Bill Mullen yazdı: “Trump felaketine karşı”

02.09.2017 - 08:03
Haberi paylaş

ABD'de mücadele eden sosyalist örgüt ISO'nun (Uluslararası Sosyalist Örgüt) üyelerinden Bill Mullen, Trump'a karşı mücadele edilen dönemin derslerini Marksist.org için kaleme aldı:

Donald Trump’ın seçilmesi, aşağıdan yeni bir mücadele dalgasını tetikledi. Bu ateşli mücadele, devlet ve egemen sınıf içinde de bir yansımaya sahip.

Trump’ın seçimden galibiyetle çıkmış olmasına, açık kadın düşmanlığına, yabancı düşmanlığına, ırkçı atamalarına, Yahudi karşıtı ve İslamofobik kabine üyelerine ve işçi sınıfını bölmek için sık sık milliyetçi bir söylemi kullanma çabasına karşı yaygın ve hızla örgütlenen protestolar, Trump’ın iktidarını hem sarstı hem de onun yönetmesini daha da zorlaştırdı. Başkan olduğundan beri attığı her adım sivil itaatsizlikle, parti içi muhalefetle, uygulamada sorunlarla ve egemen sınıf içinde çatışmayla sonuçlandı. Egemen sınıf özellikle Trump’ın ABD kapitalizmini sıçratma programı ile ilgili bölünmüş durumda. Müslümanlara karşı uygulamak istediği giriş yasağı ile ilgili yaptığı üç hamle de mahkemelerce reddedildi. Ancak bundan sonra Anayasa Mahkemesi yasakla ilgili argümanları dinlemeyi kabul etti. Özetle her gün süren bu direnişin yankılarını her yerde görmek mümkün.

Bununla birlikte Trump yönetiminin yürütme gücünü ve devlet organını kaba ve sert güçle harmanladığını gözlemlemek mümkün. Enzo Traverso bu yönetme pratiğine “otoriteryan neoliberalizm” diyor.¹

Bu yönetim tarzı, başından itibaren aktivistlerin, sosyalistlerin ve radikallerin sürekli, gece gündüz bitmek bilmeyen tepkisiyle karşılaştı. Trump çoktan ABD-Meksika sınırına dikilecek duvara maddi kaynak aktarmaya başladı. Askeri harcamaları arttırdı, sınır dışı etme politikalarına hız verdi, göçmen dairesinde çalışan polisler daha fazla baskın yapmaya başladı, kürtaj hakkı için ayrılan kaynağı kıstı ve dünyayı hızla gelen bir otobüsün altına itercesine Paris iklim anlaşmasından çekildi. Bununla da kalmadı. İşçi sınıfının sendika kurma ve sendikalara katılma hakkını içeren yasaların bir kısmını feshetti, bir kısmını da kaldırmakla tehdit etti. Şimdi ise yoksullar ve işçi sınıfı tarafından kullanılan temel hizmetlerden milyarlarca dolar kesinti anlamına gelen yeni bir sağlık yasasını geçirmeye çalışmakla meşgul. Sosyal hizmetlerden milyarlarca dolar kesti ve hükümetin sosyal yardım sağlamaya niyetli tüm kanatlarını dağıttı. Son olarak, Trump ve yönetimi beyaz üstünlükçülerin ve neo-faşist oluşumların ABD’de yükselişine ya sessizce göz yumdular ya da bu çıkışın üstünü örttüler. Bedeli Amerikalıların fiilen öldürülmesi oldu. Tüm bu tedbirlerin arkasında yatan niyet, Trump’ın hayali ekonomik milliyetçiliğinin ifadesi olan “Önce Amerika” fikrini, daha önce denenmiş ve başarılı olmuş böl ve yönet politikaları ile birleştirmek. Bu politikaların arasında en önemlilerini sayacak olursak: günah keçisi ilan etme, yabancı düşmanlığı ve ilkel milliyetçilik.

