Çözülme, çürüme ve öfke

23.11.2019 - 11:15
Şenol Karakaş
Haberi paylaş

Dipsiz Göl’ün iki patron kılıklı adam define arayacak diye yok edilmesi. 12 bin yıllık bir mirasın yer yüzünden devlet yetkililerinin onayı ve jandarmanın kontrolünde imha edilmesi. Buna benzer o kadar çok örnek yaşanıyor ki. Sit alanlarının, koruma altına alınmış ekosistemlerin arka arkaya imara açılması. İnşaatçı bir kişinin turizm bakanı olması. Tarihi eserlerin restorasyonunda yaşanan rezaletler.

Sadece inşaat sektörü için gözlerin karartılması değil sorun. Her alanda öfkeyi artıran uygulamalar var. Aynı dosyadan yargılanan insanların ayrı cezalara çarptırılması, Ahmet Altan örneğinde üç kez yaşandığı gibi, aynı suçtan birden fazla kez ceza verilmesi, insanların serbest bırakılıp kısa süre sonra aynı suçtan hapse atılması, üst mahkemelerin bağlayıcı kararlarının yok sayılması. İnşaat değil sadece, hukuk alanında adaletsizliğin toplumun bütünü tarafından kaygı verici bir hal aldığının görülmesi de öfkeyi artırıyor. Kurallara uyan bir yargı sistemi konusunda şüphe yaratılmış olması tek tek herkesi çivi üstünde yürüyormuş gibi kaygılandırıyor. Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay halkın yargıya olan güvenin yüzde 38 olduğunu söylemişti. Bu açıklama Haziran ayında yapılmıştı. Aradan geçen dört ay güvenin daha da azalmasına ve haksızlıklara karşı öfkenin daha da birikmesine neden oluyor. Şunun açıklaması yok: Anayasa Mahkemesi “Barış akademisyenleri”nin suçsuz olduğuna hükmetti. Fakat bir barış metnini imzaladığı için okullarından, işlerinden atılan, pasaportlarına el konulan akademisyenler, haklarında verilen AYM kararına rağmen işlerine dönemiyor, pasaportlarını alamıyorlar hala. OHAL dönemi fırsatçılığı, 15 Temmuz darbesine hiçbir şekilde bulaşmamış, bu darbeye katılmamış, darbeyi desteklememiş büyük bir kitlenin darbeye katılmakla suçlanıp mağdur edilmesine yok açtı.

Son bir buçuk yılda, toplumun yoksul büyük çoğunluğu görülmemiş bir hızla daha da yoksullaşırken, büyük şirketlerin korunması, kollanması, bu şirketlerin borçlarının yapılandırılması ama asgari ücretin açlık sınırından defalarca aşağıda olması, zengin-fakir uçurumunun giderek büyümesi ve bu adaletsizliğin önüne geçilecek hiçbir adımın atılmaması, atılma ihtimalinin de görülmemesi öfkeyi artırıyor. Devlet desteği açık bir şekilde yoksuldan, emekçiden, kadından, ezilenden değil, zenginden yana.

Kayyum atanan belediyeler, tutuklanan belediye başkanları, kadın cinayetlerinin engellenmesini sağlayacak tedbirlerin alınması bir yana bu katliamları önleyecek kazanılmış hakların tırpanlanmaya çalışılması ve önleyici tedbirlerin pratik olarak uygulanmaması öfkeyi artırıyor.

Sorunun kökeninde, yöneticilerin, ilk başta bilerek keskinleştirdikleri kutuplaştırmacı siyaset ve uygulamaların, giderek bağımsız bir dinamik kazanması ve durdurulamaz hale gelmesi yatıyor. Gelişmeleri kavramak açısından, Devlet Bahçeli’nin, Erdoğan’ın fiili olarak cumhurbaşkanlığının yetki sınırlarını aşmasına yönelik eleştiri ve çözüm önerisini hatırlamak gerekir: “Bunlardan birincisi ve bizim açımızdan da en doğru, en sağlıklı olanı, Sayın Cumhurbaşkanı’nın fiilli başkanlık zorlamasından vazgeçmesi, yasa ve anayasal sınırlarına çekilmesidir. Şayet bu olmayacaksa, ikinci olarak, fiili durumun hukuki boyut kazanabilmesinin süratle yol ve yöntemlerinin aranmasıdır.”

Kuşkusuz, ikinci yol seçildi ve fiili durum yaratıp hukuku buna uydurmak giderek bir gelenek hale geldi, sık sık, hukuku fiili duruma uydurmaya bile gerek görülmeyen örneklere tanık olmaya başladık.

Bir yandan kutuplaştırıcı siyaset ve uygulamalar diğer yandan öfkeyi biriktiren uygulamalar, politikalar ve açıklamalar çok hızla geldi ve kendi sınırlarına dayandı. 31 Mart yerel seçimleri ve 23 Haziran İstanbul yeniden seçimi bu sınırları gösterdi. 

Şimdi, bu sınırlar açıkça görülmesine, yerli-milli koalisyonun AKP kanadı bir yandan hala Türkiye’de en çok oyu alan partiyken bir yandan da gizlenemez bir şekilde çözülmesine rağmen, hükümet, bu uygulamaları frenlemeyi başaramıyor. 

Önümüzdeki dönemi, cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin doğasından kaynaklanan bir şekilde, AKP siyasal iktidarın merkezileşmesinin bedeli olarak çözülürken öfkenin toplumun geniş kesimlerinde birikmesi karakterize edecek. Unutmayalım, dünyada bugünün en belirleyici gelişmesi haksızlıklara duyulan öfke. İnanmayan her kıtada dünyanın meydanlarına bakabilir.

Şenol Karakaş

[email protected]

(Sosyalist İşçi)

Bültene kayıt ol