Altaylı, Sözlük ve zinhar ırkçı olmayan tüm diğerleri

17.12.2020 - 11:24
Deniz Güngören
Haberi paylaş

Fatih Altaylı, çoğunuzun duymuş olacağı üzere katıldığı bir televizyon programında, Türkiye'de yaşayan 4 milyon Suriyeliyi "Türkiye'yi esir alan Suriye askerlerine" benzetti. Konuyla ilgili Mülteci Hakları Derneği suç duyurusunda bulundu ve Hepimiz Göçmeniz kampanyası bir basın açıklaması yayınladı.

Ben "esir alma" tabirini "işgal" demekten sakındığı için seçtiğini düşünüyordum, oysa çok yanılmışım. Hem programda hem de tepkilere cevaben (veya tepkileri bahane ederek) yazdığı "İşgaliye" isimli köşe yazısında ülkenin işgal altında olduğunu defalarca açıkça iddia ediyor. Ve olası bir yanlış anlaşılmanın önüne geçmek istiyor: yalnız Suriyeliler değil tüm göçmenler işgalci konumunda!

Bununla beraber ekşi sözlükte de aynı sıralarda "15 Aralık 2020 Büyük Göçmen Sorunu" başlıklı bir giriş yapıldı. Yazı paylaşıldıktan yaklaşık 24 saat geçtikten sonra an itibariyle 24 sayfa yorum ve katkı yapılmış, yorumların içeriği ise "bu millet buna müstahak" ile "Suriyeliler gönderilsin isteyen Millet ittifakına oy versin" arasında değişiyor. Doğrusu bir ekşi sözlük entry'sine değinmeye değer mi diye epey tereddüt ettim ama paylaşımın hem biçimi hem de topladığı ani tepki, örgütlü bir paylaşım çağrışımı yarattığından üstünde durmak gerektiği sonucuna vardım. 

Elbette aralarında komplocu bir bağ olduğunu ima etmek için değil, salgından bu yana pusuda bekleyen belli bir eğilimin yüzeye çıkmakta olduğuna işaret etmek için söylüyorum bunu. 

İki yazıda da "yeter artık, ırkçılıkla suçlayarak gerçekleri söylememize engel olamazsınız" türünden bir demagoji hâkim. 

Bu kişilerin ırkçılığını teşhir etmekle yetinmemeliyiz. Sözünü ettikleri sorunların göçmenleri hedefe koymakla değil göçmen işçilerle beraber mücadele ederek çözülecek sorunlar olduğunu gösterebilen bir politik hat olmazsa, bu lafları gittikçe daha çok işiteceğiz.  

"Yasa dışı veya içi"

Öncelikle iki yazı da pek bir argüman barındırmıyor. Daha ziyade birtakım kötülükler ve bunlarla ne ilgisi olduğu pek de açıklanmadan nefret dolu bir tonla "mülteciler, yasadışı, rezalet, felaket, araplar" filan dedikten sonra "bana ırkçı diyecekler ama desinler biz vatandaşı savunmaya yine devam ederiz" mealinde bir önden savunmayla sözünü tamamlıyor.

Altaylı'nın neden göçmenlere karşı olmak gerekir sorusuna kendi kafasında bulabildiği cevaplar özellikle hoş:

Trafik kazaları bile durumu anlatmaya yetiyor.

Dikkat edin, trafik kazalarında can kayıplarına bakın, 

çoklukla yasa dışı veya içi göçmenlerle karşılaşacaksınız.

Şanlıurfa’da bir otobüs trafik kazası yapıyor.

1 ölü 32 yaralı var.

Otobüs Kuzey Irak Süleymaniye’den Samsun’a gidiyor.

Niye gidiyor, kimi götürüyor kimse merak etmiyor.

Van’da kaçak göçmenleri taşıyan araçların kazaya karışmadığı gün yok zaten.

Belli ki, Türkiye’yi işgal harekatı sürüyor.

Her kelimesi üzerine ayrı bir yazı yazılabilir tabii, ama kısacası: "Trafik kazalarına bakarsanız ölenlerin bir sürüsü göçmen, trafik kazası kötü bir şey, demek ki göçmenler zararlı, zararlı olduklarına göre ülkemizi işgal ediyorlar".

Madem öyle, kendisine neden kazalarda orantısız ölçüde göçmenlerin öldüğünü açıklayalım:

Göçmenler yaşam koşullarını düşünmeden yola çıkacak kadar büyük bir çaresizliğe sürüklendikleri için ve bu çaresizliği nakde çevirmek de artık kendi içinde bir ekonomi haline geldiği için, çoğumuzun gözünün yemeyeceği yollarla seyahat ediyorlar ve pek çok zaman bu seyahatler kötü bitiyor.

2016'dan bu yana Akdeniz'de boğularak ölen göçmenlerin sayısı 19.000. Başka bir istatistiğe göre Akdeniz'de her hafta 10 göçmen ölüyor veya kayboluyor. Bu insanları başka ülkeleri işgal etmeleri için gönderen her kimse, onu birisi uyarmalı: belki de en verimli ulaşım yöntemi bu değil! 

