Günümüz Türkiye'sinde kadınların eril şiddet karşısındaki durumu ile mücadele önerilerini, aktivist ve yazar Berrin Sönmez'e sorduk.
25 Kasım kadınlara yönelik şiddete karşı mücadele günü, bu gün sizce neden önemli?
Berrin Sönmez: 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Uluslararası Mücadele Günü, cinsiyete dayalı ve eşitsizlikten kaynaklanan şiddetin, hem yerel hem ulusal hem de uluslararası ölçekte birlikte, ortaklaşarak önlenebileceği yönündeki şiddetle mücadele ilkesine yönelik farkındalığı yükseltmek açısından son derece etkili bir yöntem olduğu için önemli. Kadına yönelik şiddet kavramı yerine ataerkil şiddet kavramını kullanmayı tercih ediyorum aslında çünkü şiddet suçtur ve suçu mağduruyla değil failiyle isimlendirmenin, suçun niteliğini ve faili bu suça iten saiki görünür kılmak açısından gerekli olduğunu düşünüyorum. Gerek ulusal gerekse uluslararası hukuk metinlerinde suçu, mağdur ile özdeşleştiren, kadına yönelik şiddet kavramla yer almasını, kadınları güçsüzleştiren ve eşitsizliği pekiştiren bir etki yarattığı kanaatindeyim. Ancak biliyoruz ki patriyarka her yerde ve hala çok güçlü olduğundan ulusal ve uluslararası politikacıları cinsiyet temelli şiddetin varlığına ikna etmek bile kolay değildi. Cinsiyet temelli şiddetin, cinsiyet eşitsizliğinden kaynaklandığına ve bu şiddeti önlemekle devletlerin yükümlü kılınması gereğine ikna çabası son derece uzun ve zorlu bir mücadele gerektirdi. Bu aşamada politikacıların rıza gösterdiği isimle hukuk metinlerine siyasi belgelere girebildiğini tahmin etmek zor değil. Dünyanın her yerinde yürütülerek uluslararası ortamda kabul ettirme başarısına ulaşmış kadın mücadelesinin kazanımıdır, şiddetin önlenmesini hükümetlerin sorumluluğu haline getirmek. Bu nedenle kadın emeğine saygısızlık ve başarıyı önemsiz göstermek gibi bir çaba içinde değilim ancak zamanla kavramın işaret ettiği yönde geliştirileceğine inandığımdan son zamanlarda kadına yönelik ataerkil şiddet şeklinde melez bir kavram kullanmaya başladım. Cevaplarımda da bu şekilde yer alacak bahse konu şiddetin adı.
Kadına yönelik ataerkil şiddetle mücadelenin önemine dikkat çekmek için Mirabel Kardeslerin öldürüldüğü gün olan 25 Kasımın seçilmiş olması, erk ve erk-ek şiddetinin özdeşliğini de göz önüne serer. Örneğin konunun tam bu kısmında benim canımı en çok yakan, Dominik Cumhuriyetinde faşist diktatörün, muhalif Mirabel kardeşleri cezalandırmak için bütün diğer erk şiddet biçimlerinin yanı sıra cinsel şiddeti de bir araç olarak kullanması ama toplumsal algının tecavüzü, hegemonik erkekli algısının politikası olarak görmekten uzak kalışıdır.
Türkiye’de nerdeyse her gün bir kadın öldürülüyor, bunun nedeni sizce ne?
Kadına yönelik ataerkil şiddetin bir suç olarak tanımlanması, tarihsel gerçekliği dikkate aldığımızda henüz çok yeni bur olgudur. Kadına yönelik ataerkil şiddetle mücadele gereğine ve önlemek için hukuki düzenlemeler oluşturmak yönüne gidildiğinde dünya genelinde sene 1990’lardı. Yani günümüzden otuz yıl öncesinden söz ediyoruz. Otuz yıldan daha geriye gidersek ataerkil şiddeti suç olarak görmeyen yönetimlerin, hukuk sisteminin, şiddet cinayet boyutuna yükseldiğinde bile ancak öldürme yetkisinin egemene ait tutulması için hukuka konu edildiğini biliyoruz. Bu durumda bile ataerkil pazarlık gereği katil erkek, namus, iffet, gelenek, töre gibi türlü bahanelerle düşük cezalar alır, kadına yönelik ataerkil şiddet egemen/erk tarafından cezasızlıkla ödüllendirilirdi.
