Eskişehir saldırısı: Normalleştirilen neo-nazilerin ilk katliam girişimi

13.08.2024 - 12:42
Haberi paylaş

12 Ağustos Pazartesi günü Eskişehir’in Tepebaşı ilçesinde 18 yaşındaki Arda K. beş kişiyi bıçakladı. Çay bahçesinde oturan yaşlılar, tramvay durağında bekleyenlere saldırdı. Yaralananların ikisinin hayatı tehlikesi bulunuyor.

Saldırganın giydiği kaskta ve yelekte bulunan simgeler, saldırı öncesinde yazdığı metin ve saldırıyı canlı yayına kaydetmesi, bunun “bilgisayar oyunlarından etkilenen” psikolojik sorunlara sahip herhangi birinin şiddet nöbeti değil, planlı, hedefli bir neo-nazi saldırı olduğunu gösteriyor.

Saldırgan neo-nazinin yeleğinde “Totenkopf” sembolü bulunuyordu. 

Kafatası ve kemiklerden oluşan bu sembol, Almanya’daki Nazilerin Schutzstaffel (SS) birimi tarafından da kullanılıyordu. Toplama kamplarının “idare edilmesi” ile sorumlu olan Nazi birlikleri ise SS-Totenkopfverbände olarak adlandırılıyordu. 

Saldırgan hazırladığı ve kapağında SS sembolü bulunan “mass cleaner” (kitle temizleyici) el kitabında saldırıyı hangi amaçlarla gerçekleştirdiğini ayrıntılı olarak anlatıyor. Bu metinde “politik açıdan bir Nasyonal Sosyalist’im denebilir, ama bu yahudi kontrollü … sistemde ve toplumda bu mümkün değil gibi.” ifadeler yer alıyordu. Saldırgan Kürtler için de “çocuk ve yaşlı fark etmeden hepsi temizlenmelidir” diyordu.

“komünistleri, marksistleri, antifaşistleri temizle”

Neonazi’nin ilk saldırmayı düşündüğü yer Türkiye Komünist Partisi’nin (TKP) binasıyken saldırıyı erkene almak zorunda kaldığı için sokaktaki insanlara saldırmaya karar verdiğini anlatıyordu. Kendi ifadesiyle “insanlık nefreti” olan ve insanları böcek olarak gören saldırgan, cami önündeki çay bahçelerinde oturanlara saldırdı. Ancak saldırının son hedefinin rastgele insanlar olması saldırganın ideolojik arka planını gizlememeli. Hazırladığı metinde kendisini örnek alanların saldırması için bir dizi hedef de belirtiyordu ve bu hedefler rastgele değildi: 

“Politiklerin ailelerine, arabalarına ve evlerine saldır… Parti binalarını molotofla ve kaç… Suç işlemiş göçmenleri serbest bırakan hakimleri ve onları savunan avukatları döv ve evlerini yak… Göçmen kayıt merkezlerine EYP (el yapımı patlayıcı) yerleştir ve oradaki herkesi hava uçur…Trafikte mendil satmaya çalışan Suriyeli çocuklara zehirlenmiş su ve sahte para ver. Ucuz iş gücü için göçmen çalıştıran şirketlerin fabrikalarını ve binalarını yakmakla tehdit et, eğer vazgeçmezlerse dediklerini yap. Eğer hala akıllanmadıysa ailelerini ve çocuklarını hedef al. … LGBT yürüyüşüne bomba ihbarında bulun. Feminist aktivistlerin arabasının deposuna toz şeker dök ve egzoz borusunu ıslak bir havluyla tıka… İdeolojik düşmanlarını temizle, komünistleri, marksistleri, antifaşistleri.”

Saldırgan gözaltına alınırken Adalet Bakanı Yılmaz Tunç, x hesabından “Eskişehir’de sokakta kesici aletle rastgele insanlara saldırarak 5 kişiyi yaralayan şüpheli A.K., Eskişehir Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başlatılan adli soruşturma kapsamında yakalanarak gözaltına alınmıştır. Soruşturma titizlikle sürdürülmektedir. Saldırıda yaralanan vatandaşlarımıza acil şifalar diliyorum.” açıklaması yaptı. Ancak saldırganın ırkçı ve faşist niteliğine dair hiçbir şey söylemedi. 

