ABD başkanlık seçimlerinde Hillary Clinton’a oy verme baskısı giderek artıyor. Ancak devrimci sosyalist örgüt ISO'ya göre solun, Demokratlar'ın her dört yılda bir ortaya arttığı bu "kötünün iyisi" siyasi mantığına direnmesi gerek.
Her şey utançla başladı. Şimdiyse korku var- Donald Trump’ın Beyaz Saray’a çıkması ihtimali karşısında hissedilen, saf, çiğ bir terör.
Anket uzmanı Nate Silver, 14 Eylül’de ellerindeki korkutucu rakamları tweet’ledi: ‘’Yanılma payı yok. NH/PA/WI/MI/CO/VA’lardan birini kaybettiğiniz takdirde Trump ABD başkanı olacak.’’ Silver’ın FiveThirtyEight.org sitesi, Hillary Clinton’un seçimi kazanma şansını bugün yüzde 60’dan az olarak öngörüyor; bir ay önceki yüzde 90 oranından çok daha düşük bir rakam.
Bu istatistikler e-mailler, sosyal medya postları ve makaleler dalgası arasından gelen çifte yumruğun başlangıcıydı. Birincisi, Trump kazanabilir. İkincisi de ya Clinton’a oy verirsiniz ya da hepimizi mahvolacağız.
Beyaz Saray’da bir Donald Trump fikri, bütün Socialist Worker okuyucularını rahatsız edecektir. Bu seçimlerde böyle bir ihtimalin var olması bile çok depresif ve aynı zamanda Hillary Clinton’ın da ne kadar başarısız bir aday olduğunun göstergesi. Trump’ın zenofobik, Müslüman karşıtı konuşmaları sağcıları cesaretlendirdi. Bu tuhaf kampanyadan Trump’ın başkan olduğu takdirde ne yapacağını kestirmek güç, yüzde 1’e yardımcı olmak için elinden ne gelirse yapacağı ve diğer herkesin hayatarını mahvedeceğinden başka.
Fakat asıl soru Trump’ın tehlikeli olup olmadığı değil. Tabii ki tehlikeli. Asıl soru, Hillary’i desteklemenin Trump ya da Trumpizm tehlikesini yok edip etmeyeceği.
Beyaz Saray’da bir demokratın olması, solun ve sosyal hareketlerin daha kolay örgütlenmelerine neden olacak mı? Geçmişte nasıl olmuştu? Sol kanattaki insanlara, savundukları hiçbir ilkeyi benimsemeyen Clinton’a oy vermeleri için baskı yapmak, Trump’ın temsil ettiği değerleri püskürtmek için gerekli olan hareketleri nasıl etkileyecek?
Ciddi tartışmalar gerektiren ciddi sorular bunlar. Ancak eğer Trump başkan olursa bunun sol, sosyal hareketler, herhangi bir siyasi özgürlük için dünyanın sonu demek olduğunu varsayarsak, bu tartışma hiç gerçekleşmeyecek.
Hillary Clinton için oy talep etmekte kullanılan "dünyanın sonu" senaryoları hem Trump’ın potansiyel gücünü hem de Hillary Clinton’la arasındaki farkı olduğundan daha fazlaymış gibi gösteriyor. Hepsinden önemlisi, her iki adayın da temsil ettiği şeylere karşı çıkan çoğunluğu, Trump hengamesi altında ezilip gidecek pasif kurbanlara indirgiyor.
Muhtemel bir Trump yönetimi, eğer bu insanlar -muhtemel bir muhalefetin önemli ve öncü bir parçası olacak sol da dahil olmak üzere- direniş bloğu kurmak için ayağa kalkmazlarsa bir felaket olacak. Ancak eğer bu aynı insanlar, farklı ama bunla alakalı bir mücadeleye girmezlerse muhtemel bir Clinton başkanlığının da felaket olacağı kesin.
Başka türlü söylersek, tarihçi Howard Zinn’in de dediği gibi ‘’önemli olan tek şey Beyaz Saray’da kimin oturduğu değil, kimin bir şey yapmadan oturduğudur da’’.
Ve eğer bu doğruysa, bir sonraki soru da "bu insanlara kötünün iyisi olarak Hillary Clinton’a oy vermelerini söylemenin bir faydası var mı?" olacaktır.
