Erdoğan ve Devlet Bahçeli’ye bakılırsa, 31 Mart seçimleri bir ölüm kalım meselesi. 31 Mart seçimlerinde AKP-MHP ittifakına oy verilmemesi, bitmek bilmez beka sorununu çok travmatik bir evreye taşıyacak.
Erdoğan 6 Mart’ta katıldığı bir canlı yayın programında şunları söyledi: "Şu anda bakın kendi kendiyle çelişki içinde olan bir ana muhalefetin başı var. Ülkemizde ve bölgemizde yaşanan hadiseler 31 Mart seçimlerini artık sıradan bir seçim olmaktan çıkarıyor. Şimdi YPG/PYD'yi kalkıp da bu beka sorununun bir tarafı, bir ucu olmaktan eğer göremiyorsa bir ana muhalefetin başı, bu ülkede beka sorunu nedir, bunu tanımlamaktan da uzaktır. (…) Bizim eğer bir Cerablus, bir Afrin operasyonumuz olduysa bunun sebebi o açılan terör koridorunu yani beka sorununu ortadan kaldırmak için biz ne yaptık, yarma harekatı yapıp Zeytin Dalı operasyonuyla bir defa o işi yok etme yoluna gittik.”
Devlet Bahçeli ise aynı sorunu şöyle ifade ediyor: “Türkiye´yi karanlığa itmek istiyorlar. Türkiye köşeye sıkışsın diyorlar. Milli bekamızı hedef alıyorlar. Milli birliğimizi yıkmayı planlıyor. Dünün tekfurları neyse, bugünün işbirlikçileri de aynıdır. Dünün Bizans´ı neyse, bugünün ihanet ortakları tıpatıp aynısıdır. Güney sınırlarımız boyunca terör devleti kurmak için çalışıyorlar.”
Erdoğan’ın da Bahçeli’nin de beka sorunu deyince neyi kastettikleri açıklamalarının içinde gizli. Erdoğan, “bunun sebebi o açılan terör koridorunu yani beka sorununu ortadan kaldırmak için biz ne yaptık” dediğinde, Bahçeli, “Güney sınırlarımız boyunca terör devleti kurmak için çalışıyorlar.” dediğinde, aslında üzerinde konuşulan konunun Kürt sorunu olduğu açığa çıkıyor.
Beka kaygısının arkasına gizlenenler
Söz konusu beka, varlık/yokluk meselesi olunca, gerisi teferruat oluyor sahiden de. Ölüm/kalım tartışması yapılırken demokrasiden, özgürlüklerden, adaletten, kadın haklarından, işçi haklarından, hukuksuzluklardan, keyfi iktidar tutumlarından, gösteri, düşünce, ifade ve örgütlenme özgürlüğü üzerinde giderek artan baskılardan, hayat pahalılığından, yoksulluktan, son 6 ayda yüzde 40 fakirleşmekten, ekonomik büyüme rakamlarının ekonominin çakılmak üzere olduğunu ortaya serdiğini konuşmaktan kurtulmuş olunuyor.
Beka meselesi varken elektrik faturasını konuşmanın ne alemi var!
Kadın haklarını, işçi haklarını, yasaklanan grevleri mi konuşacağız! Ölüm kalım mücadelesi verilirken düşünce özgürlüğü mü tartışılır!
Sadece bir dizi gerçeğin üstünü örtmeye yaramıyor beka kaygısını öne sürerek bir seçim kampanyası yapmak, aynı zamanda siyasal kutuplaştırmada benzersiz bir işlev görüyor. Seçim yarışına katılan partilerden iktidara muhalif olanları tek kelimeyle hain ilan etmek çok kolay hale geliyor! Erdoğan aylar önce, AKP il başkanları toplantısında konuşurken “Türkiye'nin kaderi ile AK Parti'nin kaderi bütünleşmiştir. Biz tökezlersek Türkiye'nin de sıkıntıya düşeceğini hep beraber gördük” dediğinde, hiç kimse beka tartışmasının bu derece ileri taşınacağını öngörememişti.
Bu, beka kaygısını öne sürmenin kutuplaştırıcı işlevi kadar, genel bekayla, yani Türkiye’nin bekasıyla AKP’nin bekasının da ne kadar bir ve aynı şey olarak görüldüğünü kanıtlıyor.
Hem Erdoğan hem de Bahçeli, Kürt sorununda yaşanan gelişmeleri beka sorunu olarak kodluyorlar. Suriye’de bir dizi bölgede üstünlük kuran YPG, özerk alanlar geliştirdikçe, bu hem yüzlerce kilometrelik bir sınırın Kürt hareketinin denetimine girmesi anlamına gelecekti hem de Irak’tan sonra Suriye’de gelişen bu özerk Kürt bölgeleri, Türkiye’nin kendi içinde Kürtlerde ayrılıkçı bir eğilimi güçlendirebilir diye düşünüldü. Kobanê olayları, bu bakış açısıyla devletin Suriye politikasında da genel olarak dış politikada da keskin bir makas değişimine neden oldu. HDP’nin 7 Haziran seçimlerinde aldığı 6 milyon oy, dış politikadaki makas değişimiyle, iç politikada makas değişiminin paralel bir şekilde ilerlemesine neden oldu ve Kürt sorununda çözüm süreci ortadan kaldırıldı.
Aradan geçen yıllar baskı, askeri darbe, OHAL koşulları, emperyalist ülkelerle çelişkilerin derinleşmesi gibi bir dizi gelişmeyle birlikte ilerliyor. Beka sorunu öne sürülerek geliştirilen politikalar, belki gerçeklerin bir süre halı altına süpürülmesine, neden oluyor, belki kutuplaşmanın derinleştirilmesine neden oluyor ama hiçbir sorunu çözmüyor. Giderek, beka sorunu var diye öne sürülen politikalar, kutuplaşmayı geri dönülmez bir şekilde derinleştirirken, kendisi bir beka sorunu üretme makinesine dönüşmeye başlıyor.
Beka kaygısı öne sürülerek üretilen kutuplaştırıcı politikalardan derhal geri dönülmelidir!
Demokratik adımların hızla atılması, diyalog, Kürt sorununda çözüm süreci konusunda girişimlerin başlaması ve sınır ötesinde yaşayan Kürtlerle kardeşçe ilişkilerin geliştirilmesi, yargıda hemen demokratik bir reform adımın atılması bir zorunluluktur. Hükümetin beka sorunu var diyerek ürettiği kutuplaştırıcı siyasal hamlelerin ürünü olan gerçek beka sorununun da çözümü için acilen içine girilmesi gereken sürecin yol haritası bu demokratik adımlardan oluşmaktadır.
Şenol Karakaş
(Sosyalist İşçi)