Dil ve felsefe

28.12.2014 - 02:18
Murat Belge
Haberi paylaş

Tayyip Erdoğan bir hikmet buyuruyor; ertesi gün on beş, yirmi kişi “Öyle değil, böyle” tarzı cevap veriyor. Bu bir kural ve bir kalıp haline geldi. Güne böyle başlıyoruz.

Son hikmet dil konusundaydı, Türkçe üstüne. Tayyip Erdoğan’ın bugüne kadar saçtığı hikmetler arasında en kabul edilir gibi duranı bu oldu bence. Diyor ki gece yattık, sabah kalktık, baktık ki dil değişmiş. Tabii değişen “dil” değildi, “alfabe”ydi, ama üç aşağı beş yukarı, böyle olmuştu.

Arkasından, “Türkçe ile felsefe yapılmaz” yargısı geliyor. Erdoğan, belli ki, “Öz Türkçe”yi kastediyor. Bu doğru mu? Bence, evet, bir ölçüde doğru.

Yıllar önce yazmıştım. Hegel bizim şimdi “Öz Türkçe” ile “neden” dediğimiz “cause” için, bazı şeyleri açıklasa da, bazı şeyleri açıklamaktan uzak kaldığı yargısına varır; “reason”ın daha iyi açıkladığını söyler. Bu ayrımı Türkçe’de nasıl yapacağız? Hele, örneğin, Türkçe değildir diye “sebeb”i dilden atmışsak?

Kelimelere nüfus kâğıdı çıkarıp bir de “etnisite” hanesi açma garabetini yaptık. “Kelime” denen şeyin (hayır, “kelime” değil, “sözcük” olacak!) aslının Türk mü, Arap mı olduğu değil, hangi anlamı ilettiği önemlidir. Ama biz bunun tersi doğruymuş gibi davrandık. Bunun sonucunda yalnız felsefe konuşmayı değil, her şeyi konuşmayı zorlaştırdık. “Yeis”, “keder”, “gam”, “kasavet”, “hüzün”, “ızdırap”, “elem”, “derd”… Bunların hiçbiri Türkçe değil; hepsi kendine özgü bir nüans iletiyor. Buna rağmen “nüfus kâğıdı” kaygısıyla bunları kapıdışarı edersek, felsefe yapmak bir yana, şiir de yazamayız.

Tayyip Erdoğan’ın bir özelliği var. Dünyayı, tarihi görme ve yorumlama tarzı ve yorumlarını açıklama üslûbuyla, doğru bir şeyi de yanlış söyleme başarısını gösteriyor. Şaşmaz bir isabetle ve her hususta.

Evet, bir sabah uyandık ki, alfabe değişmiş.

Böyle olduğu için okuma ve yazma imkânını kaybedenlerin sayısı neydi? Sayı olarak bilemeyeceğim ama “okur- yazar” oranı yüzde yirmiyi bulmuyordu.

Önemli olan alfabeden çok, o alfabeyi o toplum için vazgeçilmez kılan gelen yapılanmayı kurabilmektir.

Osmanlı toplumu bunu yapmış mıydı? Yapıyor muydu?

Hayır.

Bugün hükümet olan kişilerden çoğu belli ki “Osmanlı”yı pek seviyor. “Osmanlı”dan nefret etmek için (Kemalistler’in yaptığı gibi) ciddi bir neden yok. Ama bir “Osmanlı ululaması”nın da ne anlamı var, ne de makul bir zemini.

Türkçe ile felsefe yapamazmışız. Evet, bir ölçüde doğru. Peki, Osmanlıca ile yapılabiliyor muydu? Tayyip Erdoğan’a göre, evet, yapılabiliyordu. İyi, o zaman Tayyip Erdoğan bize şöyle beş, on Osmanlı filozofunun adlarını sayabilir mi?

Context” diye bir kavram vardır, Frenkçe’de, önemli ve kullanışlı bir kavramdır. Osmanlıca’da buna bir karşılık aramışlar, “siyak ve sibak” diye bir şey bulmuşlar. Çok uzun, kimsenin de bilmediği bir söz. Derken Türkçeciler “context”i aramaya başlamışlar, onların karşısına da “siyak ve sibak” çıkmış. Bununla olmayacağını düşünmüşler, ama onların derdi de “kök”lerin milliyeti: çevirmişler (tercüme etmişler): “ön ve art tutarlılığı”! Daha da uzun. Sonra bizim Edebiyat Fakültesi’nin Felsefe bölümünün öğretim üyeleri “bağlam” üstünde anlaştılar. Bu hemen tuttu, yerleşti, güzel güzel kullanıyoruz.

Tayyip Erdoğan’a bir cevap.

Ziya Gökalp bir idealistti, “Ben idealistim” diyemiyordu, çünkü kelimesi yoktu. “İdea” demek, “fikir” demek; aldı “fikir” kökünü, Arapça türetme kurallarını uygulayarak “mefkûre” diye kelime yarattı.

Sosyologdu, ama “Ben sosyologum” diyecek kelime yoktu; onun için “cemiyet” kökünden gelen “ictima”yı aldı, “içtimaiyat” yaptı.

Sosyologdu, “concept” kavramını kullanmadan sosyoloji yapmanın imkânı yok; ama kelime de yok. “Fehm”den yola çıkıp “mefhum”u türetti.

Osmanlıca’da felsefe yapılmış olsa Ziya Gökalp’a bu kadar iş düşer miydi?

Ve sen felsefe yapıyorsan, onun kelimelerini de bulursun: “mefhum” yerine “kavram”ı da koyarsın.

Dil, terminoloji bir yana, Tayyip Erdoğan’ın zihninde “felsefe”nin kendisine yer yok.

Asıl sorun da o zihniyette.

Murat Belge

(Taraf)

Bültene kayıt ol