Trumpizm ve ona karşı direniş, ABD hegemonyasının istikrarsız bir momentinin tarihsel bir ifadesi olarak okunmalı: Trump, ABD sahnesine azalan ekonomik üretimi, düşen ücretleri, kötüleşen yaşam koşullarını ve ABD devletinin ve seçim politikalarının meşruiyet krizini ve sıkıntısını tersine döndürme vaadinde bulunan güçlü bir adam olarak çıktı. Trump’a karşı direniş ise ilk olarak sandıkta başladı. Hem Hillary Clinton hem Trump, 2008’de Obama’nın aldığı oydan 10 milyon daha az oy alabildiler. Birçok yoksul, işçi sınıfı üyesi seçmen, oy vermeyi reddederek evlerinde oturdular. Bu pasif devrim, yoksulların hayatlarının neoliberal kapitalizm altında aldığı güvencesiz hâlin bozuk bir semptomu. Aşağıda, Trumpizm’in, Trump momentinin ve Trump karşıtı direnişin barındırdığı kimi gerilimleri diyalektik bir bakış açısından incelemeye çalışacağız. Bu gerilimin Trump ve ABD hegemonyası açısından taşıdığı potansiyeli de göstermeye çalışacağız.

Üretim noktasında ve onun ötesinde mücadeleler

Trump esas olarak görece maddi refah içinde olan ve kötüleşen ekonomik şartlardan korunmak isteyen orta-sınıflar ve küçük burjuvazi tarafından seçildi.²

Yalnız bu kitlenin içinde çatlaklar var ve onu desteklemiş birçok insan çoktan Trump karşıtı hareketin parçası oldu bile. Nefret dolu kadın düşmanlığıyla birlikte sağlık hizmetlerini ve kürtaj haklarını geri alacağına dair tehditler, kadınları hızla yönetimden soğuttu ve “Kadın Yürüyüşü” adıyla ABD tarihinin en büyük en büyük tek günlük protestosunu örgütleyen pembe şapkalı kadınlarını yabancılaştırdı. Trump’ın göreve başlama törenindeki kalabalık, bu kalabalığın yanında cüce gibiydi. Aynı zamanda, bu hareketin şekilsiz liberalizmi, Demokrat Parti’ye bağı ve gördüğü destek, şirket feminizmine meyilli unsurları ve ABD’de hem sol örgütlerin hem de feminist hareketlerin görece zayıflığı Trump’a karşı etkin bir feminist tepki inşa etmenin önünde engeller teşkil etti.

Bu soruna önemli ve vaktinde bir müdahale, 8 Mart Uluslararası Kadınlar Günü grevinden geldi. Aralarında siyah kadınların da bulunduğu binlerce kadın, 50’den fazla ülkede kadınların işyerinde sömürülmesine ve aile içinde ezilmesine karşı grev yapan akranlarına katıldı. Hareketin yürüyüş çağrısı “%99 için feminizm” net bir biçimde anti-kapitalist, ırkçılık karşıtı, anti-emperyalist ve trans hakları savunucusuydu. Örneğin, bu grev Filistin’in İsrail işgalinden kurtuluşuna platformunda merkezi bir yer verdi ve açık bir biçimde Boykot, Tecrit, Yaptırımlar (BDS) hareketini destekledi.³

Uluslararası Kadın Grevi (IWS) ABD’de gerekli bir politik toparlanma momentinin göstergesi oldu. Sınıf mücadelesinin görece düşük olduğu bir dönemde, Trumpizme, kapitalizme ve devlet iktidarına karşı direniş, ‘grev’ kavramını üretim alanından baskı karşıtı toplumsal hareketler alanına doğru genişletti.⁴

IWS, kendini sosyalist olarak tanımlayan yeni aktivist katmanlarını açık bir anti-kapitalist toplumsal cinsiyet siyasetine çekmiş oldu. Hareket aynı zamanda gerçek anlamda örgütlü sol güçlerin inşasını ve ulusal düzeyde çok eğilimli bir ittifaktan kalıcı bir mücadele gücü yaratmayı yeniden masaya yatırdı. IWS şu anda ABD’deki sol güçlerin genişleyen alanının sabit referans noktasını teşkil ediyor.

