Virüs, Çin ve Küba efsanesi

28.03.2020 - 10:00
Haberi paylaş

Covid-19'un Çin'de gerilemesi ve Küba'nın çeşitli ülkelere doktor göndermesi sonrasında solun bir bölümü 'sosyalizmin zaferi'ni ilan etmeye başladı. Onur Öztürk, işçi sınıfının iktidarına dayanmayan bu rejimlerin gerçekten sosyalist olup olmadıklarını tartışıyor.

Dünya çapında yaygınlaşan Covid-19 virüsüyle beraber neoliberal olarak niteleyebileceğimiz sağlık politikaları ciddi anlamda sorgulanır oldu ve bu sorgulama kapitalizmin kendisine de yönelmeye başladı.

Ancak alternatifler konusunda bu ciddi bir kafa karışıklığı olduğu çok açık. Sağlık alanının piyasanın konusu olamayacağı bugün çok net anlaşıldı. Zaten sağlık alanında ciddi sosyal politikalar uygulayan ülkelerde can kaybı daha az olurken, aynı zamanda iyileşen hasta sayısı da daha fazla. Bu konuda genellikle Küba’nın öne çıktığı gözlenmekte.

Çin’de virüsün durma noktasına gelmesi ayrı bir sevinç yarattı. Yalnız bu iki ülke kaynaklı gelişmeler (bilhassa Küba’nın İtalya’ya doktor ve tıbbi yardım göndermesi) sosyalizmin büyük başarısı olarak gösterildi. Ancak acaba Çin ve Küba sosyalist sistemler miydi? 20. yüzyılda sosyalizm adıyla ortaya çıkan ve büyük ölçüde bürokratik diktatörlüklere dönüşen bu rejimler, 21. yüzyılın toplumsal gerçekliğini kavrayabileceğimiz ve yeni mücadele yöntemlerinin rehber alabileceği rejimler olabilir mi? Her şeyden önce bu tür rejimler, işçi sınıfı ve genel olarak emekçi halk üzerinde piyasa kapitalizmini benimsemiş ülkelerden belki de daha fazla sömürü ve baskı uygulamakta. Küba’da 1959’da iktidara gelen yeni yönetimin lideri Fidel Castro 2016 yılındaki ölümüne kadar ülkenin değişmez, değiştirilmesi dahi teklif edilemez lideri olarak kaldı. Sosyalist nitelikte olsa bile Küba Komünist Partisi dışında parti kurmak, yine sosyalist fikirleri savunsanız bile iktidardaki partinin görüşlerine ayrı bağımsız gazete ve dergi çıkarmanız yasaktı. İşçilerin bağımsız sendika kurmaları bile yasaktı. İşçilerin yurt dışına seyahat etmesi devlet iznine bağlıydı. Bu uygulamaların çoğu bugün de devam etmekte. Küba’daki sistemin tek artısı eğitim ve sağlığın bütün halk için ücretsiz olması ancak bu durum Küba’yı sosyalist olarak nitelendirmemiz için yeterli değildir.

Çin için de benzer illüzyonlar yaşanmaktadır. Çin’i yöneten partinin isminin Komünist Parti olması bu algıyı güçlendiren faktör. Çin 1978’den itibaren, Deng Xio Ping dönemiyle birlikte, Mao döneminin eklektik politikaları terk edilerek, “ekonomik reform” sloganıyla pek çok sektörde piyasa kapitalizmine yöneldi. Siyasi alanda ise Komünist Parti’nin katı yönetimi devam etti. Ucuz işgücü, sağlanan alt yapı olanakları, yasal güvenceler ve ucuz enerji politikaları sayesinde Avrupa, ABD, Japonya ve Güney Kore kökenli pek çok şirketin ülkeye gelmesi sağlandı. Ucuz işgücü sayesinde Çin adeta dünyadaki en büyük sömürü cennetlerinden biri oldu. Bölgeler ve sınıflar arasında gelir dağılımı, çevre tahribatı ve iş kazalarında ölümler (madenler başta olmak üzere) katlanarak arttı.

Bu girift ilişkilerden parti bürokrasisi ve ordudaki pek çok general de yararlandı ve pek çok asker, sivil bürokrat bu sayede servetlerine servet kattı. ÇKP’nin 2002’deki kongresinde kapitalistlerin de partiye katılmasının yolu açıldı. 2017’deki kongrede ise mevcut lider olan Xi Jimping’in ömür boyu görevde kalmasına olanak sağlayan düzenlemeler yapıldı. (Bu açıdan Türkiye’de tek adam rejimine karşı mücadele edip Küba ve Çin’i savunmak ayrı bir ironi) Bunun dışında Çin yönetimi Uygurlular başta olmak üzere azınlık milliyetler üzerinde ciddi bir baskı politikası uygulamaktadır.

Diğer yandan Çin yönetimi son virüs salgını olayında hem kendi halkına hem de dünya kamuoyuna karşı şeffaf olmamış, salgını uzun süre gizleyip, bu konuda bilgilendirme yapan doktoru cezalandırıp, virüsün dünyaya yayılmasında sorumluluk sahibi olmuştur.

Dolayısıyla 21. yüzyılda sosyalizm anlayışımız, emekçilerin kazanımları bakımından Türkiye’nin bile çok gerisinde olan, 20. yüzyılın sonunda iflas etmiş bürokratik diktatörlüklerin bakiyesi rejimleri savunmak olmamalıdır. Bunun yerine dünyada gelişen bütün antikapitalist hareketleri de içine alan aşağıdan gelişen bir sosyalist anlayış inşa etmek gerekmektedir.

Onur Öztürk

 

Bültene kayıt ol