Cevabımız: Hayır. Trump’ı ve özellikle Trumpizmi durdurma mücadelesi, kötünün iyisi paniğine teslim olarak bir yere varamaz. Çünkü bu, Trumpizme karşı durmak için bilmemiz gereken şeyi gölgeler: Kötünün iyisi aslında kötünün karşısında değildir, bilakis, tabandan yüzleşilmediği sürece, bu iki kötülüğün de yeşermesine izin veren bir sistemin parçasıdır.
- - - - - - - - - - - - - - - -
Seçimler yaklaştıkça ve Trump tehdidi hakkındaki alarmların ya da kulak zarı delecek güçteki sivil savunma sirenlerinin sesi yükseldikçe, sadece Clinton’a oy vermek yönünde değil, Demokrat Parti adayınına karşı bütün eleştirileri sonlandırma yönündeki baskı da artıyor.
Clinton’ın bir önceki rakibi Bernie Sanders, bu durumu MSNBC’deki Morning Joe programına verdiği bir röportajda açıkça anlatmıştı: "Protesto oyu vermeyi düşünen halkımıza sesleniyorum. Ülkenin hâlini ve dört yıllık bir Trump hükümeti fikrinin sizi rahatsız edip etmeyeceğini düşünün. Ve bu halkımıza diyorum ki, Hillary Clinton'ı seçelim ve seçim gününden sonra da Demokratik platformdan geçen ilerici ajanda etrafında milyonlarca insanı harekete geçirelim."
Sanders, en azından, değişim isteyen insanların bir noktada yeniden harekete geçmeleri gerektiğini öne sürmüştü. Diğer felaket tellalları ise istedikleri bir adaya (Yeşiller Partisi’nden Jill Stein gibi) oy vereceklerini açıklayan herkesi karalamakta bir beis görmüyorlar.
Örneğin New York Times köşe yazarı Paul Krugman, "Önemi varmış gibi oy verin" başlıklı yazısında gençleri azarlamıştı. Öfkesinin çoğu, kesinlikle bir sol aday olamayacak liberteryan Gary Johnson destekçilerine yönelik olsa da, statükodan memnuniyetsiz sol genç seçmene doğrulttuğu küçümseyen mesajı şuydu: "Mesaj vereceğim diye bir azınlık partisi adayına oy vermeyin. Kimsenin umrunda değil."
Krugman bu fikrinde yalnız değil, üstelik destekçileri arasında sadece örgütlü emek ve anaakım liberal örgütler yok.
Bağımsız gazeteci Arun Gupta, kurucusu olduğu Occupied Wall Street Journal’la harkete destek verdiği Occupy Wall Street’in beşinci yıl dönümünde Facebook profilinden ürkütücü bir yorum yaptı.
‘’Hillary Clinton’ın ne kadar kötü biri olduğuna takmış’’ ve ‘’Trump tehdidini ciddiye almayı reddeden’’ solculara seslendiği uzun postunda Gupta şöyle yazmıştı:
"Bu seçim iki hareket arasında bir tercih seçimi. Black Lives Matter, İklim Adaleti, düşük ücretle çalışan işçi hakları, göçmen hakları ve diğer sol sosyal hareketlerin büyüyüp geliştiğini mi görmek istiyorsunuz? Yoksa Neonaziler, Ku Klux Klan ve Alt-Right gibi Trump destekli hareketleri mi?
- - - - - - - - - - - - - - - -
Solu muhtemel bir Trump zaferinin getireceği felaketleri anlamayan püristler olarak karalamaya çalışma geleneğini bir kenara koyalım. Bu haksız bir suçlama; özellikle Trump karşıtı gösteriler düzenlemeye yardımcı olan insanlara yöneltildiğinde. Ki bu protestolar, Clinton gibi Demokratlar tarafından eleştirilmiş ya da açıkça kınanmıştı.
Gupta’nın iddiasının kalbinde, Trump kazandığı takdirde direniş örgütlemek için çok geç kalınmış olacağı, çünkü ‘’sokaklarda hiçbir hareket kalmayacağı’’ inancı yatıyor.
