Sekter siyasal eğilimler, siyasal koşulların ayırt edici niteliğini gözetmeksizin her koşulda ve daima “boykot” çağırısı yapabiliyor.
Oysa seçimlerde “boykot” tutumu çok özel siyasal koşullarda alınabilir. Kitle hareketi parlamenter sınırları aştığında boykot bir taktik olarak öne sürülebilir. Milyonlarca işçi seçim sandığına gidip oy kullanırken boykot çağrısı yapmak işçi sınıfıyla kader birliği yapmaktan vazgeçip, işçilere “ne hâliniz varsa görün!” demek anlamına gelir. Özel bir anın, bir devrimci kabarma anının önünü kesmek için gündeme getirilen seçim sandığına karşılık önerilebilecek boykot tutumu dışında genel geçer bir boykot tutumu olamaz, olursa, bu kitlelerden kopuk bir tutum olur.
Boykot değilse ne?
Yerel seçimler çok katmanlı bir seçim dönemi. Muhtarlıklardan, il genel meclisine, ilçe belediyelerinden şehir ve büyükşehir belediyelerine kadar çok sayıda mahalli yönetici seçilecek. Geleneksel olduğu üzere, bölgede her düzeyde HDP’nin kazanmasını savunmak çok önemli. Ama batıda tartışmalar bütünüyle farklı bir muhteva kazanıyor. Özellikle Ankara, İzmir ve İstanbul gibi illerde, HDP yetkililerinin “AKP-MHP’nin kaybetmesi için gerekirse CHP-İP ittifakının adayı desteklenebilir” yaklaşımı, ‘ilke’yi İstanbul’u AKP’den almaya indirgeyen bir içeriğe sahip olduğu için büyükşehirlerde kendisi aday çıkartıp çıkartmayacağı belli olmayan HDP adaylarının desteklenmesi, afaki bir tartışmadır.
CHP-İP ittifakına rağmen aday çıkartsa bile, HDP, bu aday etrafında esaslı bir kampanya yapmayacağını şimdiden ilan etmiş oldu.
Oysa özellikle İstanbul’da yapılacak kampanyanın tüm illerde yapılan kampanyalara, alınan oydan daha farklı bir katkısı oluyor. Geçmiş yıllarda “Meclise Ufuk gerek” kampanyası, 2007 seçimlerinde tüm Türkiye’de en çok izlenen, en çok heyecan yaratan kampanya olmuştu. İstanbul gibi illerde yapılacak kampanya, bölgede yapılan kampanyaya tahmin edilenden çok daha büyük bir katkı yapıyor.
Yeni bir kayyım atama müdahalesi olacaksa da yüzde 60 oy alan bir adayın değiştirilmesi yüzde 51 oy alan bir adayın değiştirilmesine göre çok daha zor olacaktır.
Bu gelişmeler hem aday belirleme sürecinin karakterine, yani ne kadar şeffaf olup olmadığına hem de çıkartılacak adayların yaratacağı etkiye bağlı olduğu kadar İstanbul’da çıkartılacak adayların profiline ya da CHP-İP ittifakına destek verilip verilmeyeceğine göre değişecek siyasal tercihleri etkileyecek. HDP neden CHP-İP ittifakının müteahhit adaylarını desteklemek zorunda hissediyor kendisini?
Ne faşist partiden kısa süre önce kopan, liderliği faşist olan İyi Parti’yle ve onun içinde olacağı bir adayın kampanyasıyla, ne de her hafta Suriyeli avcılığı yapan ve başarılı müteaahitler olarak öne çıkan CHP adaylarıyla ya da bu adayları desteklemeyi AKP’den kurtuluşun başlangıcı olarak görenlerle birleşik bir kampanya yapmamız mümkün değildir.