Irkçılığın ve faşizmin normalleştirilmesinin mantıksal sonucu

Eskişehir saldırısı, Türkiye’de ırkçılığın ve faşizmin giderek normalleştirildiği, daha zayıf ve korunmasız durumda olanlara yöneltilen şiddetin sürekli meşrulaştırıldığı bir ortamda gerçekleştirildi. Hayvan katliamının önünü açan yasanın kabulünün hemen ardından başı kesilen, sopalarla öldürülen, katliama uğrayan köpekleri gördüğümüz bir ülkede şiddet artık çok daha meşru, çok daha yaygın. Saldırganın hedef aldığı tüm toplumsal kesimler -Suriyeliler, Kürtler, feministler, LGBTİ’ler- zaten sürekli hedef gösterilen, yalnızlaştırılmaya, susturulmaya çalışılan kesimler. Translar öldürülürken, saldırıya uğrarken, LGBTİ’ler bizzat Cumhurbaşkanı tarafından hedef gösterilirken, feministlerin eylemleri yasaklanırken, Kürtçe şarkılarla çekilen halaylar suç unsuru olarak görülüp gözaltı gerekçesi olurken bir neonazinin bu kesimleri hedef göstermesi çok daha kolay oluyor.

Bu hedef almanın en açık örneklerinden biri Suriyeli mültecilere karşı yöneltilen şiddet dalgası. 2021 yılında Altındağ’da Suriyelilerin evlerine saldırıldı, aynı yıl İzmir’de Suriyeli işçiler Ahmet Elali, Mamun Elnebhan, Muhammed Elbiş yakılarak öldürüldü. Geçen yıl Zonguldak’ta Afgan işçi Mohammed Nourtani yakılarak öldürüldü. Kilis’te dokuz yaşındaki Gina Mercimek’e tecavüz edildikten sonra öldürüldü. Bu yıl gerçekleşen Kayseri pogromunda Suriyelilere ait pek çok ev ve dükkân saldırıya uğradı ve yakıldı. Yine bu yıl Kayseri’de gerçekleşen pogromun ardından 17 yaşındaki Ahmet Handan El Naif öldürüldü.

Bu saldırıların sorumluları sadece bunları gerçekleştirenler değil elbette; MHP’den Zafer Partisi’ne, İyi Parti’den CHP’ye Türkiye siyasetinin ana akımı aslında ırkçılığı her zaman normalleştiren bir tutuma sahip oldu. Böylece Türkiye’de sadece faşist geleneğin kullandığı “kurt işareti” geniş kesimler içinde yaygınlaştırıldı. Daha önce sadece ırkçıların kullandığı Göktürkçe Türk yazısı özel harekâtçı polislerden, MHP ve İYİ partililere, oradan AKP ve CHP tabanına yaygınlaştırıldı. Buna Türkiye’nin en bilinen ırkçı figürü olan Nihal Atsız’ın ve onun ırkçı fikirlerinin normalleştirilmesi izledi. 1944’te ırkçıların yargılandığı gün üzerinden oluşturulan 3 Mayıs, CHP’li Mansur Yavaş tarafından da anıldı.

ABD ve Avrupa’daki alternatif sağ da internet ortamında sürekli Türkçeye çevrildi veya Türkiye’ye uyarlandı. Sokakta bazı insanların “aslında insan olmadığını” anlatan ırkçıların videoları milyonlarca kez izlendi, Ermeni Soykırımı’nın failleri saygıdeğer devlet adamları olarak göklere çıkarıldı. Bütün bu gelişmeler kendisine “seküler milliyetçi” adını veren yeni bir sağ radikalizmin, dünyadaki faşist ve ırkçı dalgayla ilişkili ve sürekli ondan öğrenen bir akımın ortaya çıkmasına neden oldu. En açık şekli Zafer Partisi’nde görülen bu akıma küçük ırkçı grup ve dernekler de dahil. Bu akım kendisini üç ayrı okulda Nazi selamı veren lise öğrencilerinde gösterdi. 2023 yılında Üsküdar Amerikan Lisesi ve Tarhan Koleji öğrencileri Nazi selamı yapmışlardı. 

Ancak bu davranış sadece buzdağının tepesini oluşturuyor. Buzdağının asıl bölümünde ise Devlet Bahçeli ve Ümit Özdağ’dan, birkaç on binlerce takipçisi olan Twitter hesaplarına, Tanju Özcan’dan youtube fenomenlerine, ana akım internet sitelerinden televizyon kanallarına, ekşi sözlüğe uzanan, ırkçılığı, yabancı düşmanlığını ve otoriterliği meşrulaştıran devasa bir ağ var. Bu ağın argümanlarına ikna edici ve net yanıtlar sunmadan, bataklığın ürettiği daha çok sineği görmeye devam edeceğiz.

Suriyelilere yönelik saldırıların meşrulaştırılması, Araplara yönelik ırkçılığın önünü açarken, Araplara yönelik ırkçılık, Kürtleri hedef alan ırkçılığın önünü açtı. Irkçı fikirler normalleştikçe, daha radikal düşüncelerin ve eylemlerin de meşrulaşması kolaylaştı. Bu sürecin bir sonu, bir sınırı yoktur. Eskişehir’de olduğu gibi sokaklarda insan avına çıkmak bu fikirlerin mantıksal sonucu ve bu fikri savunanların arzuladıkları eylem şeklidir. 

