İstanbul'da düzenlenen Sosyalist Tartışma toplantılarında DSİP üyesi Canan Şahin'in "Kriz, savaş, iç savaş, göçmenlik ve ırkçılık bağlamında Suriye" başlıklı toplantıda yaptığı sunumun dökümü...
Yassin Al-haj Saleh geçen ay yazdığı bir yazıda ‘Suriye dünyadır’ diyordu. ABD önderliğinde 63 ülkenin IŞİD’e karşı mücadele koalisyonunda yan yana geldiği, bizzat askeri güçlerin savaşın parçası olduğu bir alandan bahsediyoruz. Suriye emperyalizmi, Arap devrimlerini ve sonrasında Suriye’nin ne kadar kritik bir önemi olduğunu, devrimin olasılıklarını, mültecileri konuştuğumuz çok boyutlu bir mesele.
2010’da Tunus’ta başlayan ayaklanmayla devrim oldu ve hareket Tunus’ta durmadı, Mısır’da devam etti. Arkasından Mart 2011’de Suriye’ye sıçradı. Halkın en yoksul kesimi yoğunlukta olmak üzere Suriye genelinde ayaklanma başladı. Tunus’ta bir sokak satıcısının kendisini yakması gibi Mısır’da da biri polis şiddetine maruz kaldı. Ardından yapılan 3 bin kişilik gösteriye polis saldırdı. Sonra 15 tane çocuk duvara slogan yazdı diye tutuklandı. Bunun üzerine daha kitlesel gösteriler oldu ve ‘halk rejimi devirmek istiyor’ sloganına evrilen süreç başladı.
Suriye’de devrimin kaderi
Tunus ve Mısır’dan farklı olarak Suriye’de rejim ayaklanmalara çok sert karşılık verdi. Mart 2012’ye gelindiğinde 17 bin ölü vardı, haftada 50 kişi rejim tarafından öldürülüyordu. Artık kitlesel ayaklanmayla silahlı direnişin bir arada gittiği dönem başladı.
Solda Suriye halkının deneyimlerini dünya ezilenleriyle paylaşan çok sayıda örgüt olduğunu söyleyemeyiz ne yazık ki. Biz yerel koordinasyon komitelerinin deneyimini anlatarak, bir devrimin aşağıdan örgütlerinin nüvelerini, bize öğrettiklerini anlamaya ve anlatmaya çalıştık.
2012’den itibaren Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) adıyla silahlı direniş başladı. ÖSO içinde ayaklanmaya katılanlar ve rejim ordusundan firar eden askerler vardı. Birçok şehir ve kasabayı özgürleştirdi. 2013 yılı devrimde dönüm noktası oldu. Bir yanda uzun süren rejim baskısı, Esad’ın varil bombaları, kimyasal silahlar, yaygın tutuklamalarla ‘ya şehirleri terk edeceksiniz ya yok olacaksınız’ politikaları sürerken Mısır devrimi de zora girdi. Mursi iktidarı askeri darbeyle devrildi. Zaten Suriye’de rejim baskısı varken Mısır’da devrimin yenilgisi bölgenin kaderinde başka aktörlerin devreye girmesini kolaylaştırdı. Eylül 2014’te ABD liderliğinde IŞİD’e karşı uluslararası koalisyon kuruldu. Rusya yanında olduğu Esad’a karşı askeri destek sunmaya başladı. Emperyalist blokların birbiriyle olan mücadelesini önce ‘vekalet savaşıyla’ sonra bizzat sahada yürüttükleri döneme girdik.
Bu süreçte içerisinde gayri müslimlerin, Sünnilerin, Alevilerin birlikte olduğu, Lazkiye gibi kentlerde, Esad’ın doğduğu yerde bile ayaklanmanın olduğu, farklı mezheplerin ortak yürüttüğü mücadele mezhepçi bir çizgiye kaymaya başladı. Bu Esad’ın en baştan beri arzu ettiği şeydi. Muhalefeti ‘kafirler ve teröristler’ olarak yaftalıyordu ve bu söyleme karşılık verebilecek bir başka dinamik oluştu. El Nusra’nın büyüdü, IŞİD faktörü çıktı. Suriye’nin mezhepçi hatta okunması hem rejim hem de cihatçı örgütler lehine portre yarattı.
