İnsan Hakları Eylem Planı, bundan sonra aramızda “Plan” diyebiliriz, adını anmanın bile, demokrasi rüzgârları estirmenin bütünüyle dışında bir öneri olsa gerek ki, insan haklarını gasp süreçleri hız kesmeden sürüyor.
Sadece bu değil, temel hakların göz göre göre çiğnenmeye devam edilmesi değil, “Plan”ın inandırıcılığını sekteye uğratan. Tıpkı “yeni anayasa” tartışması gibi “Plan” da yeni bir anayasa olmadan ve yeni bir insan hakları planı devreye sokulmadan da korunacak, güvence altına alınacak temel hakların ve özgürlüklerin, iktidar tarafından görmezden gelinmeye devam edilmesi.
Bu yüzden bir önceki yazıda konu hakkında yazan birçok yorumcu gibi ben de aynı soruyu sormuştum: Haklarımızı çiğnemeyi sürdüren iktidarın, haklarımızın çiğnenmeyeceği bir düzenlemeyi hayata geçireceğine kim inanır?
Yoksa güzel bir plan!
Bunun ve birazdan değineceğim bir öğenin eksikliği dışında, “Plan” da, bu önerinin dile getirildiği konuşmalarda da itiraz edilecek bir nokta yok. Hatta iktidar sözcülerinin “Plan” hakkında konuşurken kullandıkları üslup ve zarafet, organize kitlelerin Hollanda’yı protesto edeceğim diye portakal bıçaklamasına neden olan üslubun yanında, “Oh be!” dedirten cinstendi. İnsan, hayata geçmeyecek bile olsa, keşke her gün insan hakları eylem planlarından söz edilse diye düşünmekten kendisini alamıyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan “Plan”ı anlatırken, “9 amaç, 50 hedef ve 393 faaliyeti içeren” bir belge olduğunu söylemişti. 9 amaç şu ortak vurgulara sahip: “İnsanın doğuştan vazgeçilmez hakları vardır ve devlet bu hakları korur. İnsan onurunu korumak hukukun özüdür, herkes, burası önemli, “Dil, din, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, mezhep ve benzeri sebepler temelinde hiçbir ayrımcılık söz konusu olmaksızın, herkes hukuk önünde eşittir.” Kamu hizmetleri tarafsız ve eşittir, “kazanılmış hakların korunması prensibine aykırı olarak hiçbir şekilde müdahale edilemez”. Düşünce özgürlüğü dokunulmazdır, hakların ve özgürlüklerin teminatı olan hukuk her alanda tahkim edilir ve “Haklarının ihlal edildiğini iddia eden herkes, etkili kanun yollarına zahmetsiz şekilde erişebilir, adalete erişim, hak ve özgürlüklere saygının esasıdır."
Hele, “Adli ve idari işleyiş, masumiyet karinesi, lekelenmeme hakkı ve ceza sorumluluğunun şahsiliği ilkelerini koruyan, gözeten ve güçlendiren bir yaklaşımı merkezine alır” maddesini okuyunca, herkesin aklına kaçınılmaz olarak bir gazetecinin sorduğu şu soru geliyor: "Başka bir yerde mi dayak yedim ben?"
Cumhurbaşkanı Erdoğan, bu son maddeye, “lekelenmeme, özellikle bunun altını çiziyorum” diyerek büyük bir önem atfettiğini göstermiş oluyor. Oluyor da siyasal alanı sürekli olarak kutuplaştıran iktidar sözcüleri, iktidarın küçük ortağı olan partilerin sözcüleri bu lekeleme konusunda asla hız kesmiyorlar. Hatta son yıllarda siyaset, gazetecilik, insani ilişkiler bir lekeleme ve ihbar etme girdabında. Osman Kavala hakkında bizzat Erdoğan "Ciddi manada perde arkasında Soroz türü bazı ülkeleri ayaklandırmak sureti ile oraları karıştıran tipler vardır, onun da Türkiye ayağı içerideydi. Bir manevra ile dün onu (Osman Kavala) beraat ettirmeye kalktılar. Onunla beraber başkaları da bu işin içinde” diyerek Kavala’nın yeniden tutuklanma sürecinde belirleyici oldu.
