Emek Forumu notları

16.04.2021 - 12:15
Haberi paylaş

Antikapitalistler Çalışanların düzenlediği Emek Forumu çevrimiçi olarak yapıldı. Foruma çeşitli iş kollarından işçiler katıldı. 

Emek Forumları yılda iki defa düzenleniyor. Forumlarda işçi sınıfının güncel sorunları ve çözüm önerileri tartışılıyor, mücadele deneyimleri paylaşılıyor. 

14 Nisan’da yapılan Emek Forumunun sloganı “Kapitalizm öldürür, kapitalizme karşı birleşelim” idi. 

Forumun girişinde şu noktalara dikkat çekildi:

“Salgın, işsizlik, pahalılık, sendika düşmanlığı, ekonomik kriz… 

Son bir yılda Türkiye’de salgında resmi rakamlarla 34 bin, gerçekte bunun 3 katı insan öldü. Son bir yılda işsiz sayısı 7 milyondan 10 milyona çıktı.  Şimdi bazı işyerleri yine kapandı, yine pek çok insan işsizliğe açlığa terk edildi. 

Sendikalaşan işçiler kod 29’la, yani ahlaksızlık yaptığı gerekçesi ile işten atılıyor. 2020 de 177 bin işçi kod 29 ile işten atıldı.

Hükümet ortakları lebalep dolu kongreler yaptılar, ama salgının sorumlusu olarak 84 milyon insanı suçluyorlar. Merkez Bankasının kasasını boşalttılar, sadece son iki yılda 128 milyar dolar sattılar, ama bunun hesabını soranlar hakkında soruşturma açıyorlar.

Dünyada pek çok hükümet salgın nedeniyle destek paketleri açıkladı ve dağıttı. Türkiye bu konuda dünyada sondan ikinci. İnsanlara karşılıksız destek verme konusunda dünya ortalaması, TL cinsinden kişi başı 2 bin 500 lira olurken, Türkiye’de bu rakam sadece 100 lira oldu. Türkiye’de salgın döneminde hibe şeklinde dağıtılan para 8 milyar lira, bunun da 2 milyar lirası, hükümet tarafından IBAN verilerek vatandaştan toplanan paralar.

Hükümet kısa çalışma ödeneğini iptal etti. Şimdi sadece ücretsiz izne ayrılanlara verilen günlük 49 lira bir hibe yardım var.  Bunu da ancak sigortalı çalışanlar alabiliyor. İşçilerin yaklaşık dörtte biri (5 milyon işçi) kayıt dışı çalışıyor. Yaklaşık 2 milyon göçmen işçi de kayıt dışı. Bütün bu insanlar işsiz kaldığında hiçbir yardım alamıyorlar, işsiz kaldıklarında aynı zamanda aç da kalıyorlar.

Enflasyon oranı resmi yüzde 14, gerçekte yüzde 40 veya 50. Bu oran yine dünyada en yüksek oranlar.  Tüketici faizleri yüzde 25’lere yükseldi. İnsanların hemen tamamı kredi borçlusu. Hane başına 40 bin lira kredi borcu var.

Bu üçüncü dalgada, salgın artış sayısının nüfusa oranında dünya birincisiyiz. Ortada bir aşı programı yok. Tuhaf yasaklar var. Aşılanan 65 yaş ve üstü evlere kapatılıyor, aşısız işçiler çalışmaya gönderiliyor. Tedavisi olan, aşısı olan bir hastalık yüzünden her gün yüzlerce insan ölüyor. Bu hükümetin Türkiye insanına yaptığı en büyük kötülüklerden birisidir.

Hâlbuki Türk Tabipler Birliğinin önerdiği şekilde, 28 gün süreli bir tam kapanma uygulansa ve elbette bu kapanma sırasında insanların bütün acil ihtiyaçları karşılansa, salgın büyük ölçüde geriler. Bunun dünyada örnekleri var, bunu yapan ülkeler var. 

