Kimlik, ırkçılık ve “siyahlık” ile ilgili tartışmalar bu sene İngiltere'deki öğrenci hareketi içinde yeniden ortaya çıktı. Aylık dergi Socialist Review'de bu konu ele alındı.
Yazı şöyleydi:
Ulusal Öğrenci Birliği (NUS) içinden çıkan bir özgürlük kampanyası olan Siyah Öğrenciler Kampanyası’nın yaz konferansı, kimlik, ırkçılık ve nasıl örgütleneceğimiz konularında yürütülen ateşli tartışmalarla şekillendi. Bu tartışmalar, Black Lives Matter (Siyahların Hayatı Değerlidir) hareketine kimlerin dahil olabileceğinden Muhafazakar Parti’nin İslamofobik “Prevent” uygulamasını nasıl durduabileceğimize kadar, toplumun daha geniş kesiminin tartıştığı konuları kapsadı.
Konferansta, azimle yürüttüğü ırkçılık karşıtı çalışmalarından dolayı layık görüldüğü yaşam boyu başarı ödülünü almak için gelen gazeteci Gary Younge da bulunuyordu. Younge, açılış konuşmasında, geçtiğimiz sene içerisinde ırkçılık karşıtı politikalarda önemli gelişmeler yaşandığını, fakat hareket olarak hala pek çok engelle karşı karşıya olduğumuzu belirtti. Konuşmasını sonlandırırken “siyah”lığın bireysel bir kimlik özelliğini değil de politik anlamını vurguladı; ırkçılığa karşı verdiğimiz bu ortak mücadelemizin, bizi, birleştiğimiz zaman güçlü bir etki yapabilecek olan politik bir kimlik altında birbirimize bağladığını belirtti.
Siyah Öğrenciler Kampanyası’nın 20’inci yılını kutladığı bu seneki konferansta kampanya tarihindeki ilk başkan olan Denis Fernando kampanyanın ortaya çıkış hikayesini anlattı. Denis’in1990’larda karşı karşıya kaldığı NUS bürokrasisi yalnızca farklı sosyal çevrelerden gelen öğrencileri temsil etmemekle kalmıyor, aynı zamanda değişime de direniyordu. Denis. statükoyla mücadele etmek için siyah öğrenciler ile azınlıktaki etnik gruplardan olan öğrencilerin birleşmesi gerektiğini o zaman fark etmişti.
Böylece Siyah Öğrenciler Kampanyası’nın “siyah”ı yalnızca etnik bir tanım olarak kalmamış, bir mücadele kategorisi olarak kullanılmaya başlanmıştı.
Siyah Öğrenciler Kampanyası’nı başlatan Denis ve diğer aktivistler, önceki onyıllarda “politik olarak siyah” bayrağı altında azılı bir mücadele yürütmüş olan sosyalistlerin ve ırkçılık karşıtlarının geleneğinden gelmekteydiler. Bugün ise öğrenci politikalarındaki tartışmalarda bu mücadelenin yokluğu ve kampüslerde kimlik politikalarının hakimiyeti dikkat çekmekte.
Bu seneki konferansta verilen ilk önergenin talebi – bu önerge anlaşmazlığın da sebebiydi – ya Siyah Öğrenciler Kampanyası’nın başkanının “etnik olarak siyah” olması ya da kampanyanın adının değiştirilmesiydi.
Tartışmalar sırasında her iki taraftan da duygusal konuşmalar yapıldı. Önergeyi veren grup, politikalarının temelini kimliklerinin oluşturduğunu söylüyordu. Önergeye karşı çıkanlar ise geçen sene Siyah Öğrenciler Kampanyası’nda yer alan solcu aktivistlerdi – aralarında, yakın zaman önce NUS başkanı olarak seçilen, Filistinlilerin hakları için ve Prevent uygulamasına karşı mücadele yürüten, önde gelen kampanyacılardan olan Malia Bouattia da vardı.
Önerge o kadar hararetle tartışıldı ki kararı gizli oylamaya götürmek isteyen bile oldu, ama bu yöntem kabul görmeyince açık oylama yapıldı ve önerge büyük çoğunluğun oyuyla reddedildi. Oylamayı takip eden konuşmalardan konunun kapanmadığı açıkça görülüyordu. Zaten tartışmayı sonlandırmak gerekmiyor, çünkü konuyla ilgili üzerinde durulması gereken önemli noktalar var.
Önergeyi destekleyenler, “etnik olarak siyah” olanları hedef alan siyah-karşıtı ırkçılığın öteki etnik grupların maruz kaldığı ırkçılıktan daha farklı olduğu görüşünden hareket ediyorlar.
Bu argüman, baskıyı anlamamız ve onunla savaşmamız gerektiğini gören bir noktadan hareket etse bile bizi oldukça ayrıştıran yollara götürebilir. Birincisi, etnik olarak kimin siyah olup olmadığına kim karar veriyor? Bunun kriterleri ne? Bu kriter, kişinin Afrika’yla olan bağının derecesi mi, deri renginin ne olduğu mu, yoksa kültürel geçmişine dair ne kadar bilgi sahibi olduğu mu?
Deneyim
Bu yaklaşım, “etnik olarak siyah” olan bütün insanların çıkarlarının ortak olduğunu iddia eder. Oysa siyah insanlar homojen bir grup oluşturmazlar – Ghana’da yaşayan “etnik olarak siyah” bir insan Londra’da büyüyenden farklı bir deneyime sahiptir; müşteri hizmetlerinde çalışan bir siyah işçinin deneyimi ile siyah bir milletvekilininki birbirinden farklıdır.
Bugün öğrenci hareketinde yaygın olan kimlik politikaları, ırkçılığın farklı türleri olduğunu ve bunların öteki baskılarla, örneğin cinsiyet ya da cinsellik temelli olanlarla kesiştiğini ileri sürer. Bundan çıkarılabilecek olan sonuç, bir hiyerarşinin mevcut olduğu, bu hiyerarşide en alttakilerin “etnik olarak siyahlar”, kadınlar, LGBT+ler ve diğerleri olduğu, daha yukarıda ise ayrıcalıklı pozisyonda bulunan ötekilerin yer aldığı olabilir. Bu yaklaşım