Marksist.org, 1 Haziran'da taşeron uygulamasına karşı iş bırakan Uluslararası Af Örgütü işçileri ve onlara destek veren kurumun eski çalışanlarıyla konuştu.
Af Örgütü’nün şu an grevde olan ve eskiden kurumda yer alan çalışanları, ne için mücadele ettiklerini, Af Örgütü’nde taşeron çalışmanın geçmişini ve insanların eylemleriyle ilgili tepkilerini anlattılar.
Röportajlar şöyleydi:
Felat Erkozan: “Sendikalı ve güvenceli çalışma istiyoruz”
“Biz Uluslararası Af Örgütü’nün yüzyüze projesinin çalışanları olarak, Af Örgütü’nde değil de bir insan kaynakları şirketinde çalışıyor olarak gösteriliyoruz. Bu da taşeron sistemi demek. Bunun giderilmesi ve yok edilmesi için taleplerde bulunduk ve bunlar kabul edilmedi. Biz de sendikalı ve güvenceli çalışma istediğimizi daha yüksek bir sesle duyurabilmek adına greve gitme kararı aldık.
Af Örgütü’nde daha önceden çalışmış birçok insanla konuştuğum zaman, bu grevi çok büyük bir coşkuyla ve sevinçle karşılıyorlar. Kendileri de çalıştıkları dönemde bu tür haksızları fark etmiş veya bu yaklaşımlara maruz kalmış insanlar, bu hak ihlallerine uğramışlar. Dolayısıyla bunların giderilmesi doğrultusunda bize desteklerini sunuyorlar. Bu da dayanışma ve insan hakları adına güzel bir şey.”
Sena Sungur: “İnsan hakları ihlalleriyle mücadele eden STK, işçi haklarını ihlal ediyor”
“Af Örgütü insan hakları ihlalleriyle mücadele eden bir STK olarak gözüküyor ancak şu anda kendisi işçi haklarını ihlal ediyor. Örnek aldığı şey, evrensel insan hakları beyannamesi. Ancak tamamen buna aykırı bir şekilde hareket ediyor ve işçilerine haklarını vermiyor. Biz taşeron olmak istemiyoruz ve sendikalı Af Örgütü işçileriyle eşit haklar talep ediyoruz. Bu nedenle grev kararı aldık ve iş bıraktık.
Çalıştığımız yerde bizi ciddiye almadılar ve “üç beş çoluk çocuk, heyecanlı gençler, bilmiyorlar ne yaptıklarını” dediler. Olay çok büyümeyecek gibiydi çünkü onlar bunu yapamayacağımızı düşündüler. Bize direktör tarafından “Ben Greenpeace’te çalışırken sigortam bile yoktu, siz buna dua edin” denildi ve bunun bir insan hakları ihlali olmadığını söylediler. Bu hakları hayalimizde bile canlandıramayacağımızı söylediler.
İnsanların tepkileri ise çok olumlu bize karşı. İnsan hakları için mücadele eden bir kurumun böyle davranmasını çok yadırgadılar ve yanlış buldular. Umarım tepkimiz yaygınlaşır, yurtdışına bile yayılabilir hatta.”
Özgür Kars: “Yöneticiler en başından beri onur kırıcı bir tavır içinde”
“Eylül ayında yönetime bir talep ilettik biz. Taşeron sisteminin son bulmasına dair bir talepti bu. Yönetimle bununla ilgili çeşitli toplantılar yaptık. Bunun akabinde belirli bir proje düzenlendi ve ocak ayından itibaren bir değişikliğe gidildi. Çıkarma durumuna gidildi, ben çıkarıldım bu durumdan dolayı. Bunun neticesinde yeni bir ajansla anlaşıldı ve telemarketing işi o ajanstan gelen iki kişiyle önceden kalan iki arkadaşa verildi. 15 Temmuz sürecinden sonra diğer arkadaşlar da ofise geldiklerinde ve bu mücadeleye başladığımızı fark ettiklerinde, gelen değişikliğe karşı çıktılar ama çalışmalarına da devam ettiler.
Arkadaşlarımız mücadelelerini büyüttüler, çeşitli toplantılar yaptılar, bunun sonucunda bir uzlaşamama durumu ortaya çıktı. En başından beri ne yazık ki onur kırıcı bir tavır vardı toplantılarda. Hiçbir şekilde çalışanını koruyan değil aksine kendini aklamaya çalışan yöneticilerle karşı karşıyaydık.
Şöyle bir söylemle bunu pekiştirebilirim: ‘Biz 2000 yılında sigortasız çalıştırıyorduk bu tür çalışanları, bana kalsa ben yine aynı sisteme razıyım, yine sigortasız çalıştırırım, parasını da veririm, öğrencisiniz ne de olsa, ailenizden sigortanız vardır. Hem sigorta paranızı da alırsınız’ denildi.
İnsan onurunu en büyük misyonu hâline getirmiş bir kuruluşun herhangi bir yöneticisi tarafından söylenmesi doğru değil bunun. Yıllardır olan bir durumdu bu açıkçası, ancak bu konuda bir gruplaşma olamıyordu. Yeni gelen arkadaşlar bu konuda daha da fazla duyarlı olduğu için, daha da fazla içinde oldukları için böyle bir enerji ortaya çıkmış durumda. Arkadaşlar kararlı, ben de arkalarındayım, her türlü destek konusunda. Bu hak alınana kadar hiçbir şekilde yılmayacaklarını biliyorum. Umarım daha kötüye götürmez karşı taraf.