Türkiye kapitalizmi, emekçilerin yarattığı kaynakların insan sağlığı için kullanılmasına izin vermiyor. Salgın döneminde yine bankalar, otomotiv şirketleri, ihracata yönelik fabrikalar yüksek kârlar elde ettiler. Ama bunun karşılığı resmi rakamlarla 34 bin, gerçekte bunun en az üç katı insanın salgın nedeniyle ölmesi oldu ki ölümler artarak devam ediyor, fabrikalar yine de kapatılmıyor. Elbette ölenler patronlar değil, işçiler, emekçiler, sağlık çalışanları. 

Hükümet bir yandan da kazanılmış haklara saldırıyor

İşçilere ücretsiz izin verilmesinin yolunu açtı, patronlar tepe tepe kullanıyorlar. Kısa çalışma ödeneğini iptal etti. İstanbul Sözleşmesi bir gece yarısı iptal edildi. Boğaziçi Üniversitesi’ne kayyum rektör atandı.

Demokratik eylem yapma hakkını salgın bahanesi ile kısıtladı, ama kendileri lebalep kongreler yapmaya, salgını yaymaya devam ediyorlar. AKP iktidarına yakınlaşan herkes sebepsiz şekilde zenginleşiyor, bu da toplumda bir çürüme ve değersizleşme yaratıyor.

Bütün bunların tek bir sonucu var, AKP-MHP ittifakı yönetemiyor, fatura tüm halka, işçilere, yoksullara, emekçilere, memurlara, esnafa çıkıyor.

Ne yapmalı?

Direnmek gerekir. Haksızlıklara, yolsuzluklara, işten çıkarmalara karşı direnmek gerekir. Boğaziçi’nde, sokaklarda, işyerlerinde, okullarda; işçiler, öğrenciler, kadınlar olarak hep birlikte haklarımız için direniyoruz. 

1 Mayıs yaklaşıyor. Pandemi yasakları nedeniyle 1 Mayısın tüm işyerlerinde, 30 Nisan Cuma gününden itibaren kutlaması söz konusu. Çeşitli kentlerde işçiler, işçi örgütleri açıklamalar yaptılar. Gaziantep, İzmir, Kocaeli’nde işçi örgütleri tarafından açıklamalar yapıldı. 1 Mayıs kutlamaları, 30 Nisan Cuma yapılacak. Bazı illerde miting şeklinde, bazı illerde iş çıkışı, işyeri önünde gösteriler yapılarak kutlanacak. 1 Mayısta işçilerin birleşik eyleminin gücünü göstermemiz çok önemli. 

Yaklaşan 1 Mayıs’ta bütün işçilerin birleşik eylemini örgütlemek, önümüzdeki en önemli görevdir. Sendika yönetimlerini birleşik 1 Mayıs eylemleri için zorlamalıyız. 1 Mayıs’ta bütün işçilerin ortak mitinglerini yapmalıyız. AKP-MHP ittifakını geriletecek yegâne güç işçi sınıfıdır. Çünkü birleşen işçiler yenilmez.”

İşçiler anlatıyor

Forum daha sonra çeşitli işkollarından işçilerin konuşmaları ile devam etti. Forumun ses kayıtları önümüzdeki günlerde Youtube kanalında yayınlanacak. Konuşmaların özeti:

---

Öğretmenim, salgın döneminde önemli sorunlarımız oldu, halen de devam ediyor. Eğitimin evrensel ilkeleri var: Anadilde, ilgi ve beceriye göre, yaşam boyu, parasız, özgür ve demokratik eğitim olmalı, eğitim uzmanlarca verilmeli. Bu ilkeler Türkiye’de zaten sağlanmıyordu, pandemi ile eksik de olsa var olan eğitim hakkını da kaybettik.

Online eğitimde öğrencilerin önemli bir kısmı ile hiçbir bağımız kalmadı. Çoğunlukla yoksul ailelerin çocukları eğitimden koptu. Mevsimlik işçilerin, mültecilerin çocuklarının okulla bağları kalmadı. Bir ara yüz yüze eğitime geçildi, ama vakalar arttıkça öğrenciler okula gelmemeye başladılar. 