Faşist katliamlar zinciri: Oklohoma City, Oslo, Christchurch

Eskişehir’deki saldırgan hazırladığı metinde Anders Behring Breivik, Brenton Tarrant, Stephen Paddock ve Timothy McVeigh’i örnek olarak gösteriyordu. McVeigh 1995 yılında Oklohoma City’de bombalı ve silahlı saldırıyla 168 kişiyi öldürmüş, 600’den fazla kişiyi yaralamıştı. 2011’de Anders Behring Breivik Norveç’te önce bir devlet binasını bombalamış daha sonra ise Norveç İşçi Partisi’nin gençlik örgütünün kampına saldırarak 77 kişiyi öldürmüştü. Mahkemede Nazi selamı veren Breivik, yazdığı manifestoda Avrupa’nın kültürel olarak intihar ettiğini öne sürmüş, İslamı ve “Kültürel Marksizmi” suçlamıştı. 

2017’de Stephen Paddock Las Vegas’ta bir konsere ateş açarak 60 kişiyi öldürmüş, yaklaşık 867 kişiyi de yaralamıştı. 2019’da kendisini etno-milliyetçi, eko-faşist ve ırkçı olarak tanımlayan Brenton Tarrant Yeni Zelanda’da bir camiyle bir kültür merkezine saldırarak 51 kişiyi öldürmüş, 49 kişiyi de yaralamıştı. Tarrant da saldırısını canlı yayında yayınlamış, geride beyaz “ırkın” yerini “aşağı” ırkların aldığını savunan Büyük Yer Değiştirme teorisini savunduğu bir manifesto bırakmıştı. 

Ne yasaklar ne ruhsal hastalık tezi: Faşizmi sadece kitlesel mücadele durdurur

Eskişehir’deki saldırının ardından yapılan yorumlarda genelde saldırganın “bilgisayar oyunu oynar gibi” davrandığı, ruhsal dengesizliği vb vurgulandı. Oysa bilgisayar oyunları, insanları belirli insan gruplarına onları öldürecek kadar düşman etmez. Ruh sağlığı sorunları saldırıda bir etken olarak görülse bile, yine bu saldırının arkasındaki motivasyonu tam olarak açıklayamaz. Saldırgan neo-nazinin kullandığı sembollerden arkasında bıraktığı metinlere, saldırıyı canlı yayında yayınlamasından, asıl hedeflerine kadar her şey bunun nasıl bir saldırı olduğunu gösteriyor. 

Bu ırkçı/faşist saldırı bir zincirin parçası ve Türkiye’deki bu şekliyle gerçekleşen ilk saldırı olsa da, çok büyük ihtimalle son saldırı olmayacak. Saldırının ardından bazılarının iddia ettiği gibi daha fazla bireysel silahlanma, saldırgana işkence edilmesi veya öldürülmesi, bilgisayar oyunlarının yasaklanması gibi önlemler bu saldırıları durdurmayacak. Bu vahşeti durdurmak için 18 yaşındaki birini hiç tanımadığı insanlara saldırmaya iten fikirlerle mücadele etmek gerekiyor. Bu da Suriyeli mülteci düşmanlığıyla, Araplara ve Kürtlere karşı yürütülen sistematik ırkçılıkla, LGBTİ düşmanlığıyla, Yahudi düşmanlığı ve dünyayı Yahudilerin yönettiğini anlatan komplo teorileriyle aralıksız bir şekilde mücadele etmek demek. 

Ancak bu mücadele, hiçbir zaman sadece fikir alışverişiyle kazanılmayacak. İngiltere’de gerçekleşen son ırkçı saldırılar ve bu saldırıları başarıyla bertaraf eden ırkçılık karşıtlarının eylemleri, faşistlere ve ırkçıların karşısında fiziksel olarak durmanın, sokakları onlara dar etmenin önemini gösteriyor. Türkiye sadece 6-7 Eylül’ün, Maraş, Çorum ve Sivas Katliamlarının yaşandığı bir ülke değil. 1940’lardan bugüne bu ülkenin bir anti-faşist geleneği de var. Bugün bu geleneği canlandırmak, ırkçılığa ve milliyetçiliğe dur diyecek bir inisiyatifi oluşturma görevi, sadece sosyalistlerin değil ırkçı ve faşist saldırılardan korkmadan güvenle yaşamak isteyen herkesin önünde duruyor.

D. Konar

Bültene kayıt ol