Kadın yemek değil, devrim yapar!

12.03.2020 - 13:51
Nuran Yüce
Haberi paylaş

Bu yıl 8 Mart gece yürüyüşünü engellemek için olağanüstü güvenlik tedbirleri alındı. İstiklal Caddesi erken saatlerden itibaren baştan sona bariyerlerle, polislerle çevrildi, kapatıldı.  Kadınlara itaat edin, izin verilen yerlerde, izin verilen ölçülerde sesinizi çıkarın denildi. Ama ne tür baskı uygulasalar da başarılı olamayacakları bu yılki 8 Mart yürüyüşü ile bir kez daha görüldü. “Korkmuyoruz, susmuyoruz, itaat etmiyoruz”  sloganını kadınlar her yere taşıdılar.

Egemen sınıfların tarih anlatısı tarihi kararların hep erkekler tarafından ve masa başında alındığı söyler. Tarihin ezilenlerin ezenlere karşı, bir sınıflar savaşı tarihi olduğu itina ile gizlenir. Bu gizlenen tarih içinde tüm toplumsal mücadelelerin her birinde, en önünde, öfkesiyle, kararlılığıyla, teorik ve örgütsel katkılarıyla kadınların olduğu da yok sayılır. Oysa Fransız Devrimi’nden, Paris Komünü’ne, 1917 Ekim Devrimi’den 1919 Alman Devrimi’ne, 1936 İspanya’daki faşizme karşı mücadelenin içinde kadınlar hep vardı.  Tıpkı bugün Sudan, Cezayir, Lübnan, Irak, İran, Şili, Hong Kong’da, küresel isyanın parçası olan her yerde oldukları gibi. 

Vardım, varım, varolacağım

Kadınların eşitlik ve özgürlük mücadelesi içinde sadece Luxemburg, Zetkin, Kollantay ve Krupskaya gibi isimler değil milyonların mücadelesi var ama bu isimler üzerinden günümüzdeki mücadeleye nasıl katkı yaptıklarını hatırlamak önemli.  Özellikle günümüzde kapitalist sistemin ekonomik-ekolojik krizi ile birlikte istikrarsızlaşan dünyada yükselen aşırı sağ siyasetler, otoriter rejim ve liderlerin hedefinde bizzat kadınlar var.  Türkiye, İtalya, Brezilya gibi ülkelerde, önceki yıllarda kadınların elde ettikleri kazanımların ulusu ve aileyi tehlikeye attığı açıktan ifade ediliyor, bunu tersine çevirmek ulus ve aileyi güçlendirmek için de “kadının yeri evidir, görevi çocuk doğurmaktır” denilerek toplumsal cinsiyet rollerine kadınlar hapsedilmeye, krizlerin maliyetleri omuzlarına yüklenmeye, kazanımları ellerinden alınmaya çalışılıyor. 

Dünyayı değiştiren, değiştirmek için mücadele eden bu dört kadının da yaşadıkları dönemlerde birçok altüst oluşlar, tarihi olaylar gerçekleşti. Kitlesel grevler, 1905 Rus devrimi, Birinci Dünya Savaşı, 1917 Ekim, 1918 Alman devrimi, faşizmin yükselişi, Stalinizm… Bu tarihsel olayların merkezi sorunların; reform mu devrim mi, savaşa karşı tutum,  kadınların özgürlük mücadelesi, faşizme karşı mücadele gibi her bir başlıkta yaşanan tartışmaların içinde yer aldılar, başlatıcısı oldular, savundukları fikirlerin hayat bulması için büyük bir tutkuyla çabaladılar, örgütlü mücadele verdiler ve hayatlarını adadılar. 