Yanlış bilinen gerçekler
Uluslararası muhalefette yoğun olarak Suriye’nin Ortadoğu’da ABD emperyalizmine, İsrail’e karşı bir güç olduğu ve rejimin ABD’nin desteklediği ayaklanmaya karşı savunulması gerektiği anlatıldı. Oysa bu gerçeği yansıtmıyor. Baas 1963’te darbeyle iktidara geldi. 1970’te Hafız Esad hava komutanıyken darbe örgütledi ve o tarihten 2000’de ölüp, iki saat içinde oğlu iktidarı devralana kadar da ülkeyi yönetti. Bahsettiğimiz 45 yıllık diktatörlük. Bu zaman zarfında toprak reformu, Arap milliyetçiliğinin yoğun olduğu yerlerde ‘sosyal sözleşme’ diyebileceğimiz ekonomi politikalar uygulamakla beraber çok baskıcı bir diktatörlük oldu.
Dünya kapitalizminin geçirdiği bütün evreler bizzat Suriye’de de gözlemlenebilir. 1980’lerden itibaren neoliberalizm nasıl IMF, Dünya Bankası politikalarıyla dünyada ezilenler aleyhine politikalar uyguladıysa Suriye’de de uyguladı. Hafız Esad 1970’lerde iktidara geldikten kısa süre sonra, bir dönem ittifak yaparak milliyetçi cephe kurduğu gruplara baskı uyguladı. Komünistleri cezaevine attı ve uzun tutukluluk süreleri uyguladı. Binlerce devrimci Esad rejiiminin cezaevlerinden geçti. 1990’ların neoliberal politikaları sonucunda, hem devlet bürokrasisinin hem burjuvazinin ortaya çıkardığı yeni egemen sınıfa karşı büyüyen muazzam bir öfke vardı. Bu öfke Arap baharında birçok ülkede kendisine bir kanal buldu, inisiyatif aldı ve sokağa çıktı.
Altı Gün Savaşları olarak bilinen, İsrail ve Ortadoğu’daki bir dizi ülkenin savaştığı dönemde Golan Tepeleri’nin işgaline karşı, ‘işgalden vazgeçin İsrail’le de çok büyük sorunumuz yok’ demenin dışında Filistin dostu politikası olduğundan bahsetmek mümkün değil. Filistinlilere yönelik operasyon olurken Filistinlileri desteklemeyi reddetti hatta 19 76’da aleyhine operasyon yaptı. Dolayısıyla Baas’ın antiemperyalist rejim olduğunu düşünmek yaşanılan gerçekle uyuşmuyor. Ayaklanmaya katılan Filistin mülteci kampları kuşatıldı, açlığa mahkum edildi, binlercesi öldürüldü. Bu rejimin Filistin dostu olduğunu söylemek için kör olmak gerekir.
Bir diğer tartışmalı mesele, laik rejimin gerici muhalefete karşı direniyor olduğu. Tabi ki böyle bir şey yok. 1972’deki anayasada Hafız Esad eline bütün yetkileri toplarken, Suriye cumhurbaşkanının sadece Müslüman olacağı maddesini de yazmıştı. Bugün Esad batı sınırındaki birçok kenti direnişçilerden geri almak için Hizbullahl’a ittifak yaptı. Hizbullah’ın seküler bir örgüt olduğunu iddia edemeyiz. Esad’ın İran’la koalisyonunu düşünecek olursak, 1979’dan beri Türkiye’deki solun ‘İslami gericiliğin kalesi’ olarak kodladığı bir ülkenin, Esad saflarında savaşan mezhepçi bir güç olduğunu inkar edemeyiz. Mesele Ortadoğu’da gerici egemen sınıfın iktidarda kalabilmek için her türlü mezhepçi kartı kullanıp, batı solunu kendi saflarına çekebilmek için laikliği retorik olarak kendine araç ediyor olması.
IŞİD faktörü
IŞİD Türkiye’de, Suriye devrimini sadece AKP karşıtlığı penceresinden okuyanlar için adeta bir ‘boş gösteren’ oldu. AKP eşittir IŞİD, Suriye muhalefeti eşittir IŞİD, mülteci kamplarındaki mülteciler eşittir IŞİD, yani boş gösteren. Suriye’de 228 grubun olduğu söyleniyor. Bunların ayrımlarını anlamayan, muhalefeti IŞİD’e indirgeyen kaba bakış açısı var. Nisan 2016’da kısa süren ateşkesin arkasından tekrar sokağa çıkan sivil muhalefet hem rejime hem IŞİD’e karşı mücadele ediyor. Milyonlarcası mülteci olmuş insanların hem Esad’a hem IŞİD’e karşı mücadelesini görmezden gelmek, Esad’ı desteklemenin bir yolu.