Altaylı ayrıca diyor ki: "Bunlar ev alıyor, tüketim yapıyor, ekonomiye katkı sağlıyor diye göz yumuluyor muhtemelen."

Rica ederiz, karar versin: göçmenler 40 kişi bir minibüse doluşup yollarda ölüyorlar mı, yoksa gelip mal mülk mü alıyorlar?

Yardımı olacaksa hatırlatalım, bundan 6 ay önce yayınlanan bir rapora göre salgınla beraber sığınmacıların %89'u işsiz kaldı. Gayrimenkul yatırımı yapan ve kira ile geçinen insanlar çalışmasalar bile işsiz olarak istatistiğe girmezler.

Yani göçmenlerin yaşamı Altaylı'nın ilk verdiği örnekte betimlenene daha çok benziyor.

Göçmenler azıcık da olsa hakları olan emekçilerin yapmak istemeyeceği işleri, hiçbir iş güvencesi olmadan, geçinmenin mümkün olmadığı ücretlerle yapmalarını ve evet, gerekirse iş olan yere canları pahasına seyahat etmelerini gerektirecek koşullarda yaşıyorlar. "Göz yumulması" daha çok bu yüzden.

Göze aldıkları tek şey trafik kazaları değil elbette. Altaylı benden daha güzel açıklıyor tabii: 

"(biz) bugün hükümet kararlarına uygun bir şekilde evlerimize hapsolurken, yasal veya yasadışı göçmenler işgal ettikleri bu ülkede ellerini kollarını sallayarak gezebilmektedir" 

Yani Mayıs ayında Adana 'da olduğu gibi, sokağa çıkma yasağına rağmen işyerine gitmek zorunda olan bir göçmen, polis tarafından vurulabiliyor örneğin.

Altaylı'nın işgalci dediği insanların kayıtlı oldukları ilin dışına izinsiz seyahat etmeleri de yasak. Tabii bu "geçici koruma" denilen ve pek de statü filan olmayan statüdeki göçmenler için geçerli. Altaylı da bu konuda oldukça bilgi sahibi:

"Mülteci Hakları Derneği benim hakkımda suç duyurusunda bulunacakmış. Gülerim. Bunların hiçbiri mülteci değil. Türkiye bu kişilere mülteci statüsü vermedi."

Tabii Altaylı'nın esas isyanı "bu kişilere" değil, plansızlığa ve vurdumduymazlığa. Hatta "misafirliği" de anlıyor, ancak uyarıyor:

"Evimize de misafir geliyor. Başınızın üzerinde yeri oluyor.

Peki girip yatak odanıza yerleşiyor mu, sormadan izinsizce."

Bana sorarsanız kendisinin aradığı tabir ne "esir almak" ne de "işgal"; "istila" demek istiyor, "göçmenler bastı burayı" demek istiyor ancak "ırkçı değil vatansever" olduğu için maalesef diyemiyor.

Nuriye Teyze ve diğerleri

"15 Aralık 2020 Büyük Göçmen Sorunu" adlı eserin sahibi, ekşi sözlük yazarı denizadam da Altaylı gibi isyan ediyor. Zira gerçekleri haykırıyor ancak insanlar ona ırkçı deyip geçiyor ve gerçeği görmezden geliyorlar.

Çocukça da olsa denizadam ile adaş olmadığımızı düşünmek istiyorum, bu yüzden kendisinden Sözlük diye bahsedeceğim.

Sözlük "buraya okumaya gelen siyahi arkadaşlardan, ticaret yapmaya gelen yabancı uyruklulardan" filan bahsetmiyor (ırkçı olmadığını da buradan anlıyoruz), "kaçak yollarla türkiye'yi istila eden ve vergi vermeyen vasıfsız milyonlardan" bahsediyor. Kendisi "istila" demekten kaçınmamış, ırkçı da olmadığına göre belli ki Altaylı'dan da daha cesur bir vatansever olsa gerek. 

Anlaşılacağı üzere Sözlük, vergi meselesine bilhassa öfkeli:

"hani senin bir bilgisayara 12 bin lira verip 10 bin lirası vergi olan vergi ha. içtiğin suya, soluduğun havaya bile vergi kesilen, hayatının dörtte üçünü oluşturan vergileri bu milyonlar vermiyor aloo!"

Öncelikle 12 bin liralık bilgisayarı hayırlı olsun. Çok para gerçekten, kim bilir belki de bunun kızgınlığıyla yazdı tüm bunları.

Tabii bir de göçmenlerin de tüketim vergisi ödediğini, 12 bin liralık bilgisayarı, kasada ödeme yaparken "ben göçmenim" diyerek 2 bin liraya alamadıklarını ekleyelim. Bunu Sözlük de biliyordur elbette ama aradan çıksın.

Sonra da vergi vermek ne demek diye soralım kendisine, daha doğrusu: kimler vergi verir? 

