(8 Mart dosyası) Neoliberalizm, savaş ve göçmenliğin kadın hâli

09.03.2016 - 14:41
Haberi paylaş

İkinci Dünya Savaşı ve Soğuk Savaş sonrası Doğu Bloku ülkelerinin parçalanmasıyla, nüfusunun azalması ve çoğunluk nüfusun yaşlı olması sebebiyle Avrupa ülkeleri göçmen işçi almaya başladı. Göçmen işçilerin yüzde 50’sini ev hizmetlerinde çalıştırılmak üzere, dil bilmeyen, vasıfsız kadınlar oluşturuyordu. Meslek niteliği yatılı ev işçiliği, bakıma muhtaç yaşlılara hizmet gibi işlerden oluşuyordu.

Sovyetler’in parçalanması ile beraber kadın işçiler, işsiz kalınca, ailesinin ekonomik çıkarları ve buhran nedeni ile evlere kapatılmış olmaları, ev içindeki yaşanan şiddet ve huzursuzluklar, bireysel özgürlük arayışı gibi nedenlerle Avrupa’ya kaçışı, göç edip çalışmayı bir kurtuluş olarak görmüşlerdir. Kadınları olumsuz yönden etkileyen savaşlar sonrası, neoliberal politikalar aynı zamanda göçmenliği de kadınlaştırmıştır.

1970 sonrası neoliberal politikaların hızla yayılması ve kadın bedeninin meta halinde sistem için bir kazanca dönüştürülmesi, ‘pornografinin’ yayılması, ‘cinsellik temelli’ bu sektörün kadın şiddetine ve sömürüsüne çok daha açık olmasıyla, neoliberal politikalar ‘cinsiyetçiliğin’ daha fazla derinleştiği bir sürece dönüşmüştür. Avrupa’ya kaçışı kurtuluş olarak gören kadınlar statü gereği olumsuz çalışma koşullarına maruz bırakılmıştır. Kayıt dışı, vasıfısz işçi niteliğinde olduklarından dolayı yasal olarak hiç bir hakka sahip değillerdir. Durum böyle olunca  herhangi bir sendika, sivil toplum kuruluşu içerisinde hiçbir söze sahip olamazlar ve örgütlenmeleri çok zordur.  Çünkü kayıt dışı olmaları, ülkelerine ‘deport’ edilme tehlikesi  göçmen kadınları  sessiz bırakmıştır. Bu yüzden örgütlenemezler. Uzun saatler  yatılı olarak çalışmaları, ülke vatandaşlarına oranla ayda 297,00 gbp gibi daha az ücret almaları, yemek ve tatil izinlerinin olmayışı, işçi-işveren arasındaki uçurum kadınları, neoliberal politikalar ile artan pornografi sektörlerine yöneltmiştir. Fakat kadın bedenine doğrudan şiddet uygulamaya açık bir sektör olduğundan dolayı kadınların birçoğu  psikolojik, cinsel, fiziksel erkek şiddetine maruz kalmıştır.

1980’ler sonrası mücadele

Göç literatüründe ‘kadın göçmen’ olmak az vasıflı veya vasıfsız olmaya indirgenmiştir. Beyin gücü gerektiren işlerde kadınlar görünmez kılınmıştır. Doğu Bloku kadınlarının eğitimli olmalarına rağmen neoliberal politikalar ve formel iş gücü piyasasının daraltılması ile haneler kadın emeğine dayalı, bağımlı bir hale gelmiştir. ‘Erkek egemenliğine’ dayalı bir anlayışa sahip neoliberal politikalar kadınları farklı pratiklerde ezmiştir.

Aynı durum ‘Güneydoğu Asya’ ülkelerinde de geçerlidir. Sıcak para girişi ile yoksulluk da artmıştır. Aile kurumları kız çocuklarını evlerini geçindirmeleri için seks işçiliğine teşvik etmiştir. Filipinler, Sri Lanka, Endonezya gibi ülkelerde kadınların seks işçisi statüsünde desteklendiği  politikalar uygulanıp, teşvik edilmiştir.

Avrupa’daki göçmen kadınları sadece ‘göçmenlik hakları’ gibi geneli kapsayan hak taleplerinde değil ‘cinsiyet’ temelli  sömürü karşısında da sessiz kalmaya zorlayan bu sistemde, kadınlar örgütlenmek için alanlar yaratmıştır. 1980 sonrası, örgütlenmelerinin önünü açan acı ama somut talepleri oluşturan nedenler ortaya çıkmıştır. Göçmen seks işçilerinin yoğun yaşadığı bölgelerde AIDS’in yaygınlık kazanmaya başlaması,  seks sektörünün küresel biçimde genişlemesi, seks işçisi göçmen kadınların da örgütlenmeleri açısından kadınlara bir fırsat oluşturmuştur. 1985 sonrası hızla kongreler düzenlenmiş, sivil toplum kuruluşları açılmış. ‘Seks işçiliği, emek, göç’ konulu  Avrupa konferansında seks işçileri bildirgesiyle,  ‘Avrupa Seks İşçileri Hakları Deklarasyonu’ kabul edilmiştir.