Eğitim Sen ortak mücadele çağrıları yapıyor, ama yetkili sendika Eğitim Bir-Sen bir yıldır hiçbir açıklama bile yapmadı. Hâlbuki tabanda o sendikanın üyeleri de gidişattan memnun değiller. 

Yüz yüze eğitimin başladığı son bir ayda Eğitim Sen’in araştırmalarına göre 26 öğretmen covidden öldü, binlerce öğretmen ve öğrenci hastalığa yakalandı. Covid sağlıkçılardan sonra eğitimciler için de bir meslek hastalığı oldu.

---

Bilgi Üniversitesinde çalışıyorum, örgütlü sendika Sosyal-İş’in yöneticisiyim. 2,5 yıldır işyerimizde yetki tespiti için mahkeme süreçlerini kovalıyoruz. Yeni yönetim döneminde çalışma koşulları çok kötü, Son bir yılda 150 kişi işten ayrıldı, tazminatlarını yaktılar.

Akademisyenler evden çalışıyorlar, evde oldukları gerekçesi ile yemek ücretleri kesildi, halbuki evden ders veriyorlar. İdari personel evden çalışma yapamadı, patron izin vermedi. Sürekli covid vakaları ile uğraştık. Öğrenciler uzaktan eğitim görüyorlar, ama paralarını ödemeye devam ettiler, karşılığını alamadılar. Pratik eğitim alanların okula gelmesi gerekiyordu, eğitimleri çok aksadı. Hak arayışında geriye düştük, sıkıntılarımız çok fazla.

---

Sağlık alanında çalışıyorum. Pandemiden önce de sorunlarımız vardı. Personel açığı vardı. İş yükümüz fazlaydı, mesailerimiz yüksekti. Eksik personel sorunu sağlıkta şiddetin önemli kaynağıydı. Ücretler doktorlar dışında düşüktü. Özelleştirme ve şehir hastaneleri sorunlarımız vardı. Covid meslek hastalığı sayılsın diyoruz, öncesinde de çeşitli vakalardan, mesela Kırım Kongo vakasından ölenler vardı. 

Covid döneminde bu sorunlara yenileri eklendi. Mesela koruyucu malzeme eksikliği başlangıçta çok sıkıntı yarattı, bu nedenle ölenler oldu. Şimdi de kullandığımız bazı koruyucu malzemeler kalitesiz, bunun haberini medyada gördüm, ama biz kullanırken çok da farkında olamıyoruz, muhtemelen önemli sorunlara neden oluyor. 

Sağlık çalışanları arasında ücret dengesizliği pandemide daha da arttı. Pandemi ile doğrudan temas eden doktorlar yüksek ücret alırken, covidli hasta ile sürekli temas eden hizmetlilere hiç bir ek ödeme yapılmadı.

Salgın nedeniyle kreşler kapatılınca, iki kişinin de çalıştığı ailelerde çocuk bakımı çok sorun oldu. Eve hastalık taşıma konusu her sağlık çalışanı için sıkıntı oldu.

Taleplerimizi şöyle özetleyebilirim: Pandemi döneminde temiz hastane kalmadı, kronik hastaları kaybettik, bu en baştan beri bir sorun. Mutlaka her ilde covid dışı hastalıklara bakan temiz hastaneler olmalı. Tüm hastanelerde hizmetin kamulaştırılması gerekir, yoksa yoğun bakımlar yetmeyecek.

Personel eksikliğinin giderilmesi, ücretlerin makul seviyeye çekilmesi, izinlerin gasp edilmemesi, covidin meslek hastalığı sayılması, kreşlerin 24 saat çalışması, yıpranma tazminatı verilmesi önemli taleplerimizdir.

Bu süreçte önemli bir sorun da görüşlerimizi ifade etmek istediğimizde karşılaştığımız baskılardır. Basın açıklaması yapmamız sürekli engellendi. Önceleri sadece anma yapabilirsiniz, ölen arkadaşlarınızı anabilirsiniz dendi, sonra bunu da engellediler. İzmir’de anmaya katılan iki personel açığa alındı. 

Mücadele içinde birleşmemiz gerekir. Sadece sağlık alnında, kamu çalışanları için 30’dan fazla sendika var, bu örgütsel bölünmüşlüğü mücadele içinde sonlandırmamız gerekir. 