Ben bu makaleyi yazarken, geçen yıl Philando Castille ve Sylville Smith isimli iki Afro-Amerikalıyı vurarak öldürmüş iki beyaz polis suçlarından beraat ettirildi ve özgür bırakıldılar. Bu olaylar daha iktidara gelmemişken Trump’a karşı en net tehdidi oluşturmuş “Black Lives Matter” (Siyahların Hayatı Önemlidir) hareketinin karşılaştığı en yeni meydan okuma. Trump hızlı bir hamleyle bu Black Lives Matter hareketine “Blue Lives Matter” (Mavilerin Hayatı Önemlidir) sloganı altında polise parasal ve politik destek sunarak karşılık verdi. Uluslararası Kadın Grevi gibi Siyahların Hayatı Önemlidir hareketi de devlet iktidarını kapitalist üretim tarihsel noktasının ötesinde doğrudan hedef alan yeni bir politik oluşum ortaya koydu. Aslında, Siyahların Hayatı Önemlidir hareketinin henüz tamamlanmamış yanlarından biri de Siyah Hayatlar Hareketi Platformu etrafındaki seferberliği. Platform, 2016 yazında geniş bir aktivist koalisyonu tarafından yazılan oldukça kapsamlı bir dökümantasyon ile yola çıktı.⁵

Kökeninde BLM hareketinin ilk zamanlarından ilhamla polis şiddetini ve kitlesel tutuklamaları azaltma yönünde mücadele etmek olsa da, platform aynı zamanda devlet kaynaklarının ekonomik açıdan yeniden dağıtımını talep etti, işçilerin sendikalarda örgütlenme hakkını savundu ve Boykot, Tecrit ve Yaptırım Hareketi’ne destek çağrısı yaptı.

Şu an BLM sokak protestoları sönümlenmiş durumda ve ırkçılık karşıtı aktivistler ve bu geniş platformdaki koalisyon üyeleri, geniş katılımlı sokak taktiklerinin kapitalist devletle karşı sistematik (programatik ç.n) mücadelelere dönüştürülmesi görevi ile karşı karşıya. Siyah Hayatlar Hareketi Platformu’nun metni, Amerikan solunun son yıllarda ürettiği en vizyon sahibi metinlerinden biri. Sosyalist veya diğer radikal örgütlerde okutulması zorunlu olmalı. Okuma gruplarının, seminerlerin ve radikal örgüt atölyelerinin konusu olmalı. Bu metnin taşıdığı potansiyeli ortaya koyabilecek bir gelişme olarak şu örnek verilebilir: bu yıl bahar döneminde “15$ için mücadele” kampanyasını desteklemek için bu platform sokaklara çıktı ve ABD’de asgari ücretin 15 dolara çıkarılması için iş yeri merkezli aşağıdan bir kampanyayla yan yana geldi.⁶

Bu iki hareket arasındaki ittifakın sürdürülmesi hem Siyah Hayatlar Hareketi Platformu içinde oluşan taleplerin sokakta ifade bulmasına yardımcı olacak hem de bir tarafında aktivistlerin diğer tarafında işçilerin olduğu iki taraflı bir cephe ile Trump karşıtlığını genişletecek (Trump’ın 15$ talebini çok yüksek bularak şimdiden reddettiğini de not düşelim).

Bernie Sanders kampanyası “sosyalizm” kavramının ve fikrinin, Amerikan Soğuk Savaş döneminin zincirlerinden kurtulmasını sağladı ve 2007-2008 krizi ve ekonomik çöküşüyle hem kendi hem ailelerinin hayatı mahvolan milenyum kuşağının anti-kapitalist muhalif ruh hâlini yakalayabildi. Kamuoyu yoklamaları, milenyum çocuklarının ABD’da sosyalizmi kapitalizme tercih ettiklerini gösteriyor. Sanders’in ABD solu üzerinde yarattığı etki, kendisinin eski siyasi örgütü olan Amerika Demokratik Sosyalistleri’nin (Democratic Socialist of America, DSA) yaşadığı canlanmada da görülebilir.⁷ Sosyalist Enternasyonal’in bir üyesi olan [ç.n. – DSA, geçtiğimiz günlerde topladığı kongresinde Sosyalist Enternasyonal’den çıkma kararı aldı] DSA, 1960’larda Michael Harrington gibi figürler tarafından geniş tabanlı bir anti-kapitalist örgüt inşa etmeye amacıyla kuruldu.