Sonrasında bu hareket tüm Avrupa’ya yayılmaya başlamıştır. 2001 yılında seks işçileri kırmızı şemsiyeler ile Venedik’te büyük bir eylem gerçekleştirmişlerdir. Sistem karşısında ‘vasıfsız’ kabul edilen bu kadınlar talep ettikleri haklara hızlı ve yaygın bir şekilde ulaşmaya başlamışlardır. 2005 yılında ‘özgür, güvenli çalışma ortamı, koşulların düzeltilmesi, eşitlik, ayrımcılığa karşı koyma , adil yargılanma, örgütlenme, sendika kurma, kölelik ve zorunlu çalışma, işsizlik temelinde; ‘seks işçiliği insan hakları’ komisyonları kazanılmış haklardır.

Kazanımlar

Örgütler de seks çalışanlarını yasal haklar ve cinsel yolla bulaşan hastalıklar konusunda bilgilendirmeye yönelik çalışmalar yürütmüştür. Polonya merkezli bir örgüt olan TADA (AIDS ve Cinsel Yolla Bulaşan Diğer Hastalıklarla Mücadele Örgütü)  bu faaliyetlerini sokaklarda çalışarak, danışmanlık yaparak, AIDS ile ilgili çeşitli organizasyonlar düzenleyerek gerçekleştirmiştir. TADA’nın eğitim verdiği alanlar, cinsel yolla bulaşan hastalıklardan korunma, sokakta çalışan seks çalışanlarına yönelik metotlar ve seks çalışanlarının ayrımcılığa uğramalarını engelleyici eğitim faaliyetleridir. TAMPEP de AIDS ile mücadele etmek amacıyla hareket etmekte ve seks çalışanlarıyla daha yakından iletişime geçebilmek için sosyal yardım programları gibi faaliyetler yürütmektedir. Bu programlar, seks çalışanlarına prezervatif gibi bazı güvenli seks araçları dağıtmayı ve bunun da ötesinde, onlarla kişisel olarak iletişime geçmeyi amaçlamaktır.

Bu kazanımlardan önce, 1987 yılında, ev işleri sektörünün çoğunluğunu oluşturan  Filipinli kadınlar dil bilgileri sayesinde birçok ülkede sayıları 3 bin üyeyle başlayan, KALAYAAN yani Filipince ‘özgürlük’ anlamına gelen bir örgüt kurmuşlardır ve AB projelerine dahil olmuşlardır. ‘KALAYAAN’ örgütü AB projelerinin içerisinde birçok raporlar düzenlemiştir hak taleplerinde bulunmuştur. Örgüt birçok alanda kazanım elde etmiştir. Örneğin ; ‘Ev Hizmetlerindeki Göçmen işçilerin Hakları Belgesi’nin oluşturulması sürecinde altı Avrupa ülkesinden çeşitli gruplarla müzakereler yapılmıştır.. Söz konusu Belge, 30- 31 Kasım 1999’da Avrupa’nın farklı bölgelerinde ev hizmetlerinde çalışan göçmen kadınların katıldıkları bir konferansta kabul edildi. Belge’de ev hizmetlerinde çalışan göçmenlerin, Avrupa toplum yapısının bir parçası olduklarına; birey olarak ve işçi olarak haysiyetlerinin ve haklarının korunması gerektiğine dikkat çekilmektedir. Kayıtlı veya ‘kayıt dışı’, Avrupa’da doğmuş olan veya olmayan tüm ev hizmetlerinde çalışan göçmenler için eşitlik ve adalet talebine yer verilmiştir . Belgede AB ülkeleri içinde ve kaynak ülkeler ile AB arasında seyahat;   asgari ücret, hastalık ve annelik ödemeleri ile emeklilik haklarını da içeren, ayrımcı olmayan çalışma haklarından yararlanma; fiziksel, cinsel, psikolojik istismar korkusu olmadan çalışma; asgari ücret, azami çalışma süresi ve sorumlulukların düzenlendiği, dava yoluna başvurulabilecek iş akdi bağışlama, sendikalaşma, kaynak ülkede edinilen niteliklerin, tecrübelerin ve eğitimin tanınması gibi haklar talep edilmiştir.

