27 Mayıs 1960: Ordu, seçilmiş hükümeti kanlı bir darbeyle devirdi

27.05.2015 - 09:09
Haberi paylaş

27 Mayıs sabahı radyolarda, o zamanlar bir albay olan azılı faşist Türkeş'in okuduğu meşum bir bildiri, Türkiye halklarına ordunun iktidara el koyduğunu haber veriyordu. Darbeciler yüzlerce kişiyi hapse attılar, onlarcasını idamla yargıladılar, Başbakan Adnan Menderes ve iki bakanı idam ettiler. Darbeciler, temsil ettikleri sınıfların iktidarı için insan haklarını ve demokrasiyi tanklarının altında çiğnediler.

Türkiye Cumhuriyeti'nin asli kurucu unsurlarından olan sivil-askeri bürokrasinin yıllar boyu süren tek partili dikta rejimine karşı biriken öfke, çok partili rejime geçildiği 1946 yılında kendisini göstermiş, 1950 yılında ise gerçek bir oy patlamasıyla aslen ticaret burjuvazisinin ve toprak sahiplerinin temsilciliğini yapan Demokrat Parti'yi iktidara taşımıştı. CHP'nin baskılarından ve büyük ekonomik durgunluktan bunalan halk, DP'den çok şeyler bekliyordu. Nitekim DP kısa sürede aldığı serbest piyasa önlemleriyle ithalat ve ihracatı artırdı, tarım sektörüne önemli destekler verdi. Halkın yaşam seviyesinde gözle görülür bir düzelme oldu. (Bkz: Tek parti iktidarı, CHP ve ekonomi)

Demokrat Parti, serbest piyasa ekonomisini tam olarak uygulayabilmek için sivilleşmek, yani mevcut askeri-sivil bürokrasi vesayetine son vermek istiyordu. Bunun için devlet memurlarına yönelik reformlar yaptı, Genelkurmay Başkanlığı'nı Milli Savunma Bakanlığı'na bağladı. Askeri-sivil bürokrasi ve temsilcisi CHP, bu yeni durumdan hiç hoşlanmadı. Yıllardır ellerinde tuttukları iktidarın avuçlarının arasından kayıp gittiğini seziyorlardı.

1950'li yılların ortalarından itibaren, DP'nin önlemleri ve destekleri sayesinde hatırı sayılır bir sermaye birikimi sağlamış olan toprak ve ticaret burjuvazisinin bir kısmı, bu birikimini sanayi alanına kanalize etmek istedi. Ancak DP sanayi alanına yatırıma ilgi göstermediği gibi, ticaret ve tarımı desteklemeye devam etti. Bu yeni durum karşısında sanayi burjuvazisi, bir zamanlar can düşmanı olduğu CHP'ye meyletmeye başladı. 1958 yılında yaşanan ciddi ekonomik kriz sonucunda, büyük şehirlerde DP aleyhtarlığı kitleselleşmeye başladı.

Sivil-askeri bürokrasi ve devletçi aydınlar, iktidarı tekrar ele geçirmek için hazırlıklar yapmaya başlamışlardı. Hükümetin aslında gerici olduğu, ülkeye şeriat getirmek istediği söylentileri alıp yürümüştü. Menderes hükümetinin ezanı yeniden Arapçalaştırma icraatı, buna delil olarak gösteriliyordu. Oysa Türkçe ezan baskıcı Kemalist rejimin bir sembolü olarak halk tarafından nefretle karşılanıyordu; tekrar orijinal Arapça hâliyle okunması genel bir memnuniyetle karşılanmıştı.

Öğrenciler arasında her türlü provokasyon yapılıyor, suni çatışmalar yaratılıyor, ülkede kaos ve karmaşanın hüküm sürdüğü izlenimini uyandırmak için elden ne geliyorsa yapılıyordu.

Darbeciler 27 Mayıs sabahı yönetime el koydular. Kendisini sol olarak lanse eden bazı çevreler tarafından ilerici olduğu söylenen darbe, aslında bütün darbeler gibi, halkın seçimle işbaşına getirdiği hükümeti ortadan kaldırdığı için, gerici bir karaktere sahipti. Halkın iradesi ayaklar altına alınarak çiğnendi, kendi seçtiği temsilciler hapse atıldı.

30 Mayıs sabahı, DP hükümetinin İçişleri Bakanı Namık Gedik'in, tutuklu bulunduğu Harp Okulu'nun penceresinden atlayarak intihar ettiği söylendi. Oysa yaygın kanaat, Gedik'in ağır işkencelere maruz bırakıldıktan sonra pencereden atlayarak öldürülmüş olduğuydu.

DP yöneticileri için inanılmaz bir iftira, aşağılama ve gözden düşürme kampanyası başlatıldı. Halk için önemli olan ne kadar değer varsa, Demokrat Parti onları çiğnemiş gibi gösterildi. İnsan hakları ayaklar altına alındı. Başbakan Adnan Menderes, Maliye Bakanı Hasan Polatkan ve Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu idam edildiler. Onlarca kişi hapislerde çürütüldü. Üstelik yine kendisini sol zanneden çevrelerin ilerici olduğunu söyledikleri anayasaya "Milli Güvenlik Kurulu"nu sokarak, halk iradesi üzerindeki güç kurumsallaştırıldı.

Sosyalistler bir önkoşul olarak özgürlüklerden yanadır. İstisnasız bütün darbelere karşı çıkarlar, "favori" darbeleri yoktur. Seçilmiş yönetimleri, onları devirmeye çalışanlara karşı savunurlar. Sosyalistler, demokrasinin zerresi için bile mücadele eden, sözde değil özde demokratlardır. İşçilerle birlikte gelecek gerçek demokrasiye, darbesiz, silahsız, sınırsız ve sınıfsız bir dünyaya kadar da mücadelelerini sürdürecekler.

Bültene kayıt ol