Kavala, hakkında birbirine benzer cümlelerle yazılan iddianamelerle ayrı ayrı suçlar, ayrı ayrı davalar üretiliyor. Türkiye’de yargı alanı hiçbir zaman güllük gülistanlık olmamıştı, ama siyasetin böylesine dolaysız bir şekilde yargı kararlarını etkilemesi örnekleriyle bu kadar yoğun bir şekilde karşılaştığımız bir dönemle karşılaşmamıştık.
HDP milletvekili hakkında hazırlanan dokunulmazlığın kaldırılması yönündeki fezlekede, bir önceki dönemde HDP Genel Başkanlığı yapmış olan Selahattin Demirtaş’tan, “Sevgili Selahattin Demirtaş” diye söz etmesi “suçu ve suçluyu övmek” kapsamından değerlendirilmiş.
Meclis kürsüleri, iktidar sözcülerinin basın açıklamaları, bazı gazetelerin haber sayfaları, muhalefet partisi üyelerini, muhalifleri, haklarını aramak için eylem yapan insanları lekeleme merkezleri gibi çalışırken, iktidarın önerdiği “Plan” ve içerdiği “özellikle lekelenmeme” hakkı tartışmalarının insanlara inandırıcı gelmemesinin anlayışla karşılanması gerekir!
Yürütme-yargı, iktidar-mahkemeler
İktidar, “Plan”la ilgili eleştirilerin temelini oluşturan yargının üzerindeki iktidar ağırlığını görmezden geliyor. Bu, “İnsan Hakları Eylem Planı”nın en zayıf yanı. Türkiye’de insanların doğuştan kazanılmış ve mevcut anayasayla bile güvence altına alınmış hakları, dışsal bir güç tarafından zayıflatılıp ellerinden alınıyor değil. Bu haklar durduk yere kendi kendisine de azalmıyor. Bu haklar ellerimizden iktidar tarafından teker teker alınıyor. Haklardaki bu erozyon herkes tarafından da fark ediliyor.
İktidar bu işi, yargı alanı üzerindeki tam çaplı kuşatmasıyla, tabiri caizse uçan kuşa nefes aldırmayan tarzıyla yapıyor. Mekanizmanın çalışma prensibi şu: Hâkimler ve Savcılar Kurulu’na Adalet Bakanı başkanlık ediyor, hâkimleri ve savcıları istediği yere atama, istediği mahkemenin hâkimini değiştirmek, başkanı AKP’li olan HSK’nın yetki alanında. Hayati derecede önemli olan şudur: HSK, mahkeme kararları üzerinde denetim yapamasa da hâkim atamalarıyla mahkeme kararlarını istediği gibi belirleyebiliyor. İktidarın istemediği kararları alan bir hâkim, aynı gece başka bir ilçeye tayin edilebiliyor. Tek tek hâkimlerin ideolojik görüşlerinden daha önemli olan bu mekanizma.
Bu yüzden, Türkiye’de gerekli olan, iki yıl içinde uygulanması öngörülen bir “Plan” etrafından iktidar sözcülerinin insan haklarına ne kadar duyarlı olduklarını anlatmaları değil, iktidarın yargı üzerindeki baskısına hemen son vermesidir.
Bu konudaki son söz şu olmalı: Elbette, iktidarın böyle “reformist” bir hamleyi gündeme getirmesinde dış politikada Biden sonrası dinamikler ve AB’yle ilişkileri toparlama arzusu veya mecburiyeti pay sahibidir. Ama asıl pay sahibi olan, iktidar ittifakının gerilemesi, baskıcı ortamın AKP tabanını da etkilemesi, iktidarın oy kaybı ve hamaset yüklü politikalar ve adaletsizliğin derecesindeki bu pervasızlığın iktidarı daha hızlı bir gerileme sürecine itelediği gibi olgulardır. İstanbul belediye seçimlerinin tekrarı, husumet, kutuplaştırma hatta düşmanlaştırmanın oy getirme açısından son kullanma tarihinin geçtiğini gösteriyor. Bu yüzden, toplumun ezici çoğunluğunun duymak istediği sözler söyleniyor.
“Plan” da bu sözler arasında.
İşin acıklı tarafı ise bu iktidar tarafından önerilen bu insan hakları planının, bu iktidar nedeniyle hayata geçmesinin mümkün olmaması.
"herkes biliyor anlaşmanın çürük olduğunu
yaşlı kara joe hala pamuk topluyor
senin kurdelaların ve omuzlukların için
ve herkes biliyor"
Şenol Karakaş