Bu epey korkutucu ve kışkırtıcı bir iddia. Peki doğru mu?
2006 yılında, Cumhuriyetçi sağ, James Sensenbrenner tarafından finanse edilen göçmen karşıtı yasanın arkasına ağırlığını koymuştu. Bu yasa, ABD içindeki bütün kayıtdışı göçmenleri suçlu olarak etiketleyecekti. Beyaz Saray’ın ve Kongre’nin Cumhuriyetçilerin ellerinde olması sebebiyle şans Sensenbrenner’dan yana gibi görünüyordu.
Ancak göçmenler ve destekçilerinden gelen tepki, ABD tarihinde görülmüş en büyük protestolardan biri oldu: Ülkenin dört bir yanında milyonlarca insandan oluşan mega yürüyüşler, bir günlük genel grev sayesinde katılımcı olabilen insanlar sayesinde mümkün olmuştu.
Aylar içinde HR 4377 yasa tasarısının sonu gelmişti, Senato’daki Cumhuriyetçiler ve Bush hükümeti bile tasarıya sırtlarını döndü.
Bir on yıl ileriye gidelim. 2008 kampanyasında kapsamlı bir göç reformuna öncelik tanıyacağı sözünü veren Barack Obama, başkanlık yaptığı iki dönem içerisinde, kendisinden önceki başkan George W. Bush’u epey geride bırakarak 2 milyondan fazla insanı sınır dışı etti. ‘’Kötünün iyisi’’nin, savunmasız ezilen gruplara, ‘’büyük kötü’’ten daha fazla zarar verdiği bir kez daha kanıtlanmıştı.
Buna rağmen Obama’ya verilen tepki ‘’sokaklardaki protestoların’’ harekete geçmesi şeklinde olmadı.
Obama döneminde önemli mücadeler de verildi -örneğin bazı göçmen gençlere geçici yasal statü kazandırmak adına. Ancak genel olarak göçmen hakları hareketi sokaklarda değildi, çünkü liberal örgütler Beyaz Saray’daki ‘’müttefiklerine’’ karşı ayaklanma konusunda isteksizlerdi.
Bu konuyla ilgili konuşulacak çok şey var, ancak aynı şekilde Cumhuriyetçi başkanlar ve onlar koruyan sağcılara karşı patlak veren önemli mücadele örnekleri de var ABD tarihinde.
- - - - - - - - - - - - - - - -
Ancak iddiaya göre Donald Trump öyle herhangi bir Cumhuriyetçi değil, kendine has bir tehdidi simgeleyen biri.
Trump sıradan bir Cumhuriyetçi değil; ancak Trump’ın herkesten çok daha fazla tehlikeli olduğunu düşünenler, Dick Cheney ve Donald Rumsfeld gibi canavarlarca yönetilen Bush rejiminde yaşamanın nasıl bir şey olduğunu hatırlamalı.
Aşırı sağ gruplar Trump kampanyasına randıman kazandırmış olabilir ama ABD’de var olanla, Avrupa’daki çoğu aşırı sağ siyasi partiler arasında, ezilmiş gruplar ve sol üzerinde sistematik şiddet uygulayan fanatik taraftar tabanı gibi bir fark var.
Yine de muhtemel bir Trump zaferinin Neonazileri, Klu Klx Klan ve Alt-Right’ı cesaretlendireceği kesin. Trump mitinglerindeki nefret ve şiddet gösterileri, mücadele edilmesi gereken sağ kanat tehdidinin varlığına yeterli kanıtı oluşturuyor.
Peki ama nasıl? Sağa karşı herhangi bir mücadelenin, insanları Trump gibi bir adayın ve aşırı sağ örgütlenmelerin üzerinden rant sağladığı çaresizlik ve sorumluluğu üzerinden atma politikasından geri kazanacak başka bir politik bir alternatif önermesi gerekiyor.
Hillary Clinton için oy istemek, politik bir alternatif öne sürmenin tam tersi bir eylem. Bu daha ziyade, statükoyu öne sürmek demek ki bu da Trump gibilerinin sıradan insanların sesi "popülist" dışlanmışlar gibi görünmesine izin veren yegane şey.
