ABD kalmalı mı gitmeli mi?

10.01.2019 - 08:43
Şenol Karakaş
Haberi paylaş

Trump’ın ABD askerlerinin Suriye’yi terk etme zamanı geldiğini açıklamasının ardından bölgedeki tüm güçler teyakkuza geçti.

Türkiye, İran, Esad rejimi, Rusya, PYD, ÖSO, İsrail ve diğer silahlı güçler gelişmelerin seyrini belirlemek için hızlı hareket etmeye başladı. ABD’den gelen farklı seslere Trump son olarak, en başta açıkladığı çekilme politikasının hayata geçirileceğini söyleyerek yanıt verdi. Fakat devlet içindeki çelişkilerin yarattığı basınçla, çekime takvimini bazı koşullara bağlayan bir açıklama daha yapıldı.

Türkiye’de yaşayan sosyalistler açısından, sorunun en önemli kısmı, hem ABD’nin bölgedeki varlığı hem de Türkiye’nin bölgeye yönelik bir sınır ötesi operasyon yapma ihtimalinin belirmesi.

Beka kaygısı efsanesi

Türkiye’de özgürlüklerin giderek daha fazla askıya alınmaya başlamasıyla ‘yerli-milli bir politik atmosferin’ hegemonyasını zorunlu kılan beka kaygısı iddiasının gündeme yerleşmeye başlaması paralel bir şekilde ilerledi. Batı ülkelerinden birisi ya da bir zaman zaman Soros gibi bir figürün arkasında olduğu güçler Türkiye’nin bölünmesi için çabalıyordu bu beka anlatısına göre.

İçerde Gezi, sınır ötesinde de Suriye’de özerk Kürt yapılanması ve bu yapılanmanın ABD’nin askeri, politik ve ekonomik açık desteğini arkasına alması, beka kaygısını bir ideolojik propaganda aracı olmaktan çıkarttı ve ABD destekli bir Kürdistan ihtimalini devlet açısından ürkütücü bir şekilde gündeme soktu.

Özellikle Kobanê’nin IŞİD tarafından düşürülme ihtimali belirdiğinde açığa çıkan fırsat, Türkiye’nin bölgede yaşayan ve ölüm tehlikesi altında olan Kürtlere aktif bir şekilde yardım etmemesiyle heba oldu. Devreye ABD girdi.

ABD devreye bedava girmez

ABD’nin bölgede yaşayan Kürtlere yardım etmesi ve giderek sahada Kürtlerle birlikte IŞİD’e karşı savaşmaya başlaması özellikle efsane haline gelen ‘binlerce tırla’ PYD’ye silah vermesi, Türkiye’de beka kaygısını derinleştirdi. 15 Temmuz darbe girişimi, bu kaygıyı kaygı olmaktan çıkartıp Türkiye’nin bölünmesi için harekete geçen güçlerin varlığının kesin kanıtına dönüştürdü.

Bu yaklaşımın içerde inşa edilen ‘yerli-milli AKP-MHP-BBP-devlet’ koalisyonunun kurulmasına katkısı benzersiz oldu. Öyle ki, 31 Mart seçimleri öncesinde hem AKP hem de MHP liderlikleri, bu seçimlerin Türkiye’nin beka kaygısı açısından belirleyici olduğu propagandasını yapabiliyorlar.

ABD’nin beka kaygısını tetikleyerek PYD’yle Suriye’de geliştirdiği ittifak süreci, Türkiye-ABD ilişkilerinde görülmemiş bir gerginliğin şekillenmesine neden oldu. Her vesileyle derinleşen bu kriz, Trump’ın Suriye’den çıkacağını açıklamasıyla, birdenbire bambaşka bir şekil aldı.

Sadece Türkiye değil, ABD egemen sınıfının bazı önde gelen isimleri ve Ortadoğu’da güç gösterisi yapan bütün ülkeler, bu kararı şaşkınlıkla karşıladı

Bölgedeki ve dünyadaki tüm siyasal güçler, öncelikle şunun farkına varmalı: ABD, soğukkanlı bir şekilde kendi çıkarları için bugün ittifak halinde olduğu her gücü satabilecek, bugün düşman gördüğü her gücü yarın ittifak ilan edebilecek bir emperyalist perspektife sahiptir. Emperyalizmle, emperyalist hegemonya mücadelesinin içinde tüm gerginliğiyle yer alan en büyük askeri-sanayi güçle ittifak kurmak, zorunlu askeri işbirliği yapmak, bu gücün ‘koşullar öyle gerektirdiğinde’ eski ittifaklarına yüzde yüz ihanet edeceği gerçeğiyle birlikte düşünüldüğünde siyasal intihar anlamına gelir.

Çözüm sürecinin bedeli

Üç buçuk sene önce bu toplumun yaptığı temel tartışmalar ve soluduğumuz havayla bugünkü tartışmalar ve soluduğumuz hava arasında uçurum var. Türkiye’nin dış politikası açısından da aynı uçurum söz konusu. Hem içeride hem dışarıda yaşadıklarımızın kökeninde, Çözüm Süreci’nin sonlanmaması yatıyor. Yarım kalmış devrimlerin karşı devrimlerin kalkış noktası olması gibi, çözümü yarım kalmış ulusal sorun süreçleri de çözüm sürecinde elde edilen tüm kazanımların ve özgürlüklerin ilgasına ve çözüm süreci başlamadan önceki koşullardan daha karanlık koşulların hegemonya kurmasına yol açıyor. Devlet içinde Çözüm Süreci’ne karşı olan, egemen sınıf saflarında sürecin hemen sonlanması gerektiğini düşünen, siyasi partiler arasında Çözüm Süreci’nin akamete uğraması için varını yoğunu ortaya koyan güçler, süreç akamete uğradıktan sonra, hem sürecin bir daha gündeme gelmemesi hem de süreç günlerinde biriken öfkelerini boşaltmak için sürece dair, süreci hatırlatan tüm öğeleri gündem dışına itmeye çalışıyorlar.

Türkiye’de, üç buçuk sene önce sonlanan süreç, beka kaygısı gerekçesiyle özgürlüklerin yerine güvenlik eksenli politikaların, yarım yamalak demokrasi yerine başkanlığa dayalı yukarıdan aşağıya devlet gücünün merkezileştirilmesinin ve dostluk temelli dış politika yerine sınır ötesi askeri müdahalelere bağlı güce dayalı politikanın hayata geçmesini kolaylaştırdı. Ödediğimiz, bu sürecin yarım bırakılmasının bedelidir.

Önümüzdeki dönemde beka kaygısı yerine demokrasi kaygısının, bölünme korkusu yerine birlikte yaşama arzusunun, sınır ötesi askeri müdahaleler yerine eşit koşullarda kardeşlik politikasının yeniden hakim olması için çabalamak zorundayız.

Türkiye’nin müdahalelerine de ABD’nin başta Suriye, Ortadoğu olmak üzere farklı ülkelerdeki askeri gücüne de  “Hayır!” demeliyiz.

Şenol Karakaş

[email protected]

(Sosyalist İşçi)

Bültene kayıt ol