---

ŞÖNİM çalışanıyım. İş yükümüz çok fazla, personelimiz az. 4 meslek elemanımız var, 8 yıldır çalışıyorlar, 2021 yılında aldıkları maaş asgari ücretin altında kaldı. Çünkü maaşlarını 35 saat üzerinden alıyorlar. 

Büro personeli olarak çalışıyorum. 2019 yılında 8 bin, 2020 yılında 10 bin, 2021 ilk 3 ayda 2300 karar geldi, ilgilenmemiz gereken. Biz işlerimizin daha iyi yapılması için personel alımı bekliyorduk, İstanbul Sözleşmesi kaldırılınca çok şaşırdık. Şimdi acaba ŞÖNİM’leri kapatacaklar mı diye düşünmeye başladık. 

Taşerondan kadroya geçtim, taşerondayken daha yüksek ücret alıyorduk, 2 yıldır asgari ücret alıyoruz, yeni sözleşme imzaladık, ama bir zam alamadık. Koşularımız kötü, sendika da yeterince destek olmuyor, mücadelemize devam ediyoruz.

---

LGBTİ+ işçilerin pandemi sürecinde karşılaştıkları sorunları anlatmak istiyorum. Salgın başlarken hepimiz aynı gemideyiz deniyordu. LGBTİ+ işçiler bu geminin en alt katındakiler. Virüs en çok yoksulları, ötekileştirilenleri vurdu. Salgın dünyadaki eşitsizliği bir kez daha gösterdi. LGBTİ+lar zaten sistemin en kırılgan, en güvencesiz kesimidir. Elbette her LGBTİ+ aynı durumda değil. Ama çoğunluk zor koşullarda yaşamını sürdürüyor. Kayıt dışı işlerde çalışıyorlar. Bu yüzden salgın döneminde işsizlik ödeneklerinden yararlanamadılar. 

LGBTİ+’lar en çok hizmetler sektöründe, eğlence yerlerinde, performans sanatçıları olarak çalışıyorlar. Pandemide buralar kapandı, Zaten güvencesiz olan LGBTİ+’lar işsiz kaldı. Bu yüzden pek çok LGBTİ+ aile evine dönmek zorunda kaldı. Evde kal sözü çok söylendi, halbuki evin kendisi kadınlar, çocuklar ve LGBTİ+’lar için şiddet mekanları oldu.

LGBTİ+’lar iş yaşamında zaten çok keskin ayrımcılıkla karşı karşıyaydılar. Translar için bu durum daha da zor. Kapitalizmin ikili cinsiyet sistemine uymayan translar, normal emek piyasasında iş bulamıyorlar, o zaman da seks işçiliği yapmak zorunda kalıyorlar. Salgın döneminde bu mümkün olmayınca aç kaldılar, ya da hastalık riskini alarak işlerini yapmak zorunda kaldılar. Yani ya hastalıktan ölecekler, ya da açlıktan ölecekler. 

Virüs küresel bir patojen. LGBTİ+’lar bütün dünyada sistem tarafından geride bırakılan, öldürülmeye açık unsurlar oldular. Bu dönemde aşırı sağ rejimler bunu hızlandırdı. İstanbul Sözleşmesi LGBTİ+’lar için önemlidir. İstanbul Sözleşmesi sadece kadınları değil, LGBTİ+’ları da korumaktaydı. Bu sözleşmede tek bir cümle de olsa LGBTİ+’lar için tanınma söz konusuydu.

Mücadele nasıl ortaklaşacak. Kuvvetlerimizi birleştirmek önemli. Bunun için ittifaklarımızı çoğaltarak, bir araya gelişlerimizi çoğaltarak yol alabiliriz. O zaman çok daha geniş ağlar ve bağlar kurabiliriz. Pandeminin başında kapitalizmin yıkılacağı şeklinde iyimser görüşler vardı. Bunun gerçek olmadığını gördük. Kapitalizmi nasıl aşındırabiliriz, bu dayanışma ağlarını örerek yapabiliriz.