‘KALAYAAN’ raporunda İngiltere’deki 687 göçmen işçi kadına çalışma koşulları sorulmuştur. Çıkan sonuç şu şekilde; Kadınların yüzde 94’ün dokuz saatten fazla çalışıyor, gündelik çalışma saatleri ortalama 16 saat, yüzde 84’ü ayda 500 avrodan az kazanıyor, aylık ortalama ücret 297 gbp, yüzde 22,5’i fiziksel saldırıya maruz kalıyor. Kadınların yüzde 60’ı dışarıya çıkma izni alamazken, yüzde 66’sının boş vakti yok. Yüzde 34 düzenli yemek yiyemiyor ve yüzde 59 yemek molası dahi veremiyor.

Kadınların kurtuluşu için

Sonuç olarak sömürünün olduğu her yerde toplumsal bir basıncın oluşması da kaçınılmazdır. Peki bu kazanımlar yeterli mi? Kadınların kurtuluşu mu? Bugüne baktığımızda ‘hayır’. Günümüzde Türkiye’de ve dünyada savaş politikaları devam ettiği sürece kadınların kurtuluşu mümkün değildir. Kadın sorununu tek başına ‘ataerkil’ sisteme indirgemek gerçekte, savaş politikaları karşısında ‘ayrımcılığa, tecavüze, sömürüye’ uğrayan kadınların sorunlarını, sadece erkek egemen toplumun şiddeti olarak tanımlamak büyük tabloyu görmekten bizi uzaklaştırır. Savaşlar sürdüğü sürece köle pazarlarında satılan, tecavüze uğrayan kadınlar bitmeyecek. Sistem aynı sistem. Kapitalizmin neoliberal politikaları devam ettiği sürece kadınlar daha fazla öldürülecek.

Yüz yıllardır değişmeyen kapitalizmin savaş politikalarında kadınların yaşadıklarını en yakınımızda, Suriye’den kaçan kadın göçmenlerde görebiliriz. Af Örgütü’nün bir raporuna göre Suriyeli kadınlar Türkiye’ye geldiklerinde kamplarda tacize ve tecavüze maruz kalıyor, mafyanın eline düşen bu kadınlara para karşılığı sınırdan geçmeleri için, güvenlik güçleri kendileri ile birlikte olmaları için zorluyor, erkekler ile aynı tuvaleti, aynı duşu kullanmak zorunda kalıyorlar, hamile kadınlar besin yetersizliğinden düşük tehlikesi ile karşılaşıyorlar, erkekler ile aynı kampta yatmak istemeyenler uykusuz kalıyorlar. Şartlar böyle olunca Ege Denizi’nden güvensiz geçiş yollarına sığınıp boğuluyorlar. Demek ki Türkiye’de ırkçıların düşündüğü gibi güllük gülistanlık yaşamıyor bu insanlar. Neden canı pahasına Ege Denizi’nden, güvensiz bir yoldan geçmeyi düşünsünler ki! Macaristan ve Yunanistan’da da durum Türkiye’den çok farklı değil.

Türkiye’ye göçmen olarak gelen, iş arayan kadınların durumuysa Avrupa’dakinden daha kötü. Uzun saatler tekstil gibi işlerde ‘kayıtdışı’ çalıştırılıyor, beş Türk işçisinin yapamadığı işler veriliyor, statü alabilmek için kurtuluş olarak gördükleri evlilik kurumunda şiddete ve toplumun ırkçılığına, toplumsal olarak her türlü şiddete maruz bırakılıyor. Tam anlamı ile ‘cadı avı’ gerçekleştiriliyor.

Neoliberal politikalar ve savaşlar kadınların kurtuluşu olamaz. Kadınların kurtuluşu hep birlikte savaş karşıtı tutum alıp, bütün ötekileştirilenlerin birlikte, örgütlü hareket etmesi ile mümkün. Bugün ‘mültecilik haktır! savaşa hayır!’ demek hepimizin kurtuluş hareketidir.

Ya tek tek sistem karşısında sömürüleceğiz ya da hep birlikte özgürlük diyeceğiz. Artık yeter, çağımız kazanımlar olduğu kadar ‘özgürlük’ çağı da olmalıdır. Kadınlar olmadan özgürleşemeyiz. Kadınlar olmadan sosyalizm mümkün değil. Sosyalizm olmadan kadınların kurtuluşu mümkün değil. Kadınları obje haline getiren neoliberal politikaları ve kapitalizmi yenmek birleşik mücadele ile mümkün. 8 Mart Kadınlar Günümüz kutlu olsun!

Selda Kemaloğlu

Bültene kayıt ol