Brexit kaosu büyürken: Sosyalistler ne diyor?

23.03.2019 - 21:35
Haberi paylaş

İngiltere’de 2016 yılında gerçekleştirilen AB referandumunda AB’de kalmaktan yana olan güçler, Londra’da kitlesel bir gösteri düzenledi.

Brexit ile ilgili AB ile Muhafazakâr Parti hükümeti arasında varılan anlaşma, anlaşma olmadan AB’den çıkma ve ikinci bir referandum yapılmasıyla ilgili önerilerin hepsi parlamentoda reddedilmişti. Bugün Londra’daki gösteri, halka bir kez daha söz hakkı verilmesini talep ediyor. Organizatörler eyleme bir milyon kişinin katıldığını duyurdu.

İngiltere’de yayımlanan haftalık gazete Socialist Worker’da (Sosyalist İşçi) eylemden bir gün önce yayımlanan makalede, Brexit sürecinde gelinen nokta şöyle değerlendirildi:

Brexit patronların sistemini bozdu

Çok sayıda insanın Brexit hengâmesi nedeniyle hayal kırıklığına uğraması ve bitkin düşmesi şaşırtıcı değil. Son üç yıldır, Theresa May yenilgiler, yarım yamalak tavizler ve ertelemeler arasında manevra yaparken çok az desteğe sahipti.

Ancak bu sadece May’in hatalarına veya kabiliyetsizliğine indirgenebilecek bir şey değil. Mesele, Haziran 2016’daki AB’den “ayrılma” oyunun İngiliz egemen sınıfı için yarattığı derin kriz.

İngiltere’de referandum sırasında sistemin hemen hemen tüm unsurları, AB’de “kalma” kampanyasının arkasına dizilmişlerdi.

Birçok kişi de solcu gerekçelerle “kalalım” oyu kullandı. “Ayrılalım” kampanyasının başını çeken Boris Johnson, Michael Gove veya Nigel Farage gibi isimlerin saldırgan ırkçılığına bakarak oy verdiler. Başkaları, Muhafazakârlar’ın Brexit’i kullanarak işçiler ve çevre için var olan yasal korumaları yırtıp atabileceğinden korktular.

Ancak “Kalalım” kampanyasının liderliği, neoliberal statükoyu çaresizce korumak isteyen figürlerden oluşuyordu. Britanya’da bunlar, Muhafazakâr Başbakan David Cameron’ı ve kabinesindeki 30 kişinin 25’ini, patronlar örgütü CBI’ı (İngiltere Sanayi Konfederasyonu), finans merkezi the City of London’ı ve büyük sermayeyi içeriyordu.

Ve uluslararası destek de büyük emperyalist güçler ve NATO askeri ittifakı içinde bulunmuştu.

Brexit, bütün bu sistem unsurların çıkarlarının dişlerini kıran bir tekme gibiydi ve referandumdan beri sürece engel olmaya çalışıyorlar.

Büyük sermaye AB’den yana

Brexit’e muhalefetin en önemli unsurlarından biri büyük sermaye. Referandum döneminde Times gazetesine yazılan bir mektup, küresel banka Goldman Sachs’tan Galler’in Penarth kasabasındaki küçük bir içki dükkanına kadar, patronların nasıl birlik olduğunu gösteriyordu. Bunların içinde çevreyi kirleten petron devi BP, silah ticareti yapan BAE Systems ve en büyük özelleştirme skandallarından birinin merkezinde yer alan Carillion firması yer alıyordu.

Bu mektup, “şirketlerin büyümeye devam edebilmek için 500 milyon kişilik Avrupa pazarına engel olmadan girebilmeye devam etmesi gerektiğini” söylüyordu. İngiliz patronların, ABD ve Çin gibi daha büyük rakiplerle baş edebilmek için AB’ye bir kapitalist ülkeler bloğu olarak ihtiyacı var.

Patronlar, AB’nin parçası olmak herkes için iyi bir şeymiş gibi davranıyorlar ve Brexit’in “yatırımcıları caydıracağını, işsizlik tehdidi yaratacağını ve ekonomiyi riske atacağını” söylüyorlar.

Ancak “ekonomi” için neyin iyi olduğunu söylerken kastettikleri, halkın ve gezegenin hilafına kârları maksimize etmek için neyin iyi olacağı.

