Dünya nüfusunun büyük bir bölümü sefalet koşullarında, yaşam mücadelesi veriyor. Çevresel sorunların derinleşmesi ve iklim değişikliğinin yarattığı ekonomik ve sosyal sorunlar, savaşların yarattığı yıkım ve milyonlarca insanın coğrafya değiştirmek zorunda kalması: tüm bunlar kapitalist sistemin başarısızlığını bariz bir şekilde göstermekte. Açıkça söylenmiyor ama sistemin “topun ağzında” olduğu anlamına gelen pek çok açıklamalar yapılıyor. IMF başkanı ABD ve Çin arasındaki ticaret savaşlarını işaret ederek kapitalizmin küresel bir krize gireceğini söylüyor. Dünya Bankası ve IMF yetkilileri dünyadaki gelir dağılımındaki adaletsizliklerden duydukları endişeleri dile getiren açıklamalar yapıyorlar. ABD'nin dört büyük bankasından biri olan JP Morgan'ın başkanı kapitalizmin reforme edilmesi gerektiğini söylüyor.Kuşkusuz bu açıklamaların arkasında kitlesel ayaklanmalar ve devrimci dönüşümlerden duyulan korku var. Ekonomik durgunluktan çıkmak için sermayenin başvurduğu tasarruf tedbirleri, güvencesiz çalışma koşulları, kitlelerin özellikle en alttakilerin işçilerin ve yoksulların arasındaki rahatsızlığı, sisteme karşı öfkeyi beraberinde getirmekte. Sadece işçiler değil, iklim krizine karşı direnenlerden, kadın hareketine, göçmenlerle dayanışan ırkçılık karşıtı harekete kadar tüm toplumsal hareketlerin hedefinde kapitalizm var.
Kriz derinleştikçe öfke büyüyor
Sermaye sınıfının derin bir çözümsüzlük, kriz ve savaş koşullarında ortaya çıkan ve giderek sayıları artan otoriter figürler, “Amerika’yı yeniden büyük yap” gibi milliyetçi popüler söylemlere ve ırkçılığa başvurmaktalar. Bu demogojik söylemlerin ortak özellikleri her yerde ve dönemde aynı: ırkçılık, göçmen düşmanlğı, sola karşı düşmanlık ve cinsiyetçilik. Ancak otoriterleşen sistem toplumsal kutuplaşmaları tırmandırıyor ve siyasal istikrarsızlaşmayı derinleştiriyor. Özellikle, Avrupa’da geleneksel partiler zayıflarken, hem sağın hem de solun yükseldiğini görüyoruz. Zenginler kulübünün temsilcisi Trump'ın karşısında, en güçlü aday Demokrat Parti'nin sol kanadı var. Gelirin yeniden bölüştürüleceğini, yoksulluluğu azaltacak sosyal programları, parasız eğitim ve sağlığı savunan Demokratik Sosyalistler giderek güçleniyor. Keza, Jeremy Corbyn liderliğindeki İşçi Partisi'nin yükselişinin arkasında da sınıf mücadelesi ve öfkeli kalabalıklar var.
Antikapitalist bir odak için sosyalist fikirler
Türkiye’de ise 31 Mart yerel seçimlerinden sonra, özellikle de 23 Haziran’da tekrarlanan İstanbul seçiminden sonra AKP ve MHP ittifakının yoksulların ve işçilerin desteğini yitirmeye başladığı yeni bir siyasal sürece girildi. Ekonomiden, uluslararası ilişkilere pek çok konuda tam bir çözümsüzlük içinde olan otoriter sağcı ittifak işsizlik, yoksulluk zamlar ve düşük ücretler koşullarında yaşamak zorunda kalan milyonlarca insanın öfkesini Suriyeli göçmenlere yönlendirmek peşinde. Yerel seçimlerde kitlelerin sisteme ilişkin öfkelerini ifade eden sol bir alternatif çıkarılmadı. İmamoğlu’nun potansiyel yeni bir lider adayı olarak yükselişi, diğer yanda AKP kitlesini cezbedebilecek olan Babacan-Gül ekibinin yeni parti çalışmaları burjuvazi için seçeneksizlik durumunun değişmeye başladığını göstermekte. Ancak işçilerin ve ezilen tüm kesimlerin mücadelesini siyasallaştıracak, antikapitalist bir sol odağın yarattığı boşluğun doldurulması önümüzdeki birkaç yıl açısından hayati önem taşıyor.
Ekim ayının ilk haftasından itibaren, Tekirdağ, İstanbul, Ankara, İzmir, Bursa ve Antep’de düzenleyeceğimiz “Sosyalist Tartışmalar” adı toplantılar dizisinde kapitalizmi dünya çapında yenmenin olanaklarını konuşacağız. Otoriterleşmeye yakıt veren milliyetçiliğe, ırkçılığa, göçmen düşmanlığına ve cinsiyetçiliğe karşı işçi sınıfının birliğini savunan, “amasız fakatsız barış” diyen antikapitalist bir odağı nasıl inşa edeceğimizi tartışacağız.
Katılın birlikte tartışalım, birlikte mücadele edelim.
Çağla Oflas
(Sosyalist İşçi)