Gezi davasında beraat kararının ardından yapılan analizlerin ortak özelliği şuydu: batıyla, özellikle Almanya’yla ilişkilerin toparlanması için beraat çıkmasına Erdoğan ikna olmuş olmalıydı. Bu türden her analiz iki temel soruna sahipti oysaki. Öncelikle, Alman devletinin Osman Kavala için neden mücadele etmesi gerektiği izaha muhtaçtı. İzah eden argümanın izaha muhtaç olmasının yanı sıra, Erdoğan’ın şu ya da bu pazarlığın ürünü olarak, Osman Kavala’nın gözaltına alındığı günden beri dile getirdiği iddialardan vazgeçeceğini düşünmek, rejimin 16 Nisan’dan sonra koşar adımlarla içine girdiği ya da yaratıp sonra teslim olduğu girdabın şiddetini görmezden gelmek anlamına geliyordu. “Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi” şaşırtıcı bir hızla eskiyi yıkıp, yerine mekanizmaları işleyen bir yeniyi koyamadığı, özetle eskiyi yıkmaktan ibaret bir rejime dönüştüğü ve bunu yaparken Gezi-Kavala-üst akıl-“yerli milli” ve dış destekli darbe gibi tezlere bir çırpıda vaz geçmesi imkansız yoğunlukta ve ağırlıkta bir yatırım yaptığı için bu çizgiden geri çekilmek hükümet açısından 23 Haziran İstanbul seçimlerinin ardından yenilen ikinci röveşata golü anlamına gelecekti.
Aslolan klikler değil!
Duruşmanın öncesinde, sabahında ve öğlen saatlerinde ne olduğunu tam olarak bilemiyoruz. Hangi klikler ne gibi bir mücadele verdi, bunun bilgisine de sahip değiliz. Ama aslolanın klikler olduğunu düşünmek, sorunun merkezini es geçmek anlamına geliyor. Sorunun merkezi Erdoğan ve etrafındaki yönetici ekip. İlk karar da son karar da bu yönetici ekip tarafından veriliyor. Fakat, 2015 yılının Şubat ayında Dolmabahçe’de yapılan çözüm süreci basın açıklamasından beri biliyoruz ki Erdoğan, parti tabanı, parti kadroları ve partinin kendisinden sonra gelen liderliğiyle, ilginç bir ilişki kuruyor. Dolmabahçe’de çözüm sürecinin aktif taraflarının yaptığı basın açıklamasının üzerinden kısa bir süre geçtikten sonra, Erdoğan, bu süreçten haberi olmadığını iddia etmiş ve açıklamayla esmesi beklenen bahar rüzgarlarının doğmadan ölmesine neden olmuştu.
Erdoğan daha sonra bu yöntemi bir çok kez uyguladı, kamuoyu, son olarak termik santrallara filtre takmasını ertelemeyi amaçlayan ve AKP’li vekillerin alkışlarıyla geçen yasanın Erdoğan tarafından veto edilmesinde bu yöntemle karşılaştı. Bu yasa meclise Erdoğan’ın haberi olmadan gelebilir miydi? Yasa geçtiğinde de Erdoğan tarafından veto edildiğinde de “durumu” alkışlarla karşılayan AKP’li vekillerin acıklı ruh hallerini araştırmayı ileride meclis tarihini meclis zabıtlarından yola çıkarak analiz edecek tarihçilere bırakalım. Erdoğan bu yöntemle tek yetkilinin kendisi olduğunu, kendisinin AKP’den başka bir şey, onun üstünde, tek bir kararıyla partililerin aldığı tüm kararları değiştirecek bir siyasal figür, bir “kurucu baba” adayı olduğunu gösteriyor. Parti tabanının bir kesimine, ama mutlaka Erdoğan’ın AKP’lileri (çözüm süreci bağlamında Davutoğlu, termik santral bağlamında cümle AKP’li milletvekilini) hiçe sayan tutumundan memnun kalan bir kesimine çıkarlarını en iyi kendisinin/başkanlık rejiminin temsil ettiğini gösteriyor. Bu tutum, parti ve devlet kadroları arasında giderek, Erdoğan nihai kararını açıklamadan tutum belirtmeme, inisiyatif almama eğilimini güçlendiriyor. Koca bir siyasal gövde paralize oluyor, kocaman bir devlet örgütlenmesi hiyerarşik bir felç yaşıyor. Erdoğan’ın siyasal gücü, Erdoğan’ın siyasal tabanının donuklaşması, silikleşmesi, paralize olması pahasına daha da pekişip, merkezileşiyor.
