Sahibi Fethullahçı darbecilikle suçlanan, hakkında bu nedenle göz altı kararı olan bir gazete ki bu gazetenin bir dizi yazarı da aynı suçlamadan ceza aldılar; başka bir grubu, başka bir çevreyi, daha başka bireyleri çok rahat, yazarlarının üye olduğu iddiasıyla ceza aldığı aynı örgüte üye olmakla suçlayabiliyor. Ama bu gazeteye sorsanız, mağdur ve masumlar birliği gibi. Birilerini darbeci ilan edenler, örneğin tırnak içinde bir bağımsız medya kanalının patronu, kendisinden daha ulusalcı birileri tarafından liberal Fethullahçı darbeci olarak ilan edilebiliyor. Bu, giderek, yanlış bulduğu siyasi anlayışları şeytanlaştırmak, suçlamak ve hedef göstermek için kullanılan bir araca dönüşmeye başladı.
İktidarın bu aparatı kullanma tarzı bütün siyasal dokuyu, medya alanını ve yargıyı belirliyor. 1930’lar Almanya’sında Yahudiler ve komünistler vardı, Stalinist Rusya’da Troçkistler vardı. 15 Temmuz sonrasında kurulan rejimin ve ilginç bir şekilde, güya bu rejime karşı olan ulusalcıların da şimdi başka bir kullanışlı düşmanı var. İnsanların, grupların, değişik siyasal çevrelerin, yazarların bu örgütle ve bizzat darbe örgütlenmesiyle gerçekten bir alakasının olup olmadığından bağımsız olarak kriminalize edilmeye çalışıldığı bir ortam yaratılmaya çalışılıyor. Bu, gerçek darbecilerin, Fethullahçı darbecilerin başını çektiği darbecilerin muhtemelen çok işine geliyor. Çünkü çok geniş bir yelpazede, birbirinden bütünüyle farklı siyasi eğilimlere sahip olan siyasal çevrelerin ve bireylerin suçlandıkça çok renkli, çok güçlü, hâlâ 15 Temmuz öncesindeki gibi kudretli bir örgütten bahsedildiği düşünülebilir.
Öte yandan gerçek darbecilerin ya da bu türden faaliyet gösteren bütün yapılanmaların “çalışmaları” bu suçlama furyası altında gölgeleniyor. Bu suçlamaların böylesine kolayca yapılabilmesi, sivil toplum örgütlerine, derneklere, vakıflara, aslında topyekûn bir şekilde özgürlüklere yönelik müdahale ile beraber de düşündüğümüzde, hukuku her bireye eşit davranmak zorunda olan bir kurallar bütünü olmaktan çıkartıp, bağımsız olması gereken bütün öğeleri içinden boşaltıp, bir suçlama ve korkutma mekanizmasına dönüştürmek anlamına geliyor. Bu yüzden bugün başkalarını düşmanlaştırmak için bu suçlamayı kullananlara bir başkaları çıkıp sen de bunu yapmıştın diyebiliyor ve bu giderek rövanşist, güvencesiz, kaygılı bir siyasi iklim yaratıyor. “FETÖ’cülük” meselesinin böyle bir aparat gibi kullanılmasının (bu yapı belli bir güce hâlâ sahip olsa da) darbecilerle hesaplaşma amacının dışında böyle bir yanı olduğu da ortaya çıkıyor. Gergerlioğlu hakkındaki suçlamaları bu açıdan da ele almak lazım.
Tersi durumda olay çok basit, Gergerlioğlu’nun insan hakları ihlalleri olarak dile getirdiği gelişmeler hakkında resmi makamlar gerçeği dile getiren bir açıklama yapabilir, süreç kurallara uygun bir şekilde ilerletilebilirdi.
Bu tercih edilmedi.
Ama Gergerlioğlu’nu tanıyan, onunla çeşitli kampanyalarda yan yana gelenler bilir ki, Gergerlioğlu tek kişilik bir parti gibi mücadele eden bir aktivisttir ve bu partinin programında sadece insan hakları ve demokrasi yazar. Bu yüzden Gergerlioğlu bu olayların hemen arkasından bugün beni suçlayanlar yarın insan hakları ihlalleri ile karşılaşırlarsa onların da imdadına ben yetişirim, yanlarında olurum dediğinde, onu tanıyanlar biliyor ki bütünüyle doğru söylüyordur.