Trump’ın seçilmesinden bu yana DSA’nın üye sayısı on kat artarak 2000 civarından neredeyse 20000’e çıktı. DSA şimdi ABD’nin birçok büyük şehrinde büyük ve aktif birimlere sahip. DSA’nın büyümesi, ABD’de Jacobin dergisinin yükselişinden de beslendi. Dergi, New York’ta eski DSA üyeleri tarafından başlatılmıştı. Başkanlık yarışında dergi Sanders’ı destekledi.

DSA’nın büyümesi Trumpizm karşıtlığının açık bir göstergesi. Aslında, (görece) çok sayıda Amerikalının kendini açıkça sosyalist olarak tanımlayan bir gruba katılma istekliliğinde olması, sol için umut işareti. DSA’nın seçim vaatleri ve Demokrat Parti’yi içeriden değiştirme kararlılığı (örn. Sanders kampanyası) önemli zayıflıklara sahip olduğunu gösteriyor. Bu zayıflık kampanya sırasında Sanders’in bir aday olarak bizzat Demokrat Parti tarafından marjinalize edilmesiyle iyice yüzeye çıkmış durumda. Sanders aynı zamanda Demokrat Parti’nin en gerici politik özelliklerinin bazılarına da destek verdi: İsrail’e desteğin sürdürülmesi gibi. Yine de, solda Trump’a gerçek bir meydan okuma hem DSA’yı hem de ISO (International Socialist Organisation – Uluslararası Sosyalist Örgüt) ve Sosyalist Alternatif gibi açık sosyalist örgütleri de içermeli. Sosyalist Alternatif, “15$ için mücadele” kampanyasını ulusal çapta bir harekete dönüştüren ve iki kez Seattle Şehir Meclisi’ne seçilen Kshama Sawant isimli bir kadın liderin partisi. DSA gibi Sosyalist Alternatif de seçimlere fazlaca odaklanarak benzer zayıflıklar taşıyor. Bu tutum solda sistemi değiştirme mücadelesi içinde olanların her yerde aşina olduğu türden engeller yaratabiliyor.

Soldan Trump’a karşı sürekli bir direniş sergilenmesi açısından en iyi senaryo, yeni ortaya çıkan ve zaten var olan sosyalist ve anti-kapitalist grupların gelişmesi ve genişlemesi. Bugün böylesi bir genişlemenin önündeki en büyük engel, sınıf mücadelesinin ABD’deki düşük düzeyi, azalan sendika üyelik oranları (yaklaşık %10) ve sekterlik. Radikal sol, Trump karşıtı harekete karşı bir kaldıraç olma pozisyonunda olmasa da anti-kapitalist siyaseti BLM, IWS gibi daha geniş sosyal hareketlerle yeniden inşa etme görevi, solun ABD’de anti-kapitalist hareket hakkında verimli bir tartışma ve inşa sürecine girdiği anlamına geliyor.

ABD’de bir nesil için ABD’nin Vietnam’da yürüttüğü savaş ne ise bir nesil açısından da Filistin’in özgürlüğü için mücadele o anlama geliyor. Bu kıyas, ABD emperyalizminin, ırkçılığın ve özellikle 11 Eylül sonrası ABD bağlamında gelişen İslamofobi algısının siyasi yorumu için iyi bir zemin sağlıyor. Günümüz ABD’sinde gelişen sivil haklar hareketi, aslında Filistin özgürlüğü hareketine tekabül ediyor. Bu hareketin büyümesine en büyük katkı, İsrail karşıtı Boykot, Tecrit, Yaptırımlar kampanyasından geldi. Filistin sivil toplumu tarafından 2005’te başlatılan bu kampanya, ABD kampüsleri genelinde 200’den fazla Filistin İçin Adalet (Justice for Palestine) örgütünün kurulmasıyla sonuçlandı. Farklı ırklardan ve etnik gruplardan insanların bir araya geldiği bu kampanya örgütleri, Sivil Haklar Hareketi dönemindeki Barışçıl Öğrenci Koordinasyon Komiteleri’yle (SNCC) aynı işleve sahipti. Filistin İçin Adalet Komiteleri, sıklıkla doğrudan eylem taktikleri kullanarak (sahte kontrol noktaları kurarak ya da kampüste ‘boşaltma’ kampanyası yaparak Filistinlilerin yerlerinden edilmesini protesto ettiler) İsrail üniversiteleri için onlarca kez akademik boykot kararını organize etti ve geçmesini sağladı.⁸  

