Fransa Sarı Yelekliler’in eylemiyle sarsılırken, Türkiye’de de televizyonlar ve gazeteler sözde Fransa uzmanlarının Fransa hakkındaki sözde korkularıyla yüzleşmek zorunda kalıyordu.
Fransa, bu özde sağcı yazar ve “kanaat önderleri”nin iki işine birden yaradı. Bunlardan birisi, seçimlerden önce başlatılan Gezi direnişini bir suç merkezi gibi gösterme açısından Sarı Yelekliler’in eylemi çok işlevseldi. Yüzbinlerce insanın katıldığı eylemlerin yer yer şiddet içermesi, sağcı yazarların “Gezi’nin vandallığı”nı öne sürerek propaganda yapmalarına yardımcı oldu. Sarı Yelekliler’in eylemini bir üst akla bağlayarak Gezi’nin de kökü dışarda bir süreç olduğu konusunda bir kez daha netlik sağlamak, Fransa eylemlerinin ikinci işlevi oldu.
Gezi eylemleri, yeniden bir dava konusu oldu. Gezi hakkındaki açılan davalar bitmiş, suçlananlar beraat etmiş olsa da yetkili merciler açısından fark etmiyor. Bir süre boşlukta kalan Osman Kavala soruşturması, iddianame bile hazırlanmamış olduğu için tepki toplarken bir Cuma sabahı evlerine yapılan baskınla gözaltına alınan akademisyen ve sivil toplum aktivistleri aracılığıyla, kamuoyuna, “gördüğünüz gibi o kadar da boş değil, dev bir soruşturma sürdürülüyor” mesajı verildi. Fakat ne Turgut Tarhanlı’nın akademik ve siyasi serencamı böyle bir soruşturmanın konusu olabilirdi ne de gözaltına alınanlardan tutuklanan tek aktivist olan arkadaşımız Yiğit Aksakoğlu’nun siyasi ilişkilerinden böyle bir bağlantılar zinciri çıkartılabilirdi. Bu yüzden, yerel seçim atmosferinde kutuplaştırıcı bir ana aparata da acilen ihtiyaç duyulduğu için, 2013 yılında gerçekleşen bir eylem, bir suç üretme platformuna dönüştürüldü ve Gezi soruşturması onlarca kişiyi ve kurumu kapsayarak derinleştirildi.
Fransa’da yaygınlaşan ve Macron’a geri adım attıran eylemler, Marx’ın kitlelerin kendiliğinden eyleminin gücüne yaptığı vurgunun ne kadar güncel olduğunu bir kez daha kanıtlarken, Fransa’daki eylemleri Türkiye’de beş sene önceki eylemleri karalamak için kullananların Gezi düşmanlığı da burjuva önyargılarıyla dünyaya bakanların kaba iştahlarına ışık tutuyor. Bu iştahlı insanlar ister Sarı Yelekliler’in eylemi olsun isterse Gezi direnişi, anlamakta zorlandıkları konuları anlayamadıklarını itiraf etmektense kabaca karalamak konusunda müthiş bir beceriye sahipler. Bu kabalığın, anlayamama durumunun sonucunda ise rafa kaldırdıkları esas olarak demokrasi oluyor. Neredeyse, iktidar partilerine oy veren kitlelerin eylemi, basın açıklaması ve mücadelesi dışında her eylemi “kökü dışarıda” olmakla suçlayan sağcılık, sol Kemalizmin penceresinden baktığı için anlayamadığı, kendisine benzemeyen insanların gerçekleştirdiği eylemlere burun kıvıranlarla aynı tutumu paylaşıyor.
Sağcı yazarlar, çok daha pragmatistler ve basit bir hedefleri var: Kutuplaşma sürmeli! Ama Osman Kavala etrafında ama Gezi etrafında. Fransa’da onlarca talebi Türkçeleştirilmiş olarak internet sitesinde yer alan yüzbinlerce insanın eylemi mi? Hiç önemi yok. Gerekirse Osman Kavala o eylemlerin de finansörü olmakla suçlanabilir. Çünkü kutuplaşma lazım. Çünkü seçimler var. Ve çünkü bu seçimlerde son üç dört yıldır her seçimin sahip olduğu o kutsal hedefe, beka kaygısının giderilmesi hedefine sahip olan yaşamsal önemde bir seçim! Bu yüzden inceldiği yere kadar kutuplaşma sürmeli.
Artık, hangi eylemin kökünün dışarıda olduğu konusunda elinde eylem kökü tespit etme küresi olan insanlarla karşı karşıyayız. Yerli olanı da onlar biliyor, evrensel olanı da. Fransa’daki eylemin dış bağlantılarını da onlar biliyor ABD’deki eylemlerin de! Bu arada, Gezi’yi düşmanlaştırırken, 15 Temmuz’u önemsiyorlar! Bu eğilimle tartışırken, bu sefer de Gezi’yi önemli görüp, 15 Temmuz direnişini “tiyatro” olarak suçlayan eğilime de prim veremeyiz. Her iki eğilim de işçi sınıfını bölen, siyasal kutuplaşmanın işçi sınıfı içinde kutuplaşmaya dönüşmesine yardımcı olan eğilimler. Birinci eğilim arkasına kamu gücünü de aldığı ve tüm medya olanaklarını kullandığı için daha belirleyici. Ama, kitlelerin eyleminin gücünün siyasal demokrasinin ve özgürlüklerin kurucu unsuru olduğunu düşünenler açısından Gezi eylemleri de 15 Temmuz direnişi de işçi sınıfının ve halkın çeşitli kesimlerinin kendi kaderini kendi ellerine almak için mücadeleye atıldığı tarihsel anlardır.
Bu, bu direnişlerden sonra, hareketlerin yaygınlığını, prestijini kimlerin nasıl kullanmak istediğinden bütünüyle farklı bir konudur. Yüzbinlerce, giderek milyonlarca insanın bir anda, tüm kurulu ilişkileri sorgulayarak ve eylemlerin yaygınlığı, kararlılığı ve tarihsel derinliği ölçüsünde sorgulatarak başlattığı hareketlerin, kapitalist üretim sürecinin küresel hakimiyetini kurmasının tarihi kadar eskiye yaslanan bir kural olduğunu kavrayamayanların Sarı Yelekliler’de, Gezi’de ve 15 Temmuz’da bir “çapanoğlu” araması “tarihin motorunun sınıflar mücadelesi” olduğunu kavrayamayanlar açısından minik bir eksiklik sayılır.
Şenol Karakaş
(Sosyalist İşçi)