George Floyd kazandı, ırkçılar ve Trump kaybetti

07.11.2020 - 17:45
Şenol Karakaş
Haberi paylaş

25 Mayıs 2020’de ırkçı polis memuru Derek Chauvin George Floyd isimli siyahı kelepçeli şekilde yere yüzüstü yatırdı ve boynuna 8 dakika 46 saniye boyunca diziyle bastırarak öldürdü. Floyd, nefes alamadığını söylese de katil eylemine devam etti. Bu ırkçı cinayet tam bir öfke patlamasına yol açtı. Zaman zaman isyan dalgası halini alan gösterilere 15 ila 26 milyon kişi katıldı.

Bu eylemler beyazların siyahlarla birlikte örgütlediği, işçilerin grev çağrılarıyla katıldığı, kadınların militan bir örgütleyicisi olduğu bir dalgaya dönüştükçe, Trump’ın seçimlerde işinin zorlaşacağı belli oldu. 

Covid-19’a sorumsuzca yaklaşması dünya devi ABD’nin salgına teslim olmasına ve onbinlerce Amerikalının ölmesine neden oldu. 

Trump, Floyd’un öldürülmesini, siyasal alanı lümpen tarzıyla daha da kutuplaştırmak için işaret fişeği olarak değerlendirdi. Hem polisler ve paramiliter tipler gösterilere saldırarak ya da her zaman olduğu bir kişinin başına bir köşede bir çok polis birden çullanarak siyahları öldürmeye devam etti. Her cinayetin ardından tepki daha da büyürken Trump her seferinde göstericileri suçladı. Eylemlere katılan organizasyonlara hakaret etti ve en başta antifaşist yapı ANTİFA’yı ABD’nin terör örgütü olarak tanıyacağını dile getirdi.

Bu kutuplaşma siyaseti bir açıdan Trump’ın işine yaramış gibi görünebilir. 59. başkanlık seçimlerinin 1900’dan bu yana en yüksek katılım oranına sahip olduğu açıklandı. 120 yılın en yüksek katılımlı seçiminde 160 milyon oy kullanıldı. Bu, Trump’ın bir önceki seçimlere göre 5 milyon daha fazla oy almasını da anlamlı kılıyor ama önemli olan sadece katılım değil. Trump kutuplaşmayı tırmandırırken Biden gibi bir merkezcinin bu çatışmalı ortamda sönük kalacağını da hesapladı. Üstelik, seçmenler, ekonominin dümenini Biden’dan daha çok Trump’ın idare etmesini de istiyordu.

Trump dört sene önceki seçimlere göre hemen her kesimden, kadınlardan, siyah kadınlardan, Latinolardan aldığı oyları artırdı. Sadece beyaz erkeklerden 2016’da yüzde 62 oy alırken, bu seçimlerde yüzde 57’ye geriledi.  

Kutuplaştırıcı, ırkçı ve faşistlere kapı aralayan politikaların Trump açısından şok edici bir başka sonucu oldu ama. Milyonlarca insan mücadeleye atıldı ve Trump’ı sandıkta da yenmeyi bu mücadelenin bir halkası olarak gördüler.

Trump kendi kazdığı kuyuya düştü.

Kutuplaşmış siyaset, kutuplaştırıcının siyasal iflasına neden oldu.

Bu yazıyı Trump’ın seçimi kaybettiği öngörüsüne bağlı olarak yazıyoruz. Eğer Trump seçim zaferi kazansaydı, bu, birbirleriyle yaşadıkları sert çatışmalarından bağımsız olarak tüm otoriter liderlerin, küresel sağın bir zaferi olacaktı.

Trump’ın yenilgisi, otoriter siyasetçilerin, başbakanlık koltuğuna oturmalarını sağlayan kuralları o koltuktan sonsuza kadar kalkmamak için bozan, değiştiren ya da yok etmek isteyen siyasal figürlerin yenilgisi anlamına geliyor. Bu siyasi figürlerin pişkinliklerinin, şımarıklıklarının bir örneğini görme isteyen ABD seçimlerine bakabilir. Trumpçılar Arizona'da "Oyları sayın" protestosu yaparken, Trump'ın dava açtığı Michigan'da "Sayımı durdurun" demek için toplandı. Aynı anda birisini savunmanın diğerini savunmayı anlamsızlaştıracağı iki talebi dile getirebiliyorlar.

