Ermeni Soykırımı: 1915'te ne oldu? (Şenol Karakaş)

24.04.2015 - 07:58
Haberi paylaş

1915 yılında ne oldu? 1915 yılında olanların günümüzde ne önemi var? Tek cümleyle özetlemek gerekirse, 1915 yılında Ermenilere yönelen soykırım, cumhuriyet tarihinde, Türkiye’de yaşayan halkların 1915 sonrasını kaderinde en belirleyici olaydır.

Türkiye’de devlet, Türkiye’de militarizm, Türkiye’de savaşçı dil, Türkiye’de silahlanma, Türkiye’de siyaset, Türkiye’de sermaye, Türkiye’de yasalar, Türkiye’de ordu, Türkiye’de sağ, ekonomi, ideoloji, sol, şiddet, kullanılan nefret dilinin kanıksanmasında en belirleyici etmen Ermeni soykırımıdır.

Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu, 2003 yılından beri, emperyalist güçlerin dünyanın her bölgesinde estirdiği teröre, savaşlara, çatışmalara karşı kampanyalar yapıyor. Bombardımanlara, askeri üslere, savaşlara, silahlanmaya karşı kampanyalar düzenlemek de Küresel BAK’ın faaliyetleri arasında. Ama ayakları yere basan bir kampanyanın örgütlendiği yerde devleti, şiddeti eleştirmekten daha doğal bir şey olmaz. Özellikle 1980’lerden beri, sert çatışmalar şeklinde süren, hatta devlet yetkililerinin “düşük yoğunluklu savaş” diyerek tanımladığı Kürt sorunu gibi, günlük yaşamdan siyasal ilişkilerin düzenlenmesine kadar bir dizi düzeyde etkileyici olduğu bir sorun yaşanırken, Küresel BAK gibi bir savaş karşıtı kampanya platformunun, Türkiye’deki gelişmelere gözlerini kapaması beklenemez. Küresel BAK, bir parçası olduğu küreselleşme karşıtı hareket ve küresel savaş karşıtı hareket gibi, en başından beri “küresel düşün, yerel örgütlen” yaklaşımını hayata geçirmeye çalışıyor. Bu yüzden ABD’nin Irak işgaline, İsrail’in Filistin halkı üzerinde estirdiği teröre karşı çıkarken, aynı anda Kürt sorununda barış siyasetini savunuyor, Kürt halkının haklarının iadesini, Kürt kimliğinin her düzeyde tanınmasını ve bu hakların anayasal güvence altına alınmasını savunuyor.

Fakat silahlanma, çatışma, katliamlar, savaş, savaşa bağlı ırkçılık deyince, bu tür sorunların yaşandığı birçok ülkede olduğu gibi, karşımıza bir devlet politikası, şiddetin içselleştirildiği bir siyasal manzara çıkıyor. Madalyonun diğer yüzünde ise, şiddet içermeyen, kitlesel barış hareketlerinin sürekliliğinin sağlanamaması gibi bir sorun da var.

2014 yılının Ekim ayında Küresel BAK’ın diğer barış inisiyatifleriyle birlikte düzenlediği “100 yıllık savaş yeter! Dünyada, bölgede, ülkede barış” konferansına Yale Üniversitesi’nde tarih profesörü olan Jay Winter da katılmıştı. Çok etkili bir sunum yapan Winter’a salondan sorulan sorulardan birisi de, Türkiye’de barış hareketlerinin sürekliliğinin neden sağlanmadığıydı. Winter, sözü hiç uzatmadan, doğrudan Ermeni soykırımına bağlamıştı. Soykırımın üzerinde yükselen bir devletin şiddete bağlı olması, şiddeti çok sık kullanması, siyaseti adeta merkezi şiddet araçlarını kimin kullanacağının belirlenmesi olarak öngörmesi kaçınılmaz.

Ama kaçınılmaz olan başka bir gelişme daha var: şiddeti, militarizmi günlük bir yaklaşım olarak, doğal bir devlet davranışıymış gibi yorumlayan soykırım geleneği, bu gelenekle yüzleşilmediği sürece, o devletin belirlediği sınırlar içinde yaşayan tüm bireyleri, toplulukları, siyasal çevreleri, sınıfları da belirler. Soykırımı gizlemenin, inkar etmenin, soykırımla yüzleşmemenin bedelini, soykırımın ardından yaşayan kuşaklar ödemeye devam eder.

Türkiye’de devletin tarihinde kitle katliamları, Müslüman olmayan azınlıklar üzerinde uygulanan baskı ve imha uygulamaları, Dersim’de, 6-7 Eylül’de, 1964’te yapılanlar, Varlık Vergileri, Kürtlerin anadilde konuşma taleplerinin, özgürlük isteklerinin yanıtının müthiş bir şiddet olması, sıradan, anlık devlet refleksleri değildir. Irkçılığın günlük dilde hakim olması, ırkçı esprilerin yaygın kullanımı, “tek dil, tek devlet, tek millet” sloganının ilköğretimden itibaren kafalarımıza kazınması basit bir siyasal tercih değildir. Türkiye siyasal tarihinin aynı zamanda bir askeri darbeler tarihi olmasının nedeni de öyle. Bütün bu tarihin kökeninde Ermeni soykırımı ve soykırımın inkârı üzerinde yükselen siyasi, günlük, ideolojik ilişkiler yatıyor.

Geçtiğimiz yıllarda bir dizi soruşturma nedeniyle bazı Kürt illerinde topraklar kazıldı ve toprakların altından insan kemikleri çıktı. Asit kuyularından yıllardır kendilerinden haber alınamayan insanların kalıntıları çıktı. Cumartesi Anneleri, demokratik ve barışçıl bir yöntemle 500’ü aşkın haftadır kocalarını, çocuklarını, kardeşlerini arıyor. Türkiye’de bir faili meçhul geleneği var. Çünkü devlet, bir halkın faili meçhul bir şekilde ortadan kaldırılmasının üzerinde şekillendi.

Militarizme, faili meçhullere, silahlanmaya, askeri üslere, devletin savaşçı politikalarına karşı düzenlenecek şiddet içermeyen barış kampanyaları, aynı zamanda soykırımla yüzleşme çabaları ile birlikte yürütülmelidir.

Soykırımla yüzleşmek özgürleştiricidir, soykırımla yüzleşmek barışçıl olmanın garantisidir, soykırımla yüzleşmek savaşların ve militarizmin ideolojik arka planını oluşturan ırkçılık ve milliyetçilikle mesafeleşmek açısından gereklidir.

Küresel BAK aktivistleri açısından soykırımla yüzleşmek 1915 yılında nüfusun yüzde 20’sini oluşturan ama 1920’lere gelindiğinde yok olan Ermeni ve Süryani halklarına karşı bir borçtur. Aynı zamanda kurucularımızdan, ilk imzacılarımızdan Hrant Dink’in barışa ve demokrasiye adanmış yaşamının mirasını sahiplenmenin gereğidir.

Şenol Karakaş

(Küresel BAK'ın Ermeni Soykırımı broşüründen alınmıştır)

Marksist.org'un 24 Nisan dosyası: Soykırım tanınsın, özür dilensin!​

Bültene kayıt ol