IŞİD öncelikle ABD’nin Irak işgali sonrası oluşturduğu mezhepçi yönetimin ve emperyalizme karşı direnişi kırmak için kullandığı mezhepçi stratejilerin bir sonucu. İkincisi Suriye devriminin geri çekilişinin ve çekilişin yarattığı umutsuzluğun sonucu. IŞİD’in büyük bir kitle hareketi olduğundan bahsedemeyiz. Ama nasıl militan devşiriyor, nasıl kentleri kontrol ediyor, bunu anlamak için devrimin geri çekilişine bakmak gerekiyor. Ayrıca IŞİD doğrudan Esad rejmiyle savaşan bir güç olmaktan çok devrimin özgürleştirdiği alanlara saldırıyor. Bu da gözden kaçmamalı.
Bugün 1,5 milyon kişinin yaşadığı Musul’da 63 ülkenin yaptığı bir operasyon var. Bu Irak işgalinde Felluce’deki Baascı zemini yok etmek için yaptıkları kuşatma operasyonuna benzer bir şey. IŞİD’in sivilleri canlı kalkan yapma, kimyasal silah kullanma ihtimalleri düşünüldüğünde bu operasyonun IŞİD’i geriletecek değil tersine oradaki krizi derinleştiricek ve ezilenler lehine değil mezhepçi hattı güçlendirecek, IŞİD’in tehdit olarak ortadan kalkmasını geciktirecek bir faktör olacaktır.
Ne yapmalıyız?
AKP’nin Suriye’de 2 aydır süren, bizahiti kara güçlerini de kullanarak yaptığı operasyona şahit oluyoruz. Operasyon Suriye muhalefetine destek söylemiyle yürütülüyor. PYD’ye karşı yürüttüğü bir savaş. Erdoğan’ın bizzat ‘bölgede oyun kurucu olacağız, bize saldırmalarını beklemeyeceğiz’ diyerek açıkladığı bu operasyonla aslında Türkiye’deki başka ekonomik ve siyasi krizlere karşı milliyetçiliği pomplayabiliyorlar. Ayrıca Kürt koridorunun önüne geçmek için yapılan bir müdahale olduğunu görmek gerekiyor.
Bugün sosyalistler kendi ülkelerinin Suriye’ye emperyalist müdahalesine hayır demeli. Suriye halkının bir aktör olarak görülmediği, küçümsendiği her türlü politik tartışmada, sadece aşağıdan mücadelenin önü açıldığında başka bir Suriye ve Ortadoğu’nun mümkün olacağını anlatmalı. Geri çekilliş ve kriz dönemlerinde ‘realist’ politikalar prim yapar. ‘ABD bombalasın IŞİD yok olsun, Türkiye müdahale etsin şöyle olsun’ bunların çözüm olmadığı ortada. Her seferinde Suriye’de muhalefet bitti mi diye tartışılırken, Nisan bize bir şeylerin ölmediğini gösterdi. Biz savaş karşıtı mücadele yürüttüğümüzde, Suriye’de hem IŞİD’e hem Esad’a karşı mücadele edenlerin önünü açacağız.
Bu dünya solu açısından mühim. 2011’den beri yaşadığımız devrimci dalga ve geri çekiliş, 2008’den beri Avrupa’daki kriz ve emperyalistlerin jeopolitik rekabeti tartışmaları, bugün Suriye’de en son Musul’da kanlı canlı hale geliyor. Alacağımız tutum çok önemli. Kürt halkının kendi kaderini tayin hakkını sonuna kadar destekleyen konumdayız. Lakin Suriye siyasetini sadece Kürt hareketinin üzerinden okuyamayız. Suriye’de orada yaşayan ezilenler, işçiler, coğrafyanın hepsi var. Kendi kaderini tayin hakkını, Türkiye’nin milliyetçi, militarist müdahalesini, Suriye halkının Esad ve IŞİD karşıtı direnişini birlikte tartışıyor olmamız lazım. Bu mümkün, bunu yapabiliriz. Bugün Esad’ın kazanması emperyalistlerin kazanması ve Kürt halkının yenilmesi demek. Kürtlerin kaderi Suriye devriminin kaderiyle ortak.
Türkiye’de 2,5 milyonun üzerinde mülteci var. Hem işçi sınıfı içinde mültecilerle dayanışan bir kampanyayı hem de mültecileri kurbanlaştırmayan Suriye’de tarih yazmış, yapmış özneler olarak gören mücadeleyi birlikte inşa ettiğimizde bunu yapabiliriz. AKP karşıtlığı yapalım diye önümüze getirilen mülteci karşıtı söylemin, elimizi, savaş karşıtlığını, devrimi zayıflattığını görmek gerekiyor. Ortak mücadeleyi tüm ezilenler için savaş karşıtı zeminde yeniden inşa etmeliyiz. Yasin Al-haj Saleh’in dediği gibi patronların savaşına karşı ezilenlerin birliğini inşa etmekten başka şansımız yok.