Külliye’de kamuya atama töreninde konuşan cumhurbaşkanı Erdoğan, konuşmasının bir yerinde, “Tüm yargı dünyasına sesleniyorum, kanun sayfaları arasındaki maddelere değil vicdanınızın sesine kulak verin.” dedi. Bu sözleri kadına yönelik şiddet suçu işleyenler hakkında indirim uygulayan yargıçlara uyarı olarak okuduğumuzda görmezden gelinebilir, iyi niyetli bir yaklaşım olarak ele alabiliriz.
Ama böyle yapmamalıyız!
Burada iyi niyet olarak görülebilecek şey yargıda adaletin tümüyle askıya alınması sonucunu doğurabilir, bir süre sonra kadına yönelik şiddet ve kadın cinayetlerinde eleştirdiğimiz uygulamaları bile mumla arar hale gelebiliriz.
Bunun nedeni, hukuksal süreçlerin tek tek hukukçulara ve üstelik onların vicdanına bırakılamayacak kadar önemli olmasıdır. Hukuksal sözleşmeler, sınıflara, cinslere, yönelimlere, siyasi tercihlere, mesleklere, yaşlara, kültürlere, yaşam tarzlarına, eğitim düzeylerine, örgütlenmelere bölünmüş bireylerin ve giderek grupların birlikte yaşamasını düzenleyen ve her bir grubun çıkarlarını, o topluluktaki demokrasinin gelişkinliğine bağlı olarak azami ölçüde ve başka grup ya da bireylerin haklarını kısıtlamayacak şekilde garanti altına alan kurallar bütünü demektir. Bu kurallar, hukuk alanında ve mahkemelerde karar verici olarak görülenlerin vicdanlarından bağımsız olmak zorundadır. Olmak zorundadır, zira, vicdan çok değişken bir olgudur. Bir olayda, vicdanlar bambaşka unsurlara odaklanabilirler. Adamın bıçakladığı kadına odaklanmak kadar bıçaklayan sosyopatlara da odaklanabilen vicdanlarla karşılaşabiliriz. Şule Çet cinayetini işleyen katillerin avukatının, hepimizi öfkelendirerek yaptığı tam da buydu. Bunun sayısız örneğiyle karşılaşıyoruz. Mevcut, beğenmediğimiz hukuksal kurallara göre tutuklanması, ceza alması gereken saldırgan erkekler, kamuoyu, sosyal medya ya da siyasiler tarafından bir baskı gelene kadar serbest kalabiliyorlar.
Tek başına, doğrunun, ahlaki olanın, gerçek olanın yanında saf tutan bir vicdan yoktur. Vicdan sosyal doku tarafından şekillenen bir özelliktir. Hukuk hayvanları mal olarak kodladığı, hayvana verilen zararı da mala verilen zarar olarak ele aldığı sürece, bu konuda vicdanı istediğimiz gibi işlev gören bir hakim ne yaparsa yapsın, bir köpeği tekmeleyerek felç eden bir hayvan düşmanını tutuklatamaz. Tersi de doğrudur ama. Yeni doğmuş köpek yavrularını bir çuvala koyarak dereye atıp boğmayı “normal” olarak ele alan, bu normalle büyüyen ve bir şekilde hakim olan bir kişi, bir köpeğin öldürülmesini vicdanına bakarak ele alamaz. Almamalı.
Gece yarısı kadınların tek başına dolaşmasını tecavüzü normalleştiren bir durum olarak gören, yani kadına yönelik şiddete fikirsel temeller sunan birisinin bir kadına yönelik şiddet davasında karar verici olarak vicdanını hiç dinlememesi daha iyidir.
Türkiye Cumhuriyeti partiler kanununa göre kurulmuş, seçimlere giren bir partinin, yasal bir partinin, örneğin HDP’nin üyelerini “terörist” olarak kodlayan bir hakimin, her hangi bir HDP üyesinin yaptığı bir konuşma nedeniyle yargılandığı bir davada, vicdanına kalırsa karar verme yetkisi, verilecek karar bellidir.
Vicdanın mağdurdan yana işlediği fikri, kanun hükümlerine değil de vicdan hükümlerine göre kanunun uygulama önerisini şekillendiriyor olabilir. Ama Türkiye’de vicdanlar mağdurdan yana tutum almıyor. Söz konusu olan yargı, siyaset ve bürokrasi mensuplarının vicdanlarının tercihiyse Türkiye’de korunacak şeyin bizzat devletin ta kendisi olduğunu biliyoruz. Söz konusu insanlar açısından Türkiye’de vicdan devlettir. Bu yüzden gereken hakimlerin vicdanlarının sesini sesini dinlemesi değil, aşağıdan yukarı mağduru korumayı merkezine alan demokratik bir siyasal alan ve demokratik bir yargı düzeni inşa etmektir. Herkes kurallara uymalı, uyulacak kurallar demokratik bir içeriğe kavuşturulmalı.
Şenol Karakaş
(Sosyalist İşçi)