Deniz Kandiyoti tarafından dilimize kazandırılan ataerkil pazarlık kavramına öre kamusal egemen/erk, özel alanda erkek egemenliğini kabul eder. İkinci dalga feminizmin “özel olan politiktir” sloganıyla itirazını yükselttiği bu egemenlik paylaşımına göre şiddet de özel alanda kabul edilirdi. Edilirdi diyorum çünkü son yüzyıllarda elde edilen siyasal ve ekonomik haklarla eğitim hakkı, istihdam eşitliği ve eşit ücret taleplerinin, toplumsal algıda ve kamu düzeninde yerleşmeye başlamasıyla ataerkil pazarlıkta da aşınma başlamıştı. Ancak pazarlık masasını deviren şiddetle mücadele ve erkek şiddetinin önlenmesi görevini hükümetlerin üstlenmesi anlayışı oldu. Kadına yönelik ataerkil şiddetin suç olarak kabul edilmesiyle yetinilmeyip İstanbul Sözleşmesi sayesinde insan hakları ihlali olarak hukuk metinlerine geçirilmesi, eril şiddetle mücadeleye güç katarken eril hegemonya için ağır bir darbeydi.
Günümüzde cins kırımı halini alan ataerki cinayetleri, yazık ki kadına yönelik ataerkil şiddetin sadece çok küçük bir kısmını oluşturuyor. Ve yükseliyor. Yeterince kovuşturulmayan kadın intiharlarını ve üstü çabucak örtülen şüpheli ölümlerin de cinayet sayılması gerekir ki bu durumda sayı bildiğimizin çok üstüne çıkar. Yükselişin bir sebebi geçmişte şiddet verileri toplanmaz ve paylaşılmazken günümüzde yeterince olmasa bile sayısal verilere ulaşma şansımızın da giderek yükseliyor oluşu belki. Fakat asıl yükseliş sebebinin erkeklik krizi olduğuna şüphem yok. Devrilen ataerkil pazarlık masasını yeniden kurma çabası şeklinde metaforik olarak anlatabileceğimiz erkeklik krizi, özel alan egemenliğinin aşınmasından kaynaklanan erkek öfkesinin kadına şiddet olarak yansıtılmasıdır. Siyasi iradenin kadına yönelik ataerkil şiddetle etkin mücadeledeki isteksizliği de az önce belirttiğim erk/erkek hegemonik işbölümü ile açıklanabilir. Keza yoksulluk nafakasına süre sınırı getirme çabası, çocuk istismarcılarına evlilik kılıfıyla af girişimi, sözleşme ve yasa karşıtı karalama kampanyaları ve daha pek çok kadın kazanımına saldırılması, bu saldırılara iktidarın bazen açık bazen örtük destek vermesi de bu çerçevede ee alınmalı. Son yıllara özgü kadın karşıtı tutumların farklı katmanları da olsa bile şu an şiddetle mücadele konusuna dönecek olursak İstanbul Sözleşmesi ve 6284 sayılı şiddetle mücadele yasasının etkin uygulanması yönündeki siyasi irade zaafa uğradı. Hükümet kurumları ve kamu görevlileriyle yargının çok isteksiz duruşu, tek karar vericili sistemde siyasi iradenin şiddeti önlemek yönünde giderek zayıflamasından kaynaklanıyor diyebilirim.
Kadınlara yönelik şiddet nasıl engellenebilir?
