Meral Akşener etrafında ilginç bir tartışma yaşanıyor. Özellikle Akşener’in meclis kürsüsünden iktidara meydan okuyan sert konuşmaları, İYİP’i ‘Güçlendirilmiş parlamenter rejim’i savunmak temelinde bir araya gelmesi gerekli görülen ittifakın onsuz olunmaz parçası haline getiriyor birçok sol siyasal çevrenin gözünde.
8 Mart Dünya Kadınlar Günü tartışmaları çerçevesinde, her tartışmayı olduğu gibi İYİP sözcüsünün bu konudaki görüşlerini de kadınları aşağılamak için bir fırsata çeviren iktidar ittifakının trollerine Akşener sert ve etkileyici yanıtlar verdi. Bu, bir süre önce MHP’den kopan bu siyasetçinin, üstelik böyle bir tutumu alması hiç de beklenmeye çevrelerden övgü almasına neden oldu.
Öncelikle, geçmiş yıllarda başbakanlığı döneminde Tansu Çiller’e yapıldığında gösterdiğimiz tepkinin aynısını, Meral Akşener’e yönelik cinsiyetçi saldırılara karşı da göstermeliyiz. Akşener’i kadın olduğu için, genel olarak kadınları aşağılayan yaklaşımlarla eleştiren herkesin karşısına önce sosyalistler çıkmalı.
Bu, İYİP’le kurulması gereken ilk ve son ilişki olmalıdır. Akşener’e yönelik cinsiyetçi saldırganlığa karşı çıkıyoruz zira kadınları aşağılayan, maço, faşist, sağcı her tür eğilim genel olarak kadınların ezilmişliğini derinleştirme işlevi görüyor. İşçi sınıfının ve toplumsal muhalefetin saflarında her türden yanlış, geri ve ezilenleri bölen fikre karşı mücadele açısından bu kaçınılmaz.
Tıpkı, bir fabrikanın patronunun Türk ve Müslüman olmadığı koşullarda o fabrikadaki haklar mücadelesinin patronun etnik ya da dinsel kimliğini hedef alan ırkçı bir eğilim içermesine karşı çıkmak zorunda olmamız gibi.
Grevcilere tüm gücüyle saldıran patronun kötülüğünün nedeni Türk olmaması değil, patron olmasından aldığı güçle devlet güçlerini kendi lehine harekete geçirebilmesidir.
Aynı şekilde grev mücadelesinde kol kola olduğumuz bir arkadaşımızın kafasındaki ırkçı ya da cinsiyetçi fikirleri görmezden gelmek de mümkün değildir. Çünkü mücadelenin en zayıf yanını bu tür fikirler oluşturur.
Ama hepsi budur!
Bir fabrika patronuna ırkçı suçlamalarda bulunulmasına izin vermeyiz. Bunu, o patronun gerçek suçlarını açığa sermek için de yaparız. Hedef şaşırtmaya izin verilemez. Irkçılara karşı savunmak zorunda olduğumuz bir patronu övmelere doyamayan açıklamalar yapmayız. İşçi düşmanlığı nedeniyle yerden yere vurur, gerçekleri teşhir ederiz.
Meral Akşener’i kadın olduğu için aşağılayan cinsiyetçilerle kavga ederiz ama Akşener’i övmeyiz. Akşener hakkındaki gerçekleri açıklamaya devam ederiz. Irkçı olduğunu söylemeye devam ederiz örneğin. Göçmen düşmanı olduğunu teşhir etmeye ara vermeyiz.
Akşener’in daha başka özellikleri de var. 2016 yılında İçişleri Bakanlığı dönemindeki faili meçhuller hakkında konuşurken şunları söylemişti: “Ben, İçişleri Bakanlığı yaptığım dönemde tarihin en uzun, en geniş, en kapsamlı sınır ötesi harekâtına imza atmış bir bakanım. Utanarak söylüyorum bazıları diyor ki sosyal medyada ‘Meral Akşener MHP’ye genel başkan olmasın, faili meçhullerin sorumlusu O’dur’ diyorlar. Ne derseniz deyin hepsi kabulümdür. Bu ülke için, bu milletin birliği beraberliği için bir şey yapılması gerekiyorsa yapmışımdır, sorumluluğunu da sonuna kadar alıyorum.”
Akşener MHP’den faşist olmaktan vaz geçtiği için değil parti içi iktidar kavgasında ayak oyunlarıyla da olsa geri planda kaldığı için ayrıldı.
Aynı Akşener, AKP-MHP’nin İYİP’i içermeye çalışan hamlelerine ya da milliyetçilik temelinde muhalefeti paralize etmeye çalışan girişimlerine demokrat olduğu için değil, iktidar ittifakının gerilemesini gördüğü, kendisi açısından daha da büyüme, kitleselleşme fırsatı doğduğunu gördüğü için katılmıyor. Daha az “yerli ve milli” olduğu için değil.
Talat Paşa denilen adamın ölümünün 100. yılında İYİP gençlik kolları bir anma açıklaması yaptı. Görmezden gelebiliriz tabii ki! Ama bize açık açık şunu söylemelisiniz: “İYİP’in oyları çok önemlidir. Irkçılığına, milliyetçiliğine, HDP’ye oy verenlerle bir kan davası güttükleri açıklamalarına, göçmen düşmanlığı yapmalarına bu yüzden ses edemeyiz. Talat Paşa’yı hayırla yâd etmesine bu yüzden ses edemeyiz.”
Hep birlikte önce şu konuda anlaşmalıyız: Mücadelelerin sürdüğü iki fabrika, bir üniversiteyle örneğin kadınların ve LGBT+’ların ilham veren mücadelesi arasında ve tüm bu irili ufaklı ama büyümeye meyilli hareketlerle Kürtlerin özgürlük isteği arasında direniş köprülerini nasıl oluşturacağı yerine ‘güçlendirilmiş parlamenter rejim’e dönüşün hilafına bir ırkçıyı seçim ittifakının içinde nasıl tutacağının hesabını yapmanın adı solculuk değildir! Bu siyasetçinin burjuvazinin bir başka programını savunduğunu görmemek, bunu teşhir etmemek, tersine övmelere doyamamak siyasetin sağ zemininde oynamayı kabul etmektir. Bu aynı zamanda sağcılığın ve mevcut sağ iktidar ittifakının bizler pek bir şey yapmadan gerileyeceği ve en sonunda yenileceği düşüncesinin cazibesine teslim olmaktır.
Şenol Karakaş
(Sosyalist İşçi)