Yerli-milli ittifak kalıcı mı, gidici mi?

10.12.2018 - 08:45
Haberi paylaş

Gelecek sene 31 Mart'ta yapılacak yerel seçimler için şimdiden ittifaklar kuruluyor.

Yerel seçimler, daha baştan yerel olmaktan çıktı. 24 Haziran genel seçimleri sonuçlarının bıraktığı yerden süren kapışma, iktidar blokunu oluşturan yerli-milli ittifakının güven oylamasına dönüştürüldü.

31 Mart 2019'da sandık kapandıktan sonra, normalde dört yıl boyunca seçim olmayacak. Rakiplerini saf dışı etmek isteyen AKP ve MHP, 24 Haziran sonrası aralarında oluşan çatlaklara ve halen süren alışagelmedik pazarlıklara rağmen, yerel seçimlere birlikte giriyor.

Büyük gerileme ve tahribat

Muhafazakar-ülkücü ittifakı, iki yıldan fazla süredir oluşturdukları baskıcı yönetimle, işçi sınıfının ve ezilenlerin onlarca yıllık mücadeleleriyle elde ettikleri bir çok kazanımı ortadan kaldırdı. Siyasal demokrasiyi, düşünce, ifade ve örgütlenme özgürlüğün sınırlarını olabildiğince daralttı. Yerli-milli ittifakı yarattığı siyasi krizle ekonomik krizi şiddetlendirirken, krizin sonuçlarına karşı mücadele gibi her türden haklı muhalefet de boğulmak isteniyor.

Büyük bir gerileme ve tahribat yaratan AKP-MHP ittifakı hangi koşulların sonucudur? Yerli-milli denilen bu ittifak kalıcı mıdır?

Uluslararası koşullar

2013 sonrası dünyada yeni bir döneme girildi. En zenginlerin elinde devasa bir servetin toplandığı küreselleşme döneminin sonunda, hakim ekonomik siyaset neo-liberalizm ve bu siyasetin uygulayıcısı merkez partiler derin bir kriz yaşarken, her yerde milliyetçi ve despot yönetimler ortaya çıkmaya başladı.

2011 Arap Devrimleri ile yayılan küresel protesto ve ayaklanma dalgasını bastırmak için hakim sınıflarca başlatılan karşı-devrim, ABD'de Trump'ın başa gelmesiyle, dünyadaki her türden gerici ve ırkçı güce cesaret veren bir sağ saldırıya dönüştü.

Sykes-Picot anlaşması gibi 20. yüzyıl boyunca Batı emperyalizmi tarafından şekillendirilen bir dizi mutabakat ve örgütlenme dağılırken, devletlerin keskin askeri rekabeti, kanlı savaşlar, darbeler, ırkçıların merkezinde olduğu sağcı ittifaklar ortalığı kapladı.

Türkiye'deki baskıcı yönetimi yaratan koşullar ne yerli ne milli. Emperyalizmin çok boyutlu bir kriz yaşadığı bugün, Avrupa Birliği gibi bir emperyalist güç bile varlığının tehdit altında olduğunu düşünürken, parçalanan dünya düzeninde neredeyse her devlet bir beka sorunu yaşıyor ya da yaşadığını söylüyor. Güvenlik ve egemenlik sorunları etrafında merkezileşiyor.

Dünyada ve Türkiye'de kurulan baskıcı yönetimlerin varlık sebebi, devletlerin gücünü tahkim etmek, hakim sınıfların çıkarlarını yerine getirecek güçlü yönetimler oluşturmak. Kurulu düzenin partilerinin kitleler nezdinde reddedildiği günümüz dünyasında, yönetim gücünü oy çokluğundan alan baskıcı yönetimler, kapitalist sınıfın ve devletin içindeki çeşitli güçlerin türlü ittifakları olarak karşımıza çıkıyor.

Dünyadaki bu eğilimlerin ve milliyetçi atağın Türkiye'de vücut bulmuş hali AKP-MHP ittifakıdır. Daha bir kaç yıl öncesine kadar kanlı bıçaklı olan, bugün de bir dizi ideolojik ve siyasi konuda zaman zaman sert tartışmalar yaşayan, birbirlerine rakip bu iki partiye ittifak kurdurtan bir dizi sebep var.

Devletin bekası sorunu

2013 sonrası dünya gibi Türkiye de olağandışı koşullara girdi. 2007-2011 yılları arasında askeri darbe tehditlerine karşı yürütülen aşağıdan demokratik mücadelelerin basıncıyla elde edilen bir dizi kazanımla genişletilen siyasal demokrasi, 7 Haziran 2015 genel seçim sonuçlarıyla birlikte AKP ve MHP tarafından birer tehdit olarak görüldü. 2013’te Gezi protestolarına karşı, iktidarın kullandığı kutuplaştırma silahı, her bir konuda kendini üreterek bu sağ atağa uygun iklimi yarattı.  