ABD toplumunda zengin ve fakir arasında açılan fark, politik sistemdeki yozluk, iklim değişimi konusunda hareketsizlik ve buna benzer birçok konuda büyük bir karamsarlık var. Buna rağmen Hillary Clinton ve Demokratlar kendilerini, solcu yazar Thomas Frank’ın deyişiyle, ‘’hoşnutluk adayları’’ olarak mevzilemiş durumdalar.
Bu da, hem seçim zamanı hem de sonrası için, Trump ve onun gölgesinde çalışan sağcıların, kendilerini çözüm öneren insanlar olarak göstermelerine uygun ortamı yaratıyor. Solun ihtiyacı olansa buna bir cevap geliştirebilmek, kötünün iyisi için oy dilenmek değil.
- - - - - - - - - - - - - - - -
Söylemeye gerek olmamalı, ama malesef, özellikle sosyal medyada süren tartışmaya bakarsak gerek var gibi, solun bir Trump hükümeti altında daha iyi durumda olacağını düşünen kimse yok. Trump’ın fikirleri dehşet verici, bir Trump yönetiminden gelecek kanun tekliflerinin de öyle olacağına kuşku yok. Eğer kazanırsa bu, mitinglerine giden, örgütlü ya da değil, bütün sağcılara büyük güven verecektir. Soldakiler ise kendine olan güvenlerine büyük bir darbe yiyecek, üstelik özellikle genç insanlar arasında radikal bir uyanışın gözlemlendiği bir zamanda.
Ancak bizim anlatmaya çalıştığımız şey, Clinton seçildiği takdirde de solun durumunun daha iyi olmayacağı -farklı ama son derece geçerli sebeplerle.
İktidardaki Demokratlar, değişim adına verilen mücadeleleri hareketsizleştirmek ya da körleştirmek için resmi liberalizm içindeki etkinlerine güvenebildiler. Sol ise, çalışan insanların istekleriyle daha çok ilgiliymiş gibi görünen Demokratik Parti’nin sahtekârlığını ifşa etmeye devam etmeli.
İki partili Washington’ın savaş yanlısı ve neoliberal gündemi, Trump ve Trumpizmin yeşermesine izin veren siyasi krizin temel sebebi. Bu gündemin Demokrat versiyonunun Trump’ınkinden nispeten daha iyi olduğunu söylemenin bir manası yok. Her iki seçeneğe karşı birlikte mücadele edilmeli, yoksa her ikisi de güçlenecek.
Arun Gupta isimli bir solcu yazar, Demokratin Ulusal Kongre’sinden sonra Telesur’da yayımlanan bir yazısında solun karşısındaki zorlukları net bir şekilde özetlemişti:
"Clinton trenine atlamak, sağcı politikalara karşı yapılan eleştirileri susturmak demektir. Sol için Clinton yönetimi altında daha fazla savaş, daha fazla ticaret ve daha fazla petrolle dolu bir dört yıl felaket demek olur. Wall Street demokratlarının istediği tam olarak da bu.
Sol, en iyi yaptığı şeye odaklanmalı: Savaş karşıtı ve Occupy Wall Street, sendika, göçmen ve düşük ücretli işçi örgütlenmesi ve Black Lives Matter gibi küresel adalet mücadeleleri gibi yeni hareketler için gerekli altyapıyı hazırlamaya.
Clinton’ın yanında onu savunan banka sahipleri, liberaller, uzmanlar, bilyonerler, dolandırıcılar ve Cumhuriyetçiler var. Birilerinin de halkı savunması gerekiyor."
8 Kasım’a yaklaştıkça, Trump’ı durdurmak için Cllinton’a oy vermek gerekliliği baskısı devasa boyutlara ulaşacak. Sosyalistlerin ve solcuların buna direnmesi çok önemli.
Solun, sosyal hareketlerin ve işçilerin, onları bu iki partili kutusundan kurtaracak başka bir politik alternatife ihtiyacı var. Onları tam da bu kutu içinde sıkıştırmayı amaçlayan ‘’kötünün iyisi’’ mantığına verilecek tavizler, bu alternatifi inşa etmeye yardımcı olamaz.
(SocialistWorker.org'dan Türkçe'ye Pınar Üzeltüzenci çevirdi)