yeşil Yeni Düzen yol haritasında şöyle söyleniyordu: “Britanya 2050’ye kadar net sıfır karbon hedefini tutturabilirse (diğer ülkelerin de aynı hedefe ulaştığını varsayarsak) ısınmayı 2100’de 1,5°C ile sınırlamak için %50 şansa sahip oluruz.”

Bu, muazzam bir risk alınacağı anlamına gelir. Yani açıkladıkları en yüksek azaltım hedefleriyle bile bize yalnızca yüzde 50’lik bir kurtuluş ihtimali sunuyorlar. Bu kabul edilebilir mi? Ya bir geleceğiniz olacak ya da olmayacak, haydi yazı tura atıp görelim demekten farksız. 

İklim adaletini savunuyoruz

Tıpkı dünyanın beşinci en zengin ekonomisi olan İngiltere gibi, tarihsel karbon emisyonları açısından yükümlülük taşıyan, refah seviyesi ve dönüşüm kapasitesi yüksek tüm ülkelerin istisnai bir sorumluluk üstlenmeleri gerekir. Böylece, emisyonlara en az katkıyı yaptığı halde iklim krizinin etkilerini en fazla hissedecek az gelişmiş ülkelere, kendilerini geliştirme ve dönüştürme fırsatı tanınır – ki buna da iklim adaleti diyoruz.

Kaldı ki bu ülkelerin bir de tarihsel sorumlulukları var. Küresel emisyonların dağılımı ve karşı karşıya kaldığımız kriz hem ülkeler özelinde hem de uluslararası düzeyde şahit olunan sosyo-ekonomik adaletsizliğin bir sonucudur. Örneğin İngiltere’nin küresel karbon emisyonlarına ve ekolojik sorunlara katkısı, nüfusuna ve kapladığı alana kıyasla öyle orantısız ki bu durum onu “tarihsel ölçekte kişi başına düşen emisyon miktarları” açısından en tepeye taşıyor. Aynı eğilim tüm gelişmiş ülkelerde mevcut. Hepsi bir araya geldiklerinde küresel nüfusun yüzde 20’sini oluşturdukları halde, 1850’den bu yana gerçekleşen emisyonların yüzde 70’inden sorumlular. Ve böylesi kifayetsiz azaltım taahhütleriyle etki yaratabilecekmiş gibi davranıyorlar.

Thunberg, herkesi mücadeleye çağıran konuşmasında “vazgeçmeyeceğim” diyordu. Bizler de vazgeçmiyoruz. Bu krizden çıkış için bize sadece yarı yarıya şans tanıyan kapitalist yönetimlerin insafına bırakılmayı kabul etmiyoruz. 

Atmosferdeki karbondioksit fazlasının dörtte biri, iklim zirvelerinin yürütüldüğü 2004-2016 yılları arasında gerçekleşti. Emisyonları azaltmıyor, artırıyorlar. Öyleyse artık bu düzene son verilmesi gerekiyor ki bir geleceğimiz olabilsin. 

Ya gelecek ya kapitalizm, ikisinden biri gidecek. 

Tuna Emren

(Sosyalist İşçi)

Bültene kayıt ol