LGBTİ+’lar sağ popülizme karşı mücadelede çok önemlidir, bu mücadele LGBTİ+’sız olamaz. LGBTİ+’lar kendilerini gizlediği için elimizde sayılar olmayabilir. Ama biliyoruz ki, işyerinde, sendikada her yerde LGBTİ+’lar var. Bu insanları mücadeleye katacak yöntemler bulmalıyız.

---

Aşı meselesi çok önemli. Kapitalizm, aşı konusunda sınıfta kaldı. Kapitalizm insanların ölmesini umursamıyor. Bu küresel bir sorun, bunu sürekli gündemde tutmalıyız.

Akademisyen olarak çalışıyorum, üniversite akademik personeli, üniversitenin bir işyeri olduğunu, kendilerinin de orada çalışan işçi olduğunu kabullenemiyor. Sürekli sorunlarını yönetimle konuşarak çözmeye çalışıyorlar. Halbuki zarlar hileli, eşit ilişki içinde değiliz. Mesela yarı zamanlı denen bir akademik kadro var, bunların sigortaları bile tam ödenmiyor. Bu durumu kişi hastane kapısında öğreniyor. İşyerlerinde bütün çalışanların birlikte davranması, kazanmak için önemli. 

---

Eğlence sektöründe çalışıyorum. Hükümet sermaye sahiplerine teşvikler, vergi indirimleri sağladı. Bunları da işsizlik fonundan karşıladı. Ama işçiler için sadece sigortalı olanlara işsizlik parası verildi. Kısa çalışma ödeneği aldık, ama asgari ücretten aldık, çünkü sigortamız asgari ücretten yatıyor. Şimdi kısa çalışma ödeneği kesildi. Patron muhtemelen bize hiç ücret ödemeyecek, işten atılacağız. 

Bizim işyerlerinde sendikalaşma oranı çok düşük. Dükkânını açabilen kişi artık pek örgütlenme ile ilgilenmiyor. Sorunlarımız çok fazla, salgından çok fazla etkilendik.

---

Öğretmen olarak çalışıyorum. Bu süreçte Eğitim Sen dışında diğer sendikalardan kayda değer bir ses duymadık. Eğitim Sen salgınla ilgili verileri açıkladı, tüm medyada yayınlandı. 

18 milyon öğrenci var, bu sayının ciddi bir bölümüne salgın döneminde hiçbir şekilde ulaşılamadı. Bizim okulumuzda öğrencilerin yüzde 20’sine hiçbir yolla ulaşamadık. Yüz yüze eğitim başladı, öğrencilerin ancak yüzde 50’si geldi. Okulumuzdaki öğrencilerin bir kısmı göçmen, bir kısmı roman, büyük çoğunluğu yoksul çocuklar. Pandemi en çok bu kesimleri vurdu. Uzaktan eğitim parası olanlar için mümkün, yoksul çocukların bilgisayar alacak parası olmaz.

Milli Eğitim tablet dağıtacağız dedi. Bizde 1500 öğrenciden ancak 35'ine tablet verdi. Diğer öğrenciler ne yapılacak, tablet verilecek mi, ne zaman verilecek, buna yönelik bir planlama yok, zaten pek dert edinen de yok.

İlk sınıflardaki çocukların büyük kısmı okuma yazma öğrenemedi. Bu sene de öğrenemeyecekler. Tam bir kaos var. Kapanma ilan edildi, televizyondan duyduk. Ancak 24 saat sonra detayları öğrendik. Bürokrasi işlemiyor, bu her alanda böyle, gidişatın nasıl olacağını göreceğiz, ama işler iyi gitmiyor. 

Pandemi yükümüzü daha da artırdı. Biz farklı alanları bir araya getirmek istiyoruz. Bunun için siyaseten güç, hareket olmak lazım. Bölünmenin zararlarını işçilere anlatmalıyız. Yandaş sendikalar işçilerin haklarının azalmasına neden oluyor.

İngiltere’de işçiler tek sendikada örgütleniyor, kazanıyor. Bizler de ortak birleşik sendikal mücadeleyi örgütlemeliyiz. Öfkeyi birleştirerek, işyerleri temelinde mücadele ederek, dayanışmayı yükselterek insanları birleşik mücadeleye ikna edebiliriz.