Bu somut olarak şu anlama gelir: Örneğin İstabul’da il genel meclisi için HDP’ye oy çağrısı yaparken, büyükşehir belediye başkanlığında HDP destekliyor diye CHP-İP ittifakının müteahhit adayına oy çağrısı yapmayacağız. Yerli-milli adaya karşı bir başka yerli-milli adayı desteklemek zorunda değiliz. İstanbul’un CHP-İP ittifakının adaylarının eline geçmesinin ise AKP-MHP ittifakı açısından sonun başlangıcı olacağı görüşü hem tehlikeli hem de bütünüyle yanlıştır.
Tehlikeli, belediye seçimlerini sahip olduğu anlamdan daha büyük anlamlar yükleyerek tıpkı iktidar gibi bu seçimi de bir ölüm kalım sürecine çevirerek mücadeleyi seçim sandığıyla özdeşleştirmek sayısız mücadele dinamiğini görmezden gelmeye tekabül ediyor. Yanlış, zira, Ekmeleddin örneği, Mansur Yavaş örneği gibi örneklerin üzerinden çok uzun bir zaman geçmedi. AKP-MHP koalisyonunun arasındaki çatlakları derinleştirmek ve AKP tabanının mevcut gelişmelerden, yargı alanında olan bitenlerden, ekonomik krizin sonuçlarından rahatsız olan kesimlerinin AKP’ye oy vermesini engellemek için en yanlış yöntem, aşırı sağcı ve göçmen düşmanı, üstelik sınır ötesi harekat gibi konularda en az mevcut iktidar gibi düşünen adaylarla seçim sürecine girmektir.
Teşhire dayalı bir seçim kampanyası
Seçim tutumumuz işçi sınıfı içinde milliyetçi fikirlere karşı tartışma yürütmek açısından büyük bir öneme sahip. HDP’ye yönelik baskıyı teşhir etmeliyiz. CHP’nin İP tarafından da desteklenen adaylarına oy çağrısı yapmak, AKP-MHP koalisyonuna karşı mücadele açısından da, kitlesel antikapitalist bir alternatifin şekillenmesi açısından da hiçbir anlam taşımıyor.
Her seçim, ezilenlerin ve en başta da işçi sınıfının siyasal eğilimlerini ölçmemize yarayan bir barometre işlevi görüyor. Türkiye’de birkaç yıl içinde kurulan beşinci seçim/referandum sandığıyla karşı karşıyayız. Bu seçimlerde de işçi sınıfının siyasal eğilimlerini gözlemleyeceğiz. Sadece gözlemlemekle yetinmeyeceğiz, aynı zamanda işçi sınıfının öncülerinin siyasal eğiliminin şekillenmesine yardımcı da olacağız. Bu ise seçimlerden önceki mücadelemizle seçimlerden sonraki mücadelenin ayrılmaz bir bütün oluşturduğunu görmekle mümkündür.
Hedef, seçimlerden sonra, yerli-milli çatlak adını verdiğimiz durumun gelişmesini sağlamak olmalıdır. Tersi durumda OHAL’den sonra OHALimsi bir rejimin hüküm sürmesi durumunu sona erdirmek çok güç. Yerli ve milli politik iklime, milliyetçiliğe karşı çıkmanın seçim sürecinde taktiklerini bulmak bu açıdan çok önemlidir.
Bu ilkeleri savunan adayların olmadığı yerlerde belediye meclis üyeleri arasında böyle adaylar varsa onlar için mücadele edeceğiz. Mart yerel seçimlerinde seçimlerden daha önemli olan, seçim sürecini seçim sonrasının mücadelesinin hazırlık süreci olarak gören bir politik kampanyayı inşa etmektir.
Son beş seçimdir her seçimin “köprüden önce son çıkış” olduğu uyarısını yapanlara inat, köprüden önce mümkün tek çıkışın mücadeleye hazırlanmak olduğunu savunan bir seçim taktiği ve seçim kampanyası örgütlemeliyiz.
Şenol Karakaş
(Sosyalist İşçi)