13 Ekim 1973: “Halikarnas Balıkçısı” Cevat Şakir Kabaağaçlı öldü

13.10.2016 - 08:47
Haberi paylaş

"Halikarnas Balıkçısı" olarak da bilinen Cevat Şakir, 1890'da Girit'te doğdu. Bodrum'da kalebentliğe mahkûm edildikten sonra, yaptığı tarih ve mitoloji çalışmalarıyla bugünkü Türklüğün Anadolu'nun eski kavimlerinin devamcısı ve dolayısıyla Anadolu'nun gerçek sahibi olduğunu ispatlamaya çalıştı. Antik çağlarla ilgi yazılarında ve kitaplarında, Türk Tarih Tezi'nin belirgin etkisi görülmektedir.

Cevat Şakir, Mehmet Şakir Paşa'nın oğludur. Şakir Paşazadeler olarak bilinen bu ailenin fertlerinin çoğu sanata yatkın, coşkulu mizaçlı insanlardı. Cevat Şakir iyi bir eğitim aldı. İstanbul'da Robert Koleji'ni bitirdi. Sonra Londra'da denizcilik okumak istediyse de, ailesinin ısrarıyla Oxford Üniversitesi'nde Yeni Çağlar Tarihi okudu, Eski Yunanca ve Latince öğrendi.

1914 yılında İstanbul'a döndü, ancak aile maddi sıkıntıya düşmüş ve Mehmet Şakir Paşa Afyon'daki Kabaağaçlı Çiftliği'ne yerleşmişti. Burada yaşanan bir tartışma esnasında, Mehmet Şakir Paşa, Cevat Şakir'in silahından çıkan bir kurşunla öldü. Tartışmanın nedenine dair pek çok spekülasyon yapıldı. Cevat Şakir cinayetten suçlu bulundu ve 15 yıl hapse mahkûm edildi. Cezasının yedi yılını çektikten sonra baş gösteren verem hastalığından ötürü tahliye edildi.

1925 yılına kadar geçimini haftalık dergilerde tercümeler, yazılar yayınlayarak, resim ve yeni tarz tezhipler yaparak, karikatür yaparak, karikatür çizerek ve renkli dergi kapakları hazırlayarak temin etti. Dört asker kaçağının kadersizliğiyle ilgili olarak Hüseyin Kenan takma adıyla kaleme aldığı 13 Nisan 1925 tarihli "Hapishanede İdama Mahkûm Olanlar Bile Bile Asılmağa Nasıl Giderler" başlıklı öyküsünden ötürü İstanbul İstiklal Mahkemesi'nde yargılandı.

'Memlekette isyan bulunduğu sırada, askeri isyana teşvik edici yazı yazmak' tan suçlu bulundu. Mahkeme başkanı Ali Çetinkaya tarafından idama mahkûm edilmek istendiyse de, Kılıç Ali Bey'in önerisiyle kalebentlikle Bodrum'a sürüldü. 3 yıllık sürgünlüğünün yarısını Bodrum'da tamamladı.

Sürgünde bulunduğu dönemde Bodrum karadan yolu olmayan, ancak deniz yoluyla ulaşılabilen ücra bir kasabaydı. Cevat Şakir bu el değmemiş yerden çok etkilendi ve hayatının geri kalan kısmının çoğunu Bodrum'da geçirdi. Antik çağlardan kalma eserleri inceledi, yazıtları tercüme etti, turist rehberliği yaptı ve ilk Mavi Tur organizasyonlarını gerçekleştirdi.

Tüm bunları yaparken, Mavi Anadolu adı verilen ve milliyetçiliğin bir türevi olan bir hareketi başlattı. Azra Erhat ve Sabahattin Eyüboğlu isimler de bu harekete dahil oldu. Cevat Şakir, Anadolu'da binlerce yıldır yaşamış olan halkların her türlü uygarlığın yaratıcısı olduğu, Yunanistan'da yaşamış olan Eski Yunanlıların, Anadolu kültürünü kötü bir şekilde kopyalamaya çalıştığını, Anadolu'da her daim özgür bir bilim ve hümanizm ortamının var olduğunu ispatlamaya çalışıyordu.

Cevat Şakir'e göre Anadolu 'fethettiğimiz için değil, bizim olduğu için bizim'di. Türklüğün Anadolu'da daha önce yaşamış olan sayısız kavimden evrimleşmiş olduğunu anlatıyordu. Ancak Anadolu'da yaşamış olan kavimlerden söz ederken, bu kavimlerin Anadolu'da artık neden var olmadıkları sorusunu sormuyordu. Sayıları milyonları bulan Rumların, Ermenilerin akıbetlerinin ne olduğunu biliyor, fakat bu konuya temas etmekten özellikle kaçınıyordu.

Çünkü beslendiği kaynak aslında Türk Tarih Tezi'nden başkası değildi. Atatürk'ün emriyle hazırlanan ve Anadolu'nun binlerce yıldır Türklerin anavatanı olduğunu ispatlamaya çalışan bu tez, esas olarak "Türkler aynı anda hem Orta Asya'lıdır, hem Anadolulu, hem de Avrupalı" görüşünü savunuyordu.

Cevat Şakir, Azra Erhat ve Selahattin Eyüboğlu gibi "solcular", Türk Tarih Tezi'nin "sol"dan savunucuları olarak Türklüğün ne kadar "hümanist" olduğunu anlatmaya çalışıyorlardı. Milyonlarca insanın göz göre göre binlerce yıldır yaşadıkları topraklardan sökülüp atılmaları, hümanizm iddiasına aykırı olduğu için görünmezden geliniyordu ve öyle de yapıldı.

"Mavi Anadolucular" yürüttükleri faaliyetlerle Anadolu, Mezopotamya ve Ege uygarlıklarının mirasını bu ülke halkının kimliğinin önemli bir bileşeni olarak kabullenen, ama bu uygarlıkları yaratmış olan kavimlerden günümüze kalanlara - Yunanlar, Kürtler, Ermeniler - kin ve husumet besleyerek aslında onların o antik zamanlarla bir ilgisi olmadığını ispatlamaya çalışan milliyetçilerin ideolojik dayanağını oluşturmaktadırlar.

Bültene kayıt ol