İstanbul seçimlerinin yenilenmesi, bizim de seçimlere dair görüşümüzü yenilememize neden oldu. (https://marksist.org/icerik/Haber/12093/DSIP-Demokrasinin-gaspina-dur-demek-icin-oyumuz-Imamogluna!)
31 Mart seçimlerinde sadece HDP adaylarına oy çağrısı yaparken, yenilenen İstanbul seçimlerinde İmamoğlu’na oy çağrısı yapıyoruz. Bunun tek bir nedeni var: İmamoğlu’nun hakkının gasp edilmesi! Demokrasinin sınırları içerisinde, seçimlerde, her şeyden daha önemli olan, seçim ilkesini, sandıktan çıkanın hakkının teslim edilmesi ilkesini savunmaktır çünkü. İmamoğlu’nun mazbatası gasp edildi, mazbatası derhal iade edilmeli.
Öte yandan ne İmamoğlu etrafında yaratılan politik havaya ne de oluşturulan lider kültleriyle gerçekçi bir değişimin yaşanabileceği fikrine herhangi bir prim verebiliriz. AKP karşısındaki çaresizlik hissi yaklaşık beş yıldır alternatif lider arayışlarına neden oldu. Sorunun, bir lider, Erdoğan’a ya da AKP’li adaylara denk bir aday çıkartamamak olduğu görüşü hakim oldu. Daha bugünden 2023’te Erdoğan’ın karşısına çıkacak ismin İmamoğlu olduğu konuşulmaya başlandı. Oysa sorun, AKP liderliğine karşı başka bir liderliğin öne atılamaması değil, liderlik kültünün anti demokratik muhtevasına karşı aşağıdan, işçi sınıfına dayanan kolektif bir hareketin inşa edilip edilememesidir.
Bu açıdan bakınca şu sorular anlam kazanıyor:
İmamoğlu bir işçi önderi mi?
İmamoğlu azınlık haklarının tanınması için mücadele mi vermiş?
Demirtaş’ın siyaset üslubunu beğenmekten başka Kürt sorununda çözüm için ne yapmış, ne yapılması gerektiğini söylemiş?
İmamoğlu’nun sermayeyle ilişkisi nedir?
Bu soruları İmamoğlu’nun sahip olduğu yetenekleri küçümsemek için değil, o
yeteneklerin işçi sınıfının aşağıdan mücadelesinin gelişmesine hiçbir katkı sağlamayacağını göstermek için dile getiriyorum.
Şunu bir kez daha söylemekte fayda var: AKP-MHP koalisyonu YSK aracılığıyla - üstelik YSK kendi başkanını bile aldığı karara ikna edemeyerek aldı bu kararı - İmamoğlu’nun mazbatasını gasp etti. Bu bir yandan rejimin ne kadar tehlikeli bir güzergaha savrulduğunu gösteren bir gelişme oldu, zira iktidarın seçimle gelip seçimle gitmesi geleneğini (darbelerin etkisi bir an için gözden uzak tutarsak) yerle yeksan etti. Ama aynı zamanda milyonlarca insanın oyunu alarak seçilen bir siyasetçinin en temel demokratik hakkını gasp etti.
Bu yüzden “Oy ver, mazbatayı geri ver” diyoruz. İmamoğlu’nun gasp edilen demokratik hakkının meşruluğunu savunmak için, İmamoğlu’na oy vermeliyiz. İmamoğlu oy kazansın diye kampanya yapmalıyız.
CHP’nin değişimi meselesi
CHP güzellemesi yapmadan ve CHP’nin değiştiği iddialarına prim vermeden böyle bir kampanya yapmalıyız. Zira, sol saflarda, AKP ve MHP’nin el ele yarattığı karanlık politik atmosfer, sola benzeyen her açıklamayı “umudun adresi” haline getiriyor. Özgürlükler üzerindeki baskının ağırlığı bir çok sol muhalifin, “CHP mütedeyyin bir siyasetçiyi aday gösterdi, işte değişim” demesine neden oluyor. Kadıköy’de Kürt bir belediye başkan adayı çıkartması, CHP liderliğinin kutuplaştırıcı söyleme pek fazla prim vermemesi gerçekten de sola benzeyen bir şeydir ama sadece benzeyen bir şeydir.
CHP’nin değişiminden söz edeceksek, bu parti liderliğinin önce yakın darbeler tarihi ve bu tarihte oynadığı rolle yüzleşmesi gerekmektedir.
CHP’de değişimden söz edeceksek, Kürt sorununun çözümü süreçlerini sabote etmek için kullandığı inisiyatifle yüzleşmesi gerekmektedir.
Dersim tartışmalarından Ermeni soykırımının ele alınmasına, başörtüsü yasaklarından parti kapatmalarının da içinde yer aldığı girişimlere, özgürlükçü alanların hepsine birden karşı olduğu durumlarla yüzleşmeden, İmamoğlu’nun aday gösterilmesi, Alper Taş’ın aday gösterilmesi gibi gerekçelerle bu partinin değiştiğini iddia etmek, mazrufa değil zarfa bakmaktır. Zarfın içinde olsa olsa en iyi ihtimalle seçim kazanmak için bir ölçüde demokratlık bir ölçüde de solculuk yapan, ama bu solculuğu sol Kemalist, sol milliyetçi bir politik hattın ötesine bir milim bile taşırmayan bir “siyasi değişimin” olduğunu görürüz. Bu, sol, Kemalist ve popülist bir söylem. Hem azınlıkların bayramını kutlayan, hem seçilir seçilmez soluğu Anıtkabir’de alan hem de Türkeş’i hayırla yad eden bir geleneğin ciddiye alınması gereken bir değişim anlamına geldiğini düşünmek için şu iki olayın aynı anda yaşanması gerekiyordu: Birincisi, sağcılığın politik ortamı nefes alınamaz kılması; ikincisi, bu çaresizlik hissinin aşağıdan devrimci, özgürlükçü, antikapitalist bir alternatifin inşa edilmesini imkânsız kıldığı fikrinin yaygınlaştırması.
OHAL koşulları bu iki şartı yerine getirdi.
Bu yüzden, bu noktaların altını çizerek İmamoğlu’nun gasp edilen hakkının iadesi için mücadele etmekle, İmamoğlu’nun yeni bir politik umudun siyasal temsilcisi olduğunu düşünerek seçim kampanyası yapmak arasında devasa bir fark var.
23 Haziran’a kadar bu farkın altını kalın harflerle çizmek, başka bir dünya, başka bir mücadele, başka bir umudun var olduğunu, işçi sınıfının kendi eylemini geliştirmesi için örgütlenmek zorunda olduğumuzu savunmak anlamına da gelecek.
Şenol Karakaş