İktidar, kamu görevlileri ve yargı gerçekte kadına yönelik ataerkil şiddetin ve özellikle ataerki cinayetlerinin artışından gerçekten bireysel ve içsel olarak rahatsız olsalar bile şiddetle mücadele ilkelerine uygun yürütmüyorlar görevlerini. Her şeyden önce cinsiyete dayalı şiddetin eşitsizlikten kaynaklandığını inkar çabasında siyasi irade. Toplumsal cinsiyet eşitliği ilkesini, mevzuatımızda yer almasına rağmen yok sayılarak uygulanmayışı bir yana artık mevzuattan çıkarmaya başlamaları şiddetle mücadeleyi sekteye uğratmaktadır. Başka bir şekilde tekrar edersem şiddetin yükseliş sebeplerinden birisi siyasi iradenin ataerkil şiddetin doğru tanımlanmasına sırt sevirmesi ve doğru yöntemlerle mücadele ederek önlemeye çalışma politikalarından uzaklaşmasıdır. İstanbul Sözleşmesi ve 6284 sayılı yasanın etkin uygulanması; ceza kanunumuzdaki işkence maddesinin içerdiği kişinin kişiye eziyetini düzenleyen hükümler gereğince, hak ihlali ve suç olan kadına yönelik ataerkil şiddet faillerinin aynı zamanda işkence suçundan da yargılanması; 2006 tarihli töre ve namus cinayetlerine ilişkin Başbakanlık Genelgesi uyarınca cinayetlerin, azmettiricilerle yardım ve yataklık edenler yönünden de kovuşturulması şiddetle etin mücadelenin gergidir. Elbette hegemonik erkeklik anlayışının dönüşümü için toplumsal cinsiyet eşitliği ilkesinin eğitimden bütçelemeye, istihdamdan karar mekanizmalarına kadar her alanda kamu politikalarına yerleştirilmesi de şiddetle mücadelenin bir diğer adımıdır. Üç sektörün yani kamu, özel sektör ve sivil toplumun, toplumsal cinsiyet eşitliği ilkesinin hayata geçirilmesi için işbirliği yapması gerekir. Şüphesiz tüm toplumsal kesimler ve tabi toplumun erkek yarısı ve erkek çocuklar da hegemonik erkeklik karşısında eşitlikçi tutuma kazandırıldığı takdirde ancak o zaman ataerkil şiddetle gerçek anlamda mücadele etmiş olabileceğiz.
Ve tüm bu gerekli mücadelenin yürütülmesi için öncelikle kadın hareketinin işaret etti çözüm yollarının siyaset ve toplumca kabulü en önemli gereklilik. Şunu herkesin anlaması gerekir ki kadına yönelik ataerkil şiddet bir kadın sorunu değil toplumsal sorundur ve insan hakları perspektifinden ele alınmalıdır. İktidar toplumsal cinsiyet eşitliği ilkesinden uzaklaşmakta evet ancak ülkedeki gerek siyasi gerekse toplumsal muhalefet de iktidarı doğru politikalara yöneltmek için üzerine düşeni yapmalıdır. Hem siyasi partiler hem sivil toplum alanındaki muhalif kişi ve kurumların kadın hareketinin istediği biçimde ve önerdiği yöntemlerle eşitliğin kurulması için çalışması gerekir. Çünkü eşitlik salt bir kadın sorunu değil aynı zamanda ve kesinlikle bir demokrasi sorunudur. Toksik erkeklik ve otoriter yönetim ilişkilerinin ne denli iç içe geçmiş olduğu gözden kaçırılmamalı. Toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlaması yönünde eril hegemonyanın geriletilmesi demokrasiyi inşa etmek için mutlaka gerekli. Irkçılık ve cinsiyetçilikten arınmış çevre dostu yönetim anlayışlarını kurabilmek ataerkil şiddeti önlemek yönünde güçlü bir yöneliş anlamına gelecektir.
Bu nedenle son yıllarda ülkenin en geniş koalisyonuna ulaşmış kadın hareketinin gerekli gördüğü tedbirler dikkatle uygulanmalı. Kadın hareketinin ülkenin en geniş muhalif koalisyonunu oluşturmasında önemli pay sahibi olan EŞİK- eşitlik için Kadın Platformu, şiddetle mücadele alanında Sözleşme ve yasanın uygulanması için gerekli görülen 12 adımı yayınladı. 25 Kasım etkinlikleri kapsamında 10 Aralık İnsan Hakları Gününe kadar yürütülecek kampanyanın bir ayağı oan 12 adımda şiddetle mücadele metnini herkesin inceleyerek uygulamasını öneriyorum. Buraya sadece madde başlıklarını bırakarak, okurların madde içerikleri üzerine düşünüp araştırmasını umuyorum.
Göreviniz ise yapın, sizin göreviniz değilse talep ve takip edin
1-Ayrımcılık ve şiddeti kınayın, suç olduğunu açıklayın
2- Şiddeti önlemek için tedbir alın
3- Şiddete karşı destek mekanizmaları oluşturun
4- Risk altındakileri koruyun
5- Yasaları uygulayın
6- Polis savcılık hizmetleri ve yargının etkinliğini arttırın
7- Adli işlemlerde mağduru koruyun ve destekleyin
8- Kapsamlı ve eşgüdümlü politikalar tasarlayın
9- Sığınmacılar konusunda özenli davranın
10- Çocukların özel ihtiyaçlarını karşılayın
11- Sivil toplumu destekleyin
12- Şiddet verilerini toplayın araştırmaları destekleyin
Röportaj: Yıldız Önen