Evet doğru, vatandaşlar. Vatandaşlığın getirdiği haklardan, hizmetlerden ve korumadan yararlanan kimseler vergi mükellefidir. Ama tabii mesela Cengiz Holding vatandaşa hizmeti piyasa yoluyla götürdüğünden filan normal yurttaşlar gibi vergi vermez, hizmetlerinin karşılığında indirim alır vs., istisnalar var.

Ama her neyse, memnuniyetle karşılıyorum bu düşünceyi: evet, senelerdir burada yaşayan tüm göçmen emekçilere vatandaşlık yolu açılmalı, kayıtsız çalışmanın tamamen önüne geçilmeli. Sonuç olarak da hep beraber vergi vermeli, vergilerimiz okullar ve hastaneler açmaya değil de orduya ve şirketlerin borçlarına harcandığında da hep birlikte mücadele etmeliyiz.

Sözlük'ün içini burkan bir diğer mesele de "evlere yardıma giden nuriye teyze, temizliğe giden bakıcılık yapan fatma abla, küçük esnaf kemal abi, bulaşıkçılık yapıp oğlunun kızının üniversite masrafını çıkarmaya çalışan aysel abla" gibi insanların, göçmenlerin ucuza çalışması yüzünden işsiz kalması veya ücretlerinin düşmesi. 

Tabii Nuriye teyzeye duyduğu şefkat de çok uzun sürmüyor, hemen ardından:

"alın şimdi huzur içinde açlıktan ölebilirsiniz. siz öldükten beş on sene sonra da sayıları 20 milyonu bulan bu 'gariban mülteciler' özerklik ister, bölge ister, kendi dilinde eğitim ister"

Tabii ki vurgulamakta fayda var, Sözlük asla ırkçı değil, hâşâ. Üstelik hakkını verelim, göçmenlerin "köle gibi çalıştırıldıklarını" o da kabul ediyor. Tabii durumu "Mülteci belki mutsuz ama 8-10 kişi aynı evde ahır gibi yaşayıp 10 bin lira sokuyor o ahıra." diye tarif ettiğine göre, bunun mültecilerin midesizliğinden kaynaklandığını düşünüyor olabilir.

Hayret verici ama bir konuda yine katılıyorum, tabii ben biraz farklı ifade ederdim, tarz meselesi. Bizce de statüsüzlüğün getirdiği güvencesizlik üzerinden hem göçmenlerin ucuza çalıştırılması, hem de tüm işçi sınıfının iş güvencesine ve ücretlerine saldırılması çok yanlış bir şey.

Tam da bu yüzden, tüm göçmenlere mülteci statüsü verilmesini ve vatandaşlık yolunun açılmasını savunuyoruz. Nuriye'nin, kendisini işsiz bırakan, kıdem tazminatına ve asgari ücretin yükseltilmesine karşı amansızca mücadele eden patronlara değil, kendisi gibi yaşam mücadelesi veren göçmen işçilere öfkelenmesi gerektiğini salık verenler ise emekçilerin dostu olamaz.

Asgari ücret

Asgari ücret görüşmeleri işçi sınıfının şu anki en önemli gündemlerinden birisi. Milyonlarca işçi ile bir avuç patronun aynı sayıyla temsil edildiği komisyonlardan işçilerin arzu ettiği türden bir sonuç çıkmayacağı ise kesin gibi. Dolayısıyla sonuç toplantı odasında değil, işyerlerindeki mücadele ile belirlenecek.

Yani arada biraz alaycı bir tona kaymış olabilirim ama durum ciddi. Tüm işçilerin asgari ücret zammı için mücadele ettiği bir dönemde "aslında biz sizin istediğiniz zammı verirdik de, işte malum 6 milyon göçmen işçi var" denilmeye başlandığını şimdiden duyar gibi oldum açıkçası üst üste gelen bu iki yazıyı görünce.

Bu yüzden tekrar edelim, daha da çok tekrar edeceğiz:

İşçi sınıfının düşmanı göçmenler değil, göçmenleri hedef gösterenlerdir. Göçmenler hiçbir yere gitmeyecek ve ancak bütçenin neye göre yapıldığını patronların neşesi değil, tüm emekçilerin ortak mücadelesi belirlediği zaman işçi sınıfı geçinebileceği bir asgari ücretle çalışmaya başlayacak, sağlık ve eğitim -göçmen veya vatandaş- hepimizin ihtiyacını karşılayacak seviyelere çekilmeye başlanacak.

Bombaya, mermiye, Kıbrıs'ta saray yapmaya, boğazları martı şeklinde kazmaya parası olup da "para kalmadı, hepsini göçmenler aldı" diyenlere de; 

Güya emekçiden yana olup da ordu bütçesine veya şirketlerin vergi indirimlerine laf etmeyip "sizin paranızı mültecilere veriyorlar" diyenlere de; 

Her parkın ortasına AVM yapmak için sıraya girip "göçmenler geldi nefes alacak yer kalmadı" diyenlere de; 

Salgın zamanında yatak sayısını arttırmak yerine suçu market sırasındakilere atıp, "mültecilere sağlık bedava, size sıra gelmiyor" diyenlere de tek bir cevabımız var: 

Mülteciler kardeşimizdir! 

Deniz Güngören

Bültene kayıt ol