Dahası, AB’nin ortak pazar kuralları, kamulaştırma gibi solcu politikaları yasaklıyor.

Brexit, May, Muhafazakâr Parti’nin savaşan kanatları ve büyük sermaye arasında çatlaklara yol açtı.

Brexit sürecinde ırkçılığa karşı birleşmek mümkün mü?

Derin bölünmeler

Muhafazakârlar, 20. yüzyılın başından beri İngiliz kapitalizminin baskın olan partisi olageldiler. Ancak 50 yıldır AB üyeliği konusunda bir bölünme var. Bugünkü kriz, daha eskiden, İngiliz patronların kendi aralarında çıkarlarına AB’nin mi ABD’ye dönmenin mi daha iyi hizmet edeceğiyle ilgili yaşadıkları bölünmenin devreden bir bakiyesi.

Bu bölünme, Muhafazakâr Parti’de derin bir çatlak bıraktı. Muhafazakârlar’ın bir kanadı, İngiliz sermayesinin AB’nin dışında durduğunda daha iyi iş yapacağına inanıyor. Bir diğer kanat ise AB’de kalma konusunda İngiliz patronların çoğunluğuyla birlikte saf tutuyor. Bu bölünme, Muhafazakârları paramparça etti.

David Cameron, AB referandumu yapma kararı aldığında, partisinin parlamentoda daha geri duran sağ kanat üyelerini onlara taviz vererek yatıştırmayı ve Nigel Farage’ın UKIP’ine (Birleşik Krallık Bağımsızlık Partisi) kaptırdığı oyları geri almayı amaçlıyordu.

İnatçı başbakan, onun liderliğinde AB’de “kalalım” oyunun kazanacağı konusunda kendinden emindi. “Ayrılma” oyunun kazanması onun için utanç verici oldu ve istifa etmek zorunda kaldı.

Onun yerine sessiz bir “kalalım”cı olan May geçtiğinde, AB’den ayrılmaya olan bağlılığını kof bir lafla ifade etti: “Brexit, Brexit demektir”. Ancak parti içi bölünmeler, onun herhangi bir gerçek kararı sürekli ertelemeyi denemesi anlamına geliyordu.

İlk olarak, 2016 Haziran’ındaki referandumdan sonra AB’den ayrılma sürecini başlatacak olan 50. Madde’yi derhal tetiklemeyi reddetti.

2017 Ocak’ında Brexit müzakereleri başladığında, May, “katı bir Brexit” için olan vizyonunu açıkladı. Bu, ortak pazarı ve gümrük birliğini terk etmeyi, göçmenlerin serbest dolaşımını durdurmayı içeriyordu. Göçmenlere yönelik kirli, ırkçı ve yabancı düşmanı bir saldırı vadediyordu. Ancak bunun kârlarını tehdit edeceğini düşünen patronları öfkelendirdi.

Kavga

Olağandışı bir şekilde, Muhafazakârlar’ın sağ kanadı patronlara saldırdı. Boris Johnson sermayeye küfür etti ve Iain Duncan Smith, patron örgütü CBI’ın korkularını dinlemeyi, 1930’larda Hitler’i ve Nazileri sakinleştirmeye çalışmaya benzetti.

2017’nin Kasım ayındaki CBI yıllık olağan konferansında, May, İşçi Partisi’nin (Labour) lideri Jeremy Corbyn’den daha soğuk bir şekilde karşılandı. Corbyn, sermayenin desteğini alabilmek için ortak pazarı korumayı vadeden bir hamle yapmıştı. Büyük sermaye hiçbir zaman İşçi Partisi için gemi değiştirmeye niyetli değil. Ancak bunu, Muhafazakârlar içindeki çatlaklardan faydalanma ve May’i baskı altına alma çabaları için kullandılar.

Maliye Bakanı Philip Hammond, AB’nin en neoliberal yanlarını korumak için mücadele etti. Bir aşamada onun departmanı olan Hazine, AB’den bir anlaşma olmaksızın ayrılmanın ne kadar yıkıcı olacağına dair veriler yayımladı. May, anlaşma olmadan ayrılmanın, kötü bir anlaşmayla ayrılmaktan daha iyi olacağını söylemesine rağmen bunu yaptı. 2017 yazında, büyük sermaye, kendi talepleri için bastırabileceği bir fırsat gördü.