Trump’ın olası yenilgisi ise her şeyden önce küresel antikapitalist hareketin, küresel savaş karşıtı eylemlerin, küresel kadın direnişinin, küresel iklim aktivizminin bir zaferi. Kuşkusuz, bu, bir an, bir seçim anı. Asıl mücadele Trump’ın defolup gitmesinden sonra başlayacak. Trump’ın yarısı kadar radikal fikri dile getiremeyen, tersine, tüm kampanyasını alışageldik ABD Başkanı olacağı üzerine kuran Biden, seçimi kaybetmek için elinden geleni yaptı. ABD’li sosyalistlerin dediği gibi, Florida’dan gelen sonuçlar, bu fırsatı kullanamadığının açık bir göstergesi. Trump’a oy verdiler ama aynı zamanda saat başı asgari ücretin 15 dolara yükseltilmesine de onay verdiler. Bu, işçi sınıfının yaşam kalitesini iyileştiren politikalar istediklerini gösteriyor –fakat seçmenler tamamen zıt olan iki yöne birden savrulmuşlar. Biden’ın onlarca yıldır tadını çıkardığı “düzenin ayrıcalıklı adamı” gibi durması kabak tadı verirken, bazılarının umut verici bulduğu başkan yardımcısı adayı Kamala Harris de esasen neoliberal savaş çığırtkanları ve otoriter düzenin destekçileri.

Biden George Floyd’un polis tarafından öldürülmesine cevaben, polislerin “ortalığı sakinleştirmek için, onları bacaklarından vurmasını” önerdi. Ardından hemen sağ argümanlara yönelip, ırkçılık karşıtı başkaldırılarla mesafelendi; “Bir düşünün – Oradan bakınca, isyancılara kucak açacak radikal bir sosyalist gibi mi görünüyorum? Ciddi misiniz?” diyebildi.

Bu yüzden seçimleri Biden’ın merkezci sakinliği değil ABD’de kıran kırana bir mücadeleyi örgütleyen sosyal hareketlerin aktivistleri kazandı. Yine ABD’li sosyalistlerin vurguladığı gibi Joe Biden, sicilleri işçi sınıfını ezmek, emperyalist savaşlara atılmak ve bankalara destekleyen politikalar yürütmekle dolu olan üst düzey Demokratlardan geliyor. Bu insanlar iktidara gelmeyi başardıklarında, işçilerin öfkesini yatıştırmak için sınırları net olarak çizilmiş kısıtlı reformlara başvurmaktan fazlasını yapmazlar. Barack Obama bunun en güzel örneğiydi; ne olursa olsun büyük sermayeye destek vereceği ortadaydı.

Tüm otoriter liderler ABD seçimlerini izlerken Trump’ın kaybedişinde kendilerini bekleyen sonun hızlandırılmış bir çekimini gördüler. Tüm dünyada ezilenler, aşırı sağcılığa, işkencecilere, yalanlara, lümpenleşmeye, ve özellikle ırkçılara ve faşistlere verdikleri desteği görüyor ve sağcılığın bu halinden kurtulmaya çalışıyor. İki hafta önce Yunanistan’da Altın Şafak adlı Nazi örgütlenmesinin dağıtılmasının ardından Trump’ın ağlaya ağlaya gitmesi otoriter liderler için kötü haber.

ABD seçimleri başka bir konuyu daha netleştirdi. Otoriter liderlerden kurtulmanın yolu omurgasız seçim ittifakları kurmak değil. Aşağıdan ezilenlerin öfkesine köprü olabilecek yığınsal ve birleşik mücadele olanaklarını inşa etmektir. Sosyalist İşçi’nin aylardır, “bize milyonların hareketi lazım” vurgusunu yapmasının nedeni budur: İnsanların yaşamsal talepleri için sürdürdükleri dişe diş ve kitlesel mücadelenin vereceği güven ve politik temel olmadan kurulacak seçim ittifakı, demiryollarını inşa etmeden tren inşa etmeye benzer. Atı alanın Üsküdar’ı geçmesinin nedeni de budur. Trump’ın ise bu türden adımları atmasını engelleyen sokaklardaki mücadeledir. 17 Ekim Cumartesi günü ABD’de başta Washington olmak üzere çok sayıda şehirde onbinlerce kadın sokaklara indi. Kadınlar cinsiyetçi ABD Başkanı Trump’ı 3 Kasım’da sandığa gömeceklerini söylediler. Ve gömdüler. Çünkü 21 Ocak 2017 tarihinde Başkan Trump başkanlık yemin töreni sırasında eylem çağrısı yapan Women’s March platformu çağrısıyla ABD tarihinin bir günde gerçekleşen en kitlesel gösterisi gerçekleşmişti. Sadece Washington’da 500 bin kadın, ABD genelinde ise 5 milyondan fazla kadın sokaklarda Trump’ı mücadeleyle karşılaşmıştı.

Böyle mücadeleler otoriter siyasetçilerin yenilgisi için toplumun tüm hücrelerine yayılan bir teşhir dinamizmini inşa etmekle kalmaz. Otoriter liderin yerine gelecek olanların kulağını da daha ilk günden bükmeye başlar.

Şenol Karakaş

[email protected]

(Sosyalist İşçi)

Bültene kayıt ol