Ya gezegen ya kapitalizm

Rosa Luxemburg 1915 yılında hapiste yazdığı Alman Sosyal Demokrasisinin Bunalımı broşüründe “ya sosyalizm ya barbarlık” demişti. Hapse girmesinin nedeni savaş karşıtı faaliyetti, barbarlık diye tariflediği de savaştı. Birinci Dünya Savaşı da İkinci Dünya Savaşı da  barbarlıktı.  Emperyalistlerin çıkarları uğruna milyonlarca insanın ölümüne yol açtı.  Rosa’nın, silahlanmanın, savaşların kapitalizmin istenmeyen bir unsuru değil  kapitalist üretim modelinin doğal bir sonucu, içkin özelliği olduğunu ve savaşların önüne geçmek isteniyorsa kapitalizmden kurtulmak gerektiğini söylediği dönemden günümüze bir şey değişmedi.  Kapitalizmin krizleri ile birlikte savaşlar daha güncel, silahlanma daha hızlı, ırkçılık da militarizm de daha fazla köpürtülür halde. Rosa’nın “ya sosyalizm ya barbarlık” ikilemine günümüzde eklenen, iklim krizi var. Aynı zamanda  Rosa’nın  reform  mu devrim mi tartışmasını daha güncel kılan bir konu iklim krizi. Reform mu devrim mi tartışmasının yapıldığı tarihten bugüne de reformistlerin savundukları gibi kapitalizmin olgunlaştıkça daha istikrarlı hale geleceği, krizlerle baş edebileceği fikri hiç hayat bulmadı. Bu sistem krizleri önleyemediği gibi insanlığın ve aslında tüm canlı yaşamının önüne şimdiye kadar hiç yaşanmamış büyüklükte tüm canlı yaşamını etkileyen bir varolma krizi getirdi.  Sınırlı kaynaklara sahip gezegen üstünde sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda sınırsız büyümeyi talep eden sistemin yarattığı kriz her geçen gün derinleşiyor. Ve bir kez daha Rosa’nın başlattığı tartışmayı hatırlıyoruz.

Kitlelerin kendi eylemine duyulan güven

Ailenin, kadının doğurganlığı krizle birlikte daha bir kutsanır hale gelirken, kadınların özgürlük mücadelesine hem pratik hem de teorik katkıda bulunan bu kadınları bir kez daha hatırlıyoruz. “Özelleştirilmiş yeniden üretim ortadan kalkmadıkça kadınların ezilmesi son bulamaz”  diyen Zetkin  ve diğerleri  kadınların kapitalist sistem içinde haklarını elde etmeleri için mücadele ettiler.  Ama aynı zamanda bu hakları kapitalizmi yıkmak için istediklerini de açıkça ifade ettiler. Bugün onların yaşadığı dönemden çok daha fazla haklar elde etmiş durumdayız ama ne eşitiz ne de özgürüz.  Aile kurumu, sistemin istikrarı için hem ideolojik hem de yeni nesillerin yetiştirilmesinden, bakım hizmetlerine kadar büyük bir işlev görüyor. Sistemin devamı için aile gerekli,  ailenin devamı için de kadınların kendilerine biçilen rollere uyması gerek. Kaç çocuk doğuracakları, doğurup doğurmayacakları, boşanmanın zorlaştırılması, nafakanın gereksiz olduğu gibi sayısız alanda yarattığı basınçla kadına aile dışında var olma hakkı tanımayan sistem. “Hem eşit hem de özgür olmak istiyoruz” diyen bu kadınlar insanlığı ve kadınların özgürleşmesinin koşullarını yaratacak bir sosyalist devrimi savundular. Devrimin gerekli ve güncel olduğu tartışmasının hep en önünde yer aldılar.  Örgütlü sosyalistlerdi. Her biri dahil oldukları sosyalist partilerin her türlü örgütsel faaliyeti içinde yer aldılar. Ama bu mücadele içinde yaslandıkları, önem verdikleri bir başka şeyi daha hatırlamak gerekir. Bu yeni özgürlük toplumunun  insanların kendilerini özgürleştirdikleri bir süreç içinde kurulması gerektiğini savundular. Kitlelerin kendi eylemlerine duydukları güven çok güçlüydü, her biri bu eylemin aktif bir parçasıydı.

Nuran Yüce

[email protected]

Bültene kayıt ol