Neresinden tutarsanız tutun elde kalan bir ihlal var. ILO’ya bağlı olarak çalıştığını ve ILO’yu Türkiye’de imzalayan ilk kuruluş olduğunu söyleyen bir kuruluşun, ILO’da ‘taşeron çalıştıramazsınız’ maddesi açık açık yazarken yıllardır taşeron çalıştırıp bir de bunu kendi savunma mekanizmasıyla, kendini aklamaya çalışarak kamuoyuna empoze etmesi, başlı başına bir hak ihlalini doğurmuş oluyor.
İnsanlardan gelen tepkiler olumlu yönde. Kuruma karşı bir güvensizlik oluşmuş durumda. Uluslararası Af Örgütü’nün eski bir çalışanı değil de sokaktan geçerken arkadaşlara destekçi olmuş bir birey olsam, ‘ben niye destekçi oldum?’ bu kuruma derim. Hak ihlallerini sonlandırması için. Ama ‘benim paramla daha fazla hak ihlali yapılıyor’ diyebilirim. Bunu insanların yorumlarından görebiliyoruz. Süreç ilerleyip mücadele büyüdükçe o insanların da destekleri kitleselleşecektir daha da. Böyle olması gerekiyor, böyle bir kuruluşa karşı.
Bugün birçok yerde, fabrikalarda olsun işyerlerinde olsun, işçiler greve gittiklerinde bir kitlesellik oluşturulabiliyor. Böyle bir kuruma karşı da oluşturulması lazım.”
Bahan Gönce: “Hayatını emeğiyle kazanan insanların hakkını aramasından daha doğal bir şey yok”
2011’den 2017’nin başına kadar Uluslararası Af Örgütü’nde yüzyüzeci ve destekçi ilişkileri çalışanı olarak çalıştım.
Af Örgütü’nde taşeron söz konusu edildiği, dayatıldığı günden bu yana, buna karşı o veya bu ölçüde tepkiler sürüyor. Çalışanlar bunun hem genel anlamıyla bir insan hakları ihlali olduğunu savunuyorlar, hele hele insan haklarından bahseden bir kuruluşun yapmasının da çok büyük bir yanlış olduğunu söylüyorlar. Ben de bundan önceki dönemlerde yönetim kurulundan bazı insanlara da bu durumu defaatle bildirmiştim, bildirmiştik. Ama ortaya çıkan sonuç her zaman için ya oyalama oldu ya da ‘ne yapalım, şartlar böyle’ oldu.
Uluslararası Af Örgütü yüzyüze çalışanları, her an diyalog kurmanın peşindeydiler. Çeşitli toplantılarda ve başka düzlemlerde bu durumu anlattılar ama son varılan durum kapı duvardı. Af Örgütü yöneticileri ‘taşeron işçi çalıştırmanın insan hakları ihlali olduğunu düşünmüyoruz’ anlamına gelen ifadeleri rahatlıkla kullanabildiler. Hayatını emeğiyle kazanan insanların da hakkını aramasından daha doğal bir şey yoktur.
Uluslararası Af Örgütü çalışanları bugün iş bıraktılar, greve çıktılar. Bu mücadele sürecektir. Talep de çok basit, taşeron işçi çalıştırılmaması. Af Örgütü’nün taşeronla yaptığı anlaşmaları iptal etmesi.
Af Örgütü’nün kadrolu çalışanları DİSK’e bağlı Sosyal-İş sendikası üyesidir ve toplu iş sözleşmesi kapsamında temel hakları, sosyal hakları, maddi ve manevi korunmaktadır. Taşerondaki insanlar toplu iş sözleşmesinden faydalanamıyorlar. Çünkü Af Örgütü’nün yöneticileri, sokakta gördüğünüz insanları başka bir şirkette gösteriyor. Bu sorunun çözülmesinin ilk ve temel adımı, Uluslararası Af Örgütü’nün taşeron dayatmasından kurtulmasıdır. Bu, Af Örgütü’nün yaptığı olumlu çalışmaları da karalayan bir şeydir.
Unutulmaması gereken bir şey var ki, Uluslararası Af Örgütü’nü sokakta tanıtan insanlar, basit bir bilgi aktarımı yapmıyorlar. Ali İsmail Korkmaz, LGBTİ hakları, emekçilerin hakları, dünyanın her yerinde hak ihlaline uğramış insanlar için verilen mücadeleyi tanıtıyorlar. Böylesine değerli bir çabayı sarf eden insanların böyle bir muameleyi görmesi açıklanamaz.
Greve çıkan insanlar coşkulu ve mutlu. Ziyaretçilerimiz oluyor, her kesimden insanlar, alternatif medyadan insanlar, hepsine derdimizi anlatıyoruz ve yaygınlaştırmaya çalışıyoruz. Tepkiler oldukça iyi. Af Örgütü’nün taşeron uygulamasıyla ilgili yadırgayan tavırlarla karşılıyoruz. İnsanlar haklı olarak Af Örgütü’ne bunu yakıştıramıyorlar. Bu duruma tepki duyan insanları bizim de sesimizi duyurmaya çağırıyoruz.