Kavala davasında, bu senaryonun yeniden çevrimini izledik.
İzlediğimiz bir başka film ise bizzat yargılama süreciydi. Aralarından birisini 840 gündür hapsedecek kadar tehlikeli gören, bazılarını idamla yargılayan mahkeme, bir çırpıda beraat kararı verdi. Mahkeme heyetinin gerekçeli kararında “Yargıtay içtihatları” ve “zehirli ağacın meyvesi de zehirlidir” ilkesi de göz önüne alındığında iddianameye konu tapelerin yasak delil mahiyetinde bulundukları kabul edilmiştir” yazıyor. Sanki aylardır mahkemenin ciddiye aldığı “delillerin” “zehirli ağacın meyvesi” olduğu belli değilmiş gibi.
Kitle hareketlerine sopa gösterildi
Gezi davası ve Osman Kavala’nın özel olarak maruz bırakıldığı baskı sürecinde, başka örneklerde de gördüğümüz gibi sert bir sağcı müdahaleye tanık olduk. Erdoğan, bazen başta suskun kalıp sonradan karar açıklayarak bazen de en baştan kararlara müdahale ederek, bu derin sağcı hukuki eğilimlerin, fikirlerin ve kararların içinden geçeceği kapıyı aralıyor. 31 Mart seçiminden sonra da sanki Erdoğan seçim sonuçlarını tanımış, çevresindeki bir klik bu sonuçlar tanınmasın diye bastırmış gibiydi. Erdoğan dört, beş gün sonra ikna olmuş gibi görünüyordu seçim sandıklarında “hiçbir şey olmadıysa da bir şey olduğuna”. Fakat bu doğru olmayabilir, Erdoğan nihai kararını açıklayana kadar istediği türden siyasal bir havanın en azından kendi çevresi arasında hakim olması için kapıyı aralıyor da olabilir. Bu, yeni rejime, bazılarını kendisi kendi ayağına doladığı, bazıları önceki dönemden devralınmış sınırlara dayandığında, hareket imkanı yaratan önemli bir strateji olabilir. Hem Kavala beraat etti, “AİHM kararına ve Türkiye’deki yasal sınırlara uyuldu”, hem hakimler gerekçeli kararın bazı bölümlerinde ifade ettikleri garip mahkeme sürecinin sorumluluğundan kurtuldu hem de yeniden gözaltı ve tutuklamayla yıllardır Osman Kavala ismi etrafında yapılan sağcı yatırım devam ettirildi. Öte yandan Gezi’nin bir vandallık olduğu gerekçeli mahkeme kararına da yedirilmiş oldu. Böylece, aşırı sağcı iklimin mimarları, iki mesajı birden vermiş oldu: 1. Öfkeden, çözülmeden, yönetim krizinden, açlıktan, yoksulluktan söz edenlere, “aklınıza yeni bir direniş, kitlesel eylem getirmeyin” demiş oldular. Gezi’yi vandallıkla suçlarken gelişebilecek kitle hareketlerine sopa gösterilmiş oldu. Son olarak da iktidar gücünün korunması için ne kadar ileri gidilebileceği gösterilmiş oldu.
Osman Kavala, bu eğilimin sahipleri açısından, giderek etkisini yitirse de kullanışlı görüldüğü için, haksız yere hapis yatıyor. Yine de bu yöndeki gelişmeler, siyasal iktidarın çözülüşünü ertelemiyor, hızlandırıyor. Bu çözülme, her davada, her siyasal gelişmede açığa çıkıyor.
Şenol Karakaş
(Sosyalist İşçi)