---

KHK ile ihraç edilen bir akademisyenim. Üniversitelerde çok uzun süredir bir tasfiye süreci vardı. Neoliberal akademi kurulmaya çalışılıyordu, KHK’lar bunun için fırsat oldu. Ciddi bir korku havası yaratıldı. Ama Boğaziçi direnişi, kadın ve LGBTİ+ hareketlerinin gelişmesi ile işçi sınıfı da hareketlendi. 

Eğitim Sen KHK sürecinde üyeleri ile dayanıştı, somut işler yaptı, elbette yetersiz. Daha büyük bir dalga ile birleşebilmeliyiz. Kamu emekçileri ve diğer işçiler birleşmeli. Bu birleşme seçim için değil, emeğin hakları için bir araya gelme şeklinde olmalı. Tabanda örgütlenmeliyiz. Tabanda büyük bir korku ve öfke hakim. Sendikalar bunu örgütleyebilmeli. Bizzat üyelerine dokunarak, öfkeyi anlayarak bunu yapmalı.

---

Tersane sektöründe çalışıyorum. Üretim yapılan bir yer olarak coviden çok etkileniyoruz. Başlangıçta biraz tedbirler alınmıştı, sonra eski haline döndük, yemek haneler tıklım tıklım doldu ve herkes hastalığa yakalandı. Elbette salgını önlemek için tam kapanma gelmeli. Ama bunun için patronların da, bankaların da kapitalistlerin de fedakârlık yapmalıdır. Banka kredi borçlarımız, fatura ödemelerimiz iptal edilmelidir. 

Aşılamanın herkese hemen yapılması gerekir. Ama 65 yaş üstü bile tam aşılanmadı. Bu iş nasıl olacak, bunun hesabını sormalıyız.

MHP-AKP lebalep kongreler yaptı, Ayasofya cami açılışı yapıldı. Ama biz 1 Mayıs’ı yapamıyoruz. Bunun yüksek sesle dile getirilmesi gerekir. Neden bizler kitlesel eylemleri örgütleyemiyoruz, kitle örgütleri bunun hesabını vermeli.

Kaymakamlar, valiler, kibirle patates dağıtıyorlar, fotoğraf çektiriyorlar. Hepimizi dilenci yerine koyuyorlar. Nüfusun büyük çoğunluğuna aşı yapılmadı. Tam kapanmaya “bu kadar insana bakamayız” diyerek yanaşmıyorlar. Öğretmenleri aşılamadan okulları açtılar

Sağlık çalışanları sürekli ölüyor Bütün bu kabalıklar, adaletsizlikler, yargının siyasallaşması, işyerlerindeki sorunlar öfkeyi sürekli artırıyor.

Bir işportacı tezgâhını yaktı, ceza yazılmak istenen esnaf itiraz etti, tartaklandı. Minibüs şoförü, ceza yazmak için durduran polisi protesto için anahtarını kapatıp gitti. Kadınlar, LGBTİ+’lar öfkeli. 

Çok fazla seçime endeksli siyaset yapılıyor. AKP seçimde durduk yere yenilmeyecek. Aşağıdan mücadele olmadan seçim bile kazanılamaz. Başka bir sorun da, bu seçim ittifakında ırkçılar, göçmen düşmanları var.

İktidar bir büyük işçi hareketine dayanamaz, tuzla buz olur. Kadınların, öğrencilerin eylemlerinin siyasi sonuçlarını iktidar görüyor, muhalefet göremiyor. 

Antikapitalist işçiler, ırkçılığa ve milliyetçiliğe taviz vermeyenler, kadınlar, öğrenciler, LGBTİ+’lar hep birlikte aşağıdan mücadeleyi örgütlemeliler. 

Süreç kendi kendine örgütlenmez. Bir işçi mücadelesini, en azından öncü işçiler arasında çalışma yapacak bir platformu örgütlemek hayati önemdedir.

Emek Forumu'nda öne çıkan talepler

Bültene kayıt ol