BDS kampanyası, ABD’nin İsrail’e yaptığı on yıllık ve 38 milyar dolarlık askeri yardımı da hedef aldığından, bu kampanya uzun süredir ABD devletinin hedefindeydi. Trump, kendi kampanyasının önemli bağışçılarından olan Las Vegas milyarderi Sheldon Adelson gibi kararlı Siyonistlerle şahsen bağlantı kurarak bunu sürdürdü. Yine de Trump’ın şu ana kadar İsrail karşısında oldukça geleneksel tepkiler vermesi –işgale açıkça destek çıkarken, yerleşimcilerin konutları hakkında göstermelik uyarılar– kısmen Filistin’e destek hareketinin yoğunluğu ve büyüklüğünden kaynaklanıyordu. ABD’de İsrail’e olan destek, Yahudiler ve Yahudi olmayanlar arasında önemli oranda azaldı. Bu, BDS hareketinin kamusal eğitim kampanyası ve bu kampanyanın Barış için Yahudi Sesi gibi anti-Siyonist insan hakları grupları tarafından desteklenmesi sayesinde mümkün oldu. Artık ABD’de Washington’daki iki partinin oluşturduğu tekelin koridorlarının dışında, İsrail konusunda bir “mutabakat” yok. Sol için bu zafer yalnızca ABD devletinin işgale olan kanlı desteğini vurgulayan güçlü bir anti-emperyalist siyaset inşa etmek için değil, aynı zamanda onun dünyanın her yerinde işlediği kanlı suçlarını ifşa etmek için de elimizdeki en iyi kaldıraç: Yemen ve Afganistan’da sivillerin insansız hava araçlarıyla bombalanması, Mısır’da El-Sisi’nin son derece baskıcı rejiminin desteklenmesi, Beşar Esad’ın Suriye’deki grotesk ve otoriter rejimine pasif destek. Tüm bunlar ABD’de gerekli olan, ancak henüz ete kemiğe bürünmemiş bir savaş karşıtı hareketin koordinatları.

“Hiç kimse yasadışı değildir” uzun yıllardır ABD solunun güçlü bir sloganı. Obama iki dönemlik başkanlığı sırasında George W. Bush’tan daha fazla kişiyi sınır dışı etse de, Trump yönetimi Göçmenlik ve Gümrük Muhafaza (ICE) kurumunun mali kaynaklarını ve çalışan sayısını yüzsüzce arttırıp, ABD’de yasadışı şekilde bulunanların işlediği suçlar hakkında Nazilerin Yahudileri yaftalamasını hatırlatan korkunç internet siteleri kurarak yürüttüğü saldırgan sınır dışı etme politikaları nedeniyle daha fazla dikkat çekti. Trump döneminde iş yerlerinde ve küçük kasabalarda göçmenlere yönelik baskınlar yaygınlaştı, bu durum da pek çok göçmenin saklanmasına neden oldu. Örneğin işe gitmediler veya belgeleri olmayan kadınlar, ev içi şiddetle karşılaştıklarında bunu polise ihbar etmediler.⁹

Böyle şiddetli pogromlar karşısında göçmen hakları eylemcileri ve göçmen toplulukları öz savunmaya yönelik bir dizi strateji geliştirdi: Örneğin “haklarımızı bilelim” atölyeleri düzenlediler ve ABD’deki göçmenlerin en çok sömürüye uğrayan kesimlerinden olan gündelikçi işçilere yasal destek sağladılar.¹°

Bu direniş kampanyaları arasında öne çıkanlardan biri, yasal olarak yerleşim izni olan ve belgesiz insanların, Amerikan üniversitelerini ve şehirlerini ICE memurları ve yerel polisle göçmenler ve göçmen toplulukları konusunda bilgi sağlayarak işbirliği yapmanın reddedildiği “Sığınaklar” hâline getirmek konusundaki başarılı çabalardı. Bu hareket Trump’ın öfkesini üzerine çekti.¹¹

