2020’de yaşananlardan sonra, yani siyasi iktidarların salgının önünü kesmek adına işe yarar hiçbir şey yapmayıp bilakis yükselişine yol açacak bir takım yanlış stratejiler ile sadece ve sadece ekonomiyi ve kendi siyasi konumlarını düşünerek hareket ettikleri, pandeminin faturasının emekçilere kesildiği, küresel ölçekte milyonlarca aşırı yoksul yarattıkları ve hepimizi kendi başımızın çaresine bakmak zorunda bıraktıkları bir yılı geride bırakırken tek umudumuz aşılardı.
Ne var ki aşılar da büyük sermayenin ellerinde. Üretim hatları yetersiz olduğundan talebi hızla karşılayabilmeleri imkansızdı zaten.
Elbette tek sorun bu değil. Kapitalistlerin yarattığı sorunlar zaten hiçbir zaman tek başına gelmiyor. Çare olacak umuduyla beklenen aşıların ücretli oluşu, sahne arkasında gizli el sıkışmalara imza atılması, kalkınmış ülkelerin ihtiyaç fazlası siparişleri ve bazı yoksul toplumlara hiç ulaştırılamamış olmaları da cabası…
Aşı geliştiricilerin hepsinin, şu ana dek yapılan anlaşmalar, uluslararası destekler ve satışları yoluyla ellerindeki aşının üretim maliyetini çoktan karşıladıklarını da eklemek gerek. Diğer bir deyişle; artık ücretsiz de dağıtabilecek durumdalar. Buna rağmen patentlerinden vazgeçmiyor, dünyayı, içinden çıkılamaz bir duruma sürüklemeyi tercih ediyorlar.
Aşı üreticileri kafalarını bu küçük hesaplarla meşgul ederken, onlar yüzünden hızlıca küresel ölçekli bir aşılanma gerçekleştirilemediği için ortaya çıkmaya başlayan yeni varyantlarla da tanışmış olduk.
Oysa aşıda patent olmaz, aşılar tüm insanlığındır. Aksi halde gerçek bir toplum sağlığı yönetiminden bahsetmek mümkün değil.
Pandeminin sonlanması için toplumsal bağışıklığın sağlanması gerekir ve bu, o toplumu oluşturan herkesin aşılanması anlamına gelir. Göçmenler de buna dahildir.
Covid-19 salgını için gereken toplumsal bağışıklık oranı asgari yüzde 70 seviyesinde olmalı. Bu virüste, hasta olup iyileşme yoluyla kalıcı bağışıklık kazanmak diye bir şey söz konusu değil. Öyleyse nüfusun asgari yüzde 70’i aşılanmak zorunda – ki bu oran kesin değildir; sağlıklı bir sonuç için yüzde 80-90 seviyesine çekilmesi gerekiyor.
Göçmenlerin ise nasıl aşılanacakları bile belli değil henüz. Vatandaş olmadıkları için aşılama takvimlerine dahil edilmediler. Türkiye’de kayıt altına alınmış 3 milyonu aşkın göçmen var. Ayrıca bir de kayıtlı olmayanlar eklenince, sayılarının 5 milyonun üzerinde olduğu tahmin ediliyor. Onlara ne zaman aşılama yapılacağını bilmiyoruz.
Aşıya erişimin her aşamasında büyük bir adaletsizlik yaşanıyor. Bazı ülkeler aşı stoklarını sıfırlarken, yoksul ülkeler ve tüm ülkelerdeki göçmenler adına utanç verici bir tablo yaşanıyor yine.
Pandemi küresel bir sorun. Aşılanma da küresel ölçekte hızla ve adil yürütülen bir planlama ile gerçekleştirilmeliydi. Bilhassa da kötü yaşam standartları nedeniyle yüksek risk grubunda yer alanların – ki mülteciler de bu gruba dahildir – öncelikli olması gerekir.
Amacımız bu salgını sonlandırmaksa, buna yönelik gerçekçi ve adil adımlar atılmalı. Aşılanmaya toplumun her bir bireyini dahil etmediğimiz sürece salgını uzatıp duruyoruz.
Virüsün mutasyon geçirmiş varyantları işimizi zaten zorlaştırmaktayken kaybedecek daha fazla vaktimiz kalmadı. Dünya genelinde milyonlarca insanın can verdiği bu salgın bir an evvel sonlandırılmalı artık. Ve bunun için de tek bir gerçekçi kozumuz var; adil aşılanma.
Riski giderek büyüten bunca bilinmeze, bu dehşet verici tabloya, milyonların ölümüne, salgında milyonlarcasının da aşırı yoksullaşmış olmasına rağmen şirketler patentlerinden vazgeçmiyor, salgını uzattıkça uzatıyor, ölümlerden kazanç sağlamaya devam ediyorlar. Sonuç olarak aşılar yeterli gelmiyor ve maalesef adil dağıtım gerçekleştirilemiyor.
Oysa o aşılar hepimizin!
Tüm insanlığın!
Tuna Emren