Çözüm sürecinin bitirilmesi, 17-25 Aralık soruşturmaları, Ergenekon ve Balyoz davalarının "kumpas" ilan edilmesi, AKP'nin devlet içinde ittifak kurduğu Fetullahçılarla sert bir mücadeleye girmesi, bu sürecin 15 Temmuz 2016'da halk tarafından durdurulan bir darbe girişimine dönüşmesi AKP-MHP ittifakını doğurdu.

15 Temmuz darbe girişimi sonrası devleti kendi başına kontrol edecek güçte olmadığı açığa çıkan AKP, ülkücü ve ulusalcı geleneksel devlet güçleriyle ittifak kurdu. Bunun siyasal ifadesi Cumhur İttifakı oldu.  

Aynı anda Suriye'de savaş büyüyor, Türkiye'nin sınırlarında IŞİD ve PYD arasında şiddetli çatışmalar yaşanıyor, Türkiye'nin tarihsel müttefiki ABD ve Batı emperyalizmi bölgede Kürt silahlı güçleriyle ittifak kuruyordu. Suriye'de yaşanan büyük kapışmayı bir beka sorunu olarak gören ve çözüm olarak benzer şahin politikaları savunan AKP ve MHP iyice yakınlaştı.

Kazan-kazan politikası

İki parti, 2015'te AKP'nin büyük oy kaybıyla tek başına çoğunluktan düşüşü, MHP'nin içinden ikinci bir parti çıkartacak derin bir bölünme yaşaması üzerine bir araya geldi.

1 Kasım 2015'te seçimin tekrarlanma yolunu açan, Erdoğan'dan fiili başkanlığını mecliste oylatmasını isteyen ve Cumhurbaşkanlığı için aday gösteren MHP lideri Devlet Bahçeli’ydi.

Devletin bekası gibi köklü bir temel üzerinden birleşmiş olsa da bu ittifak, iki partinin siyaseten kazanması için kuruldu.

Başkanlık yönetimi, yüzde 50 artı 1 oy almayı zorunlu hale getirdiği için, bu oya tek başına ulaşması imkansız olan AKP, Erdoğan’ın başkanlığını garanti altına almak için MHP ile ittifak kurdu.

İP ile yaşadığı bölünme sonrası, yüzde 10 barajını geçemez hale gelen MHP, kendi bekası için AKP ile ittifak kurdu.

Zayıflıklar ve mecburiyetler üzerinden kurulan bu ilişki Erdoğan'a başkanlığı kazanma, MHP'ye ise 24 Haziran'dan güçlü çıkma olanağını sundu. Aynı anda, kazan-kazan politikasının da sonuna gelindi.

Kutuplaştırma kime yaradı?

Yine Bahçeli, gelmekte olan ekonomik krizi gerekçe göstererek, 24 Haziran 2018 baskın seçimlerinin önünü açtı.

İstediğini almış olsa da AKP, sandıktan oy kaybederek, yani gerileyen bir siyasi hareket olarak çıktı. AKP'den kopan oylar ise, kutuplaştırma siyasetinin bir sonucu olarak muhalefete akmadı ve en yakınındaki MHP'de toplandı. Cumhur İttifakı, partisinin baraj sorunu olmadığını kanıtlayan Bahçeli'ye yaradı.

Kendilerinin denge ve denetim görevlerini üstlendiğini söyleyen Bahçeli, bir yandan Erdoğan'ı koalisyon kurmaya zorlarken, bir dizi konuda yürüttüğü sert muhalefetle ortağının karşısına çıkıyor.

24 Haziran sonrası ilk çatlak, MHP'nin bir kısım AKP'liyi Cumhur İttifakı'nı sabote etmekle suçlamasıyla başladı. Ülkücü mafya lideri Çakıcı etrafında MHP'nin kısmi af girişimiyle bu çatlak daha da büyüdü. MHP'liler yaptıkları onca şeye rağmen, devlette kendilerine kadro verilmediği, isteklerinin yerine getirilmediği eleştirisini artırdı. Danıştay'ın müdahalesiyle geri getirilen "andımız" ile çatlak, kırılmaya dönüştü. Türkçülük ve ırkçılık tartışması ile bir anda iki partinin farklılıkları ve çelişkileri gözler önüne serildi.

MHP, aynı anda ekonomik krizin ve sonuçlarının eleştirisini yapmaya başlayarak, ittifak kurdukları AKP'den farklarının altını çiziyor.

AKP, kendi oylarını çeken MHP'nin önünü her talep ve tartışmada kesmek istese de, her bir gerilimin sonunda Bahçeli güç kazanarak çıktı, Cumhur İttifakı gerekçelerini birer birer kaybetse de bugüne geldi.