Ancak onlar çoğunlukla ABD’nin en savunmasız sakinleri; yoksullar, işçi sınıfından geliyorlar ve vatandaşlıktan veya bir davada taraf olma yeterliliğinden yoksunlar, bu yüzden işbirliğine dayanan yaratıcı örgütlenmeler devlet terörünü durdurmak için büyük önem taşıyor. Örneğin Rutgers Üniversitesi’nde belgeleri olmayan öğrenci eylemci Carimer Andujar, göçmenlik görevlileri tarafından sınır dışı edilmeyle sonuçlanma olasılığı olan bir görüşmeye çağrıldığında, Üniversite Profesörleri Birliği’nin Amerikan Öğretmenler Federasyonu’nun o üniversitedeki temsilciliği onu açıkça savundu. Sendika liderleri onun için bir eylem örgütledi ve Andujuar görüşmeden sınır dışı edilmeden çıkabildi.¹²

Trump’ın ırkçılığına ve yabancı düşmanlığına karşı daha genel bir mücadele için, ABD’de kaçak yaşayanların mücadelesiyle, Trump başkan seçildiğinden beri karşılaştıkları saldırılarda büyük bir artış yaşayan Müslümanlar gibi göçmen toplulukların korunması ve savunulması mücadelesinin birleşmesi gerekiyor. Filistin’e özgürlük yürüyüşlerinde atılan “Filistin’den Meksika’ya, tüm duvarlar yıkılmalı” sloganı, Uluslararası Kadın Yürüyüşü gibi farklı alanlarda da yankılanmaya başlıyor. Trumpizme karşı bütünlüklü bir anti-emperyalist tepki, bir yandan ekonomik ve siyasi göçmenlerin haklarını merkeze alırken, diğer yandan ABD’nin öncülüğündeki savaşların, insansız hava araçlarıyla yapılan bombardımanların ve neoliberal ekonomik politikaların, en savunmasız olan insanları Trump devletinin amansız kollarına ittiğine de işaret etmeli.

Başkanlık kampanyası sırasında Trump’ın faşist olup olmadığı konusunda sayısız yazı yazıldı. O, faşist değil ama onu destekleyenlerin bir bölümü öyle. Belki de modern ABD tarihinde ilk kez beyaz üstünlüğünü savunan haydutlar, görevdeki bir ABD Başkanı’nı kendi hareketlerinin bir taraftarı olarak görüp kolayca onun yardımını isteyebiliyorlar. Bu yakınsamanın sağlanmasında Trump’ın İslamofobik beyaz milliyetçisi Steve Bannon’ı önemli bir danışmanlık görevine ataması önemli bir rol oynadı. Trump’ın Yahudi karşıtı komplo teorisiyle kesişen veya birleşen demogojik ekonomik milliyetçiliği ile beyaz olmayanlara, yoksullara ve engellilere yönelik genel küçümsemesi bunu destekledi.

Silahlı ve öfkeli antifaşist, sosyalist ve anarşist gruplarla, bazen “alternatif sağ” olarak adlandırılan Trump destekçileri arasındaki kaçınılmaz sokak kavgaları, ABD’de 1930’lardan sonraki ilk yaygın antifaşist harekete ihtiyaç duyulduğunu gösterdi. Bu mücadelede şu ana kadarki en önemli anlardan biri, alternatif sağın sevgilisi Milo Yiannapoulos, UC Berkeley’de konuşmaya çalıştığında yaşananlardı. Yaklaşık 1500 kişilik bir kalabalık ona karşı yürüyüş yaptı. Yürüyüş sırasında bazı antifaşist eylemciler polise taş attı ve üniversite mülklerine zarar verdi. Yiannapoulos’un konuşması iptal edildi. O zamandan beri Proud Boys veya Soldiers of Odin gibi beyaz üstünlükçüsü gruplar Portland gibi şehirlerde “İfade Özgürlüğü” veya Vatanseverlik adı altında yürüyüşler düzenliyorlar. Çoğu zaman sosyalistlerin, diğer aktivistlerin, anarşistlerin, barış gruplarının ve kendilerini “antifa” eylemcileri olarak adlandıranların koalisyonu onları gölgede bırakıyor.¹³