May, partisi içerisindeki rakip hiziplerle mücadelesinde ve AB ile müzakerelerinde konumunu güçlendirmek için bir erken seçim çağrısı yaptı. İki yıl içerisinde ikinci kez bir Muhazakâr başbakan, kazanacağına dair sonsuz bir kibirle bir oylama çağrısı yaptı. Ve ikinci kez de utanç verici bir sonuçla karşılaştı.

Sıradan insanlar, May’a enfes bir aşağılanma yaşattılar. İşçi Partisi’nin oylarındaki artış, Muhafazakârlar’a parlamento çoğunluğunu kaybettirdi. May’in otoritesi paramparça oldu.

Şimdi, partisindeki rakip kanatları ve patronları idare etme konusunda daha da güçsüz kalmıştı.

Yönetmeye devam edebilmesi ancak karar almakta sonu gelmeyen ertelemeler ve iki taraf arasında tutum almadan olayları geçiştirmelerle mümkün olabiliyordu.

İkinci referandum

Süreçte aşama kat edilememesi, sistemi yöneten bazılarına, ikinci bir referandum yoluyla Brexit’i tamamen engelleyebileceklerine dair bir umut verdi.

Bu cumartesi Londra’da yapılan Halkın Oyu yürüyüşüne birçok iyi insan da katılmasına rağmen, kampanyanın başını neoliberalizmi savunmak isteyen büyük sermaye ve Blairciler çekiyor.

Sonuç ne olura olsun, patronlar kendi çıkarlarını savunmayı denemeye devam edecekler.

Patronların gazetesi Financial Times şöyle diyor:

“Eğer May’in anlaşması suya düşerse, işi tamamen batırmış olacak. Ancak geçtiği takdirde dahi çok az şey çözülmüş olacak.

Her ne kadar May’in paketi sık sık bir anlaşma olarak adlandırılsa da, aslında bir ‘askıya alma’ anlaşmasından çok da fazla bir şeyi ifade etmiyor.

Bir ticaret anlaşması yok, hizmetler için bir plan yok, bir son durak yok.

Bayan May kısa bir süre sonra gitmiş olacak, bu mücadeleler ise devam edecek.”

Sol, son üç yılda yaptığı gibi, egemen sınıfın farklı kanatlarının argümanlarına kuyrukçuluk yapmamalı.

Bunun yapılması, May’in Brexit’ine muhalefeti bir arada tutan şeyin neoliberalizmin savunusu olmasına yol açtı. İşçi Partisi ve sendikaların liderleri dahi ortak pazarı savunarak bu pozisyona düştüler.

TUC sendika federasyonu ile patron örgütü CBI’ın Brexit üzerine ortak bir açıklama yapması, gerçekten de gelinen en kötü nokta oldu.

On yıldan fazla süredir, sendika liderleri, ücretleri kesen ve işten atan patronlarla mücadele etme konusunda başarısız oldular. Şimdi onlarla birlik olarak, sıradan insanlar için en iyi olan patronların çıkarlarını korumakmış gibi davranıyorlar.

“Ayrılalım” oyunun kazanması, içinde ilerici ve gerici fikirlerin bulunduğu, sisteme karşı çelişkili bir isyandı. Derin siyasi krizlerin norm hâline geldiği bir ortam yarattı. Başbakan benimsediği ana politikaları parlamentodan geçiremiyor, İşçi Partisi ise parçalara ayrıldı.

Sol, krizi yaratan öfkeye bir şekil vermeyi deniyor olmalı. Ve bu öfkeyi, bozuk siyasi sistemi ortadan kaldırıp yerine çok daha iyisini koymak için kullanmalı.

Alternatif bir vizyon, sosyalist ve ırkçılık karşıtı bir Brexit için mücadele etmekten geçiyor. “Serbest dolaşıma evet” ve “Ortak pazara hayır” diyen bir mücadele hattı.

Bu, Muhafazakârlar’ı göndermek için ırkçılığa ve kemer sıkmaya karşı mücadeleleri inşa etmek anlamına geliyor.

Tomáš Tengely-Evans

(İngilizce metni Türkçe'ye Ozan Tekin çevirdi)

Bültene kayıt ol