İttifakı parçalanma noktasına getirip götüren Bahçeli, Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin devamı için bu ittifakın devam ettiğini söylüyor. Tarihi stratejisi tek başına iktidar olmak olan MHP, bir sonraki seçimde başkanlığı almak ya da bu yolda tam bir koalisyon ortağı olarak belirleyici güce ulaşmak istiyor.

AKP'nin tarihinde ilk kez bazı büyükşehirlerde, kendinden küçük bir partinin adayını destekler duruma düşmesine yol açan pazarlıklar, Bahçeli ve partisinin kilit konumuna işaret ediyor.

24 Haziran seçimleri yerli-milli ittifakının pragmatik temelini oluşturan "kazan-kazan” politikasının sonunu getirmesi gibi, 31 Mart yerel seçimleri de ittifakın sonunu getirebilir. 1 Nisan'da güçlenen bir MHP, Erdoğan ve AKP için hızla eski bir ortak haline gelebilir.

Devletin bekası gibi amaçlar için bir araya gelmiş olsalar da sermaye partileri arasındaki ittifaklar, temelde geçici çıkar birlikleridir. Gerek kendi çelişkileri gerek toplumsal muhalefetin etkisiyle, hızla dağılabilirler. Bugün, derin bir bölünme, farklılaşma ve rekabeti içinde devam eden bu ittifak yenilmez değildir.

Nasıl kazanırız?

Yerli-milli ittifakı iktidar blokunu kapladığı, ırkçı parti belirleyici rol oynadığı müddetçe, emekçi sınıfların ve ezilenlerin nefes alamaz hali devam edecek. Bu ittifak devam ettiği sürece, en sağdaki milliyetçi parti MHP güç kazanacak. Strajtesini adım adım ören MHP'nin tek başına iktidarı ise tam bir felakettir. Böyle bir felakete zemin hazırlayan ise AKP-MHP koalisyonu olacaktır. Bu süreci tersine çevirmek için tek yol, AKP'ye oy veren işçileri ve emekçileri kazanacak bir sol  muhalefeti yaratmak. Bu muhalefet, yerli-milli ittifakına oy veren emekçileri ikna etmek zorunda:

- Beka ve güvenlik kaygılarının çözümü, gerilimi artırıcı, çatışmacı politikalar olamaz. Şahin politikalar, 2018'in borç krizinde görüldüğü gibi çok daha büyük sorunlar yaratırken, yüz yıllık sorunları çözümsüz bırakıyor ve depreştiriyor. İşçilerin çözümü siyasidir, tam demokratikleşme, barış ve kardeşliktir.

- Kutuplaşmaya hayır! İşçilerin düşmanı diğer işçiler olamaz. Baskıcı yönetimin arkasında olan ve krizin faturasını bize çıkartan patronlarla aynı gemide değiliz. Laik-dindar, Türk-Kürt bölünmeleri sadece kapitalistlerin işine yarıyor. Kutuplaştıran iktidara da muhalefete de hayır! Krizin faturasını çıkartanlar ödesin!

- Darbelere, askeri vesayete ve despot yönetime hayır! Darbeler kimden gelirse gelsin, tek parti yönetimleri kimler tarafından kurulursa kurulsun, her biri işçilerin aleyhine sonuçlar yaratmıştır. Keyfi yönetim, grev yasaklarıyla, hak gasplarıyla, baskılarla her görüşten işçinin aleyhine kararlar almaya devam ediyor. İşçilerin çıkarı ne başörtüsünü yasaklayan eski düzen ne de yasakları büyüttükçe büyüten bu yeni düzendedir. Baskı değil özgürlük, adalet, tam demokratikleşme!

Her bir ülkede despot yönetimlere ve ırkçıların merkezinde olduğu sağ ittifaklara son verebilecek tek güç, birleşen, mücadeleye atılan işçi sınıfıdır. Bir ülkede kazanılacak zafer, diğer ülkelerdeki işçilere moral ve cesaret verecektir.

AKP-MHP ittifakını ve sağ dalgayı var eden olağanüstü koşullara, çelişkilere, krizlere verilecek sosyalist yanıtlar, emekçi sınıfların sağ atağa karşı savunma araçlarına dönüşebilir.

Dünyada ve Türkiye'de geçmişte yaşanan sağ dalgalara son veren, başını işçilerin çektiği kitlesel, meşru ve demokratik mücadelelerdir. Bu büyük mücadeleler, her gün işyerlerinde yürütülen bir dizi mücadelenin, irili ufaklı eylemlerin üzerinde yükselmiştir.

Sandığı bırakıp, mücadeleye bakmalı. İşçilerin birleşmesine ve kendi mücadeleleriyle milliyetçi burjuva liderliklerden kopmasına yardım etmeli. Her günkü mücadele içinde ırkçı, şovenist ve düzenin devamından yana olan fikirlerle hesaplaşmalıyız.

Volkan Akyıldırım

(Sosyalist İşçi)

Bültene kayıt ol