Bitirilmek istenen dava
Yine hukuki alemde yaşanan bir diğer gelişme de Hrant Dink davasının mahkeme heyeti tarafından son hızla bitirilmek istenmesi. Hrant Dink cinayeti davasının ikinci periyodu. Hrant Dink’in öldürülmesinde dahli olan kamu görevlilerinin yargılandığı son duruşmada dava birden bire hızlandı. Mahkeme heyeti savcıdan ve Dink ailesinin avukatlarından son mütalaalarını istedi. Hrant Dink’in ailesi, 19 Ocakta Hrant’ın öldürüldüğü yerde anmayı düzenleyenler, Hrant’ın Arkadaşları, her duruşma günü mahkeme binasının önünde “Biz bitti demeden bu dava bitmez!” diyenler olarak, ilginç bir gelişme ile karşı karşıyayız. Hrant Dink çok açık ki içinde birden fazla derin devlet yapılanmasının, bu yapılar zaman zaman birbiriyle çatışsa da işbirliği sonucunda öldürüldü.
Bütün bu yargılama sürçlerinde nasıl bir sistematik düşünülürse düşünülsün, bu altını çizmeye çalıştığım gerçek, yani Hrant Dink’in Ermeni, sosyalist ve cesur bir gazeteci olduğu için bir derin yapılanmalar koalisyonu tarafından öldürüldüğü gerçeği, sık sık başını kaldırıp, ben buradayım diyor. Bu da bu davanın siyasi iktidar tarafından ya da egemen güçler tarafından günün resmi devlet anlatısına uygun, rahat rahat kullanabilecek bir zemin haline gelmesini engelliyor. Bu cinayetin sadece tek bir derin devlet odağının üzerine yıkılması mümkün olmuyor.
Bu davaların bütününde yargılanan insanlara bakıldığında, Hrant Dink’in sonunda katledildiği sürecin örgütleyicilerine bakıldığında, böyle bir manevranın zaten mümkün olmadığı görülüyor. Hrant Dink sonunda kendisini öldürecek olan bir koalisyon tarafından önce sistematik bir şekilde hedef gösterildi. Bunda siyaset alanı, yargı alanı, istihbarat alanı, polis alanı, jandarma alanı ve özellikle medya alanı hatta üniversiteler alanından birden çok figürün rolü olduğunu hepimiz biliyoruz. Ama Hrant’ın ölümünün arkasından patlayan, içinde ırkçılığa karşı öğelerle birlikte kızgınlık barındıran hareket o kadar büyüktü ki, bu cinayetle amaçlananların tam tersi gerçekleşti. Cinayetin ardından cumhuriyet tarihinin tüm keskin virajlarına da bakan bir yüzleşme ve aşağıdan demokrasi hareketi başladı.
Türkiye’nin değişen siyasi iklimine göre cinayetin sorumluluğu şu ya da bu gruba yıkılmaya çalışılsa da çok geniş bir kesimin bu cinayete dahli olduğu açığa çıktı. Şu anda belli ki daha fazla uzatmadan şimdiki dava süreci ile yeterlilik vermek istiyorlar. Ama bu cinayetin tüm sorumlularının yargılanması, cenaze töreninde Hrant Dink’in arkasından yürüyen on binlerce insanın ortak bir talebiydi, büyük kalabalıkların vicdanına değen bir talepti. O yüzden de gelişmenin seyri ne olursa olsun, Hrant Dink’i öldüren, öldür diyen, öldürüleceği bilgisine sahip olmasına rağmen buna göz yuman ve sistemli bir çalışmayla, yalanlarla, çarpıtmalarla hedef tahtasına oturtan bu koalisyonun tamamı yargılanmadan, ayıklanmadan ve bu bir genel demokrasi mücadelesinin bir parçası olarak gerçekleştirilmeden bu dava bitemez!
Hrant Dink’in mirasına uygun bir şekilde davranılmayacağını bildiğimiz için, bu yargılama süreçlerinden bağımsız olarak, Hrant Dink etrafında, onun adı etrafında bu cinayetin bütün karanlık yönlerinin aydınlatılması talebiyle mücadele edenler, mücadelesine ara vermeyecek ve er ya da geç bu mekanizma bütünüyle açığa çıkartılacak. Bu da zaten siyasi iklimdeki radikal bir değişiklikle baş başa gidecek.
Yarın son yazıda, Kavala hakkında Anayasa Mahkemesi kararı, Demirtaş hakkındaki AİHM kararı, iktidarın bu başlıklardaki tutumları ve siyasetin mimarisindeki sağcılığa karşı 2021 yılında nasıl mücadele edilmesi gerektiği konusunda devam edip diziyi bitireceğim.
Şenol Karakaş