Portland’daki antifaşist eyleme katılımın güçlü olması özellikle önemliydi. “İfade özgürlüğü” yürüyüşü, bir banliyö treninde kadın bir Müslüman yolcuyu rahatsız etmesini engellemeye çalışan iki kişinin boğazını acımasızca kesen bir beyaz milliyetçisinin çifte cinayetinden faydalanmak için grotesk bir çabaydı. Solun geniş kesimlerinde beyaz üstünlükçüleriyle, Neonazilerle ve beyaz milliyetçileriyle mücadele etmek için net taktik ve stratejiler geliştirmek gerektiği bilinci giderek yayılıyor. Solun önündeki stratejik zorluklardan biri ise beyaz üstünlükçüsü, faşist ve faşist olmayan ideolojiyi, sağcı “ifade özgürlüğü” beyanlarından ayrıştırmanın yolunu bulmak. Başka bir zorluk ise ortak antifaşist ilkeler esasını benimseyen en geniş antifaşist eylemcilerin ittifakını inşa etmek. Bir diğeri ise faşizmin tarihi ve onunla nasıl mücadele edileceği konusunda kamusal eğitim kampanyaları inşa etmek; okullarda yapılan alternatif dersler, atölyeler, tartışma grupları, okuma grupları. Bu çalışma bazı üniversitelerde ve “antifa” ağlarında çoktan başlatıldı.

ABD’deki olayların gelişimine bağlı olarak Britanya’daki Anti-Nazi Birliği veya Faşizme Karşı Birlik gibi geniş toplumsal örgütlenmelere ihtiyaç duyulabilir. Yunanistan’da Altın Şafak, Fransa’da Ulusal Cephe ve İngiltere’de İngiltere Savunma Birliği gibi açıkça faşist örgütlenmeler, hem seçim alanında hem de sokaklarda çıkış yapmaya çalışırlarken solun hazır olması özellikle çok önemli. Fransa’da Marine Le Pen’in yenilgisi ABD bağlamında da önemliydi; çünkü hem o hem de Trump birbirlerinin kampanyaları sırasında diğerine desteğini açıklamıştı. Yeniden canlanan küresel neo-faşizm tehdidi görüldüğü sürece, Berkeley ve Portland’da gerçekleşenler gibi antifaşist eylemler uluslararası alanda yankı yaratmaya devam edecek.

Ne yapmalı?

Jeremy Corbyn’in son Britanya seçimlerindeki beklenmedik düzeydeki başarısı, kendine bir yol çizmeye çalışan ABD soluna ilginç bir bakış açısı sunuyor. Tarihinde sosyal demokrasi ve onun için mücadele eden bir parti olmayan ABD’de, antikapitalist bir alternatifin inşası radikal reformizmin yeni modellerinin yaratılmasıyla, sokak örgütlenmesinin eski modellerinin yenilenmesine dönüşüyor. İşçi sınıfı gücünün ve sermayenin en zararlı etkilerinden bağımsızlığın birleşimi, Trump ve Trumpizme karşı koyabilecek sürekli ve sürdürülebilir bir sokak direnişi düzeyi ile yan yana getirilmeli. Saatte 15 dolarlık asgari ücret için iş yeri tabanlı olarak yürütülen mücadele, Uluslararası Kadın Grevi’nde kullanılan siyasal grev taktiği ve polisin uyguladığı şiddete karşı Siyahların Hayatı Önemlidir (BLM) eylemcilerinin verdiği hızlı ve devasa yanıtın tümü, ABD’de siyasal gündemin maddelerini oluşturması gereken örnekler. Trump’ın yarattığı acil duruma karşı yaratıcı tepkiler var ve onları gerçekleştirmek, Lenin’in devrimlerin kendisini betimlerken kullandığı gibi “ezilenlerin festivali” sözünden bir parça taşıyor.¹⁴

Trump’ın seçilmesinden bu yana görülen belki de en ilham verici örnek, Trump’ın nüfusunun çoğunluğunu Müslümanların oluşturduğu yedi ülkeden ABD’ye giriş yapılmasını yasakladığı başkanlık kararnamesinin hemen ardından patlak veren “havaalanı eylemleri” idi. Yüz binlerce Amerikalı tüm ülkedeki havaalanlarına akın ederek sınırı kapatmaya yönelik çabaları engellemeye çalıştı. Bu eylem yalnızca Trump’ın Müslüman yasağına karşı değil, aynı zamanda ABD-Meksika arasındaki sınıra duvar örme planında cisimleşen hastalıklı yabancı düşmanlığına da vurulmuş bir darbeydi. Trump’ın model aldığı İsrail’in apartheid duvarına gönderme yapan eylemciler, Chicago’nun O’Hare havaalanında Filistin bayrakları açarak, gün boyunca radikal enternasyonalizm ruhunu selamladılar. Bir anlığına, Amerika kendi intifadasını yaşıyordu.

Ancak daha fazlası olmalı: Corbyn’in seçim başarısı, Muhafazakâr Parti kapitalizmine karşı gençleri, sendikacıları, Müslümanları, göçmenleri ve diğer mülksüzleştirilmişleri, doğrudan sosyalist gelenekten alınan bir sloganın, “onlar az, biz ise çoğunluğuz” sloganının etrafında bir araya getiren ve aralıksız süren bir sokak seferberliğinin sonucuydu. Occupy hareketinin “Biz %99’uz” sloganı gibi Corbyn’in kampanyası da sınıf egemenliğini ve ona olan direnişi, geniş bir ilerici siyasal platform oluşturmak için merkeze aldı. Corbyn’in başarısındaki başka bir önemli nokta ise onun açıkça savunduğu anti-emperyalist enternasyonalizmiydi: bazı zamanlarda göçmenler konusunda zayıf kalsa da Corbyn, Britanya’daki “terörist” saldırılarla Britanya ordusunun Müslüman ülkelerdeki müdahalesinin arasında açıkça bağlantı kurdu ve Filistin’in özgürlüğüne ve BDS hareketine olan desteğinden vazgeçmedi. Corbyn, tıpkı Trump’a karşı olan direniş gibi, toplumun tepesinden tabanına dağıtılan sosyal adaletsizliklere karşı gelişen sınıf öfkesinin bir ifadesi.

Elli yıl kadar önce Hal Draper “aşağıdan sosyalizm” ifadesini bu öfkenin bir aracını betimlemek için üretmişti: sömürülenlerin ve ezilen halkların kendi geleceklerini yönetmek için giriştikleri öz eylemlilikleri.¹⁵

Böylesi bir geleceğin ayırt edici nitelikleri, bölünmüş bir Amerika Birleşik Devletleri’nde ortaya çıkıyor ve kendi örgütsel biçimini ve siyasal idealini bekliyor.

Bill V. Mullen, Uluslararası Sosyalist Örgüt’ün (ISO) bir üyesi. Mullen aynı zamanda İsrail’in Akademik ve Kültürel Boykotu için ABD Kampanyası kolektifinin de bir üyesidir. Üniversitelerde faaliyete geçmeye hazırlanan Antifaşist Kampüs Ağı'nın kuruculardan.


http://wpj.dukejournals.org/content/34/1/13.abstract
2 http://isreview.org/issue/104/we-got-trumped
3 https://www.womenstrikeus.org
4 https://www.thenation.com/article/when-did-solidarity-with-working-women-become-a-privilege/
5 https://policy.m4bl.org/platform/
6 https://thinkprogress.org/why-black-lives-matter-and-fight-for-15-are-protesting-side-by-side-b81f562ac36d
7 http://www.dsausa.org
8 https://uscpr.org/usbdsvictories/
9 http://prospect.org/article/fire-and-ice-return-workplace-immigration-raids
10 http://www.motherjones.com/politics/2017/02/how-communities-are-defending-themselves-against-raids/
11 http://www.latimes.com/local/lanow/la-me-ln-sanctuary-trump-20170419-story.html
12 https://socialistworker.org/2017/05/17/ice-knows-that-we-stand-with-carimer
13 https://socialistworker.org/2017/06/12/how-did-portland-stand-united-against-hate
14 https://www.marxists.org/archive/lenin/works/1905/tactics/ch13.htm
15 https://www.marxists.org/archive/draper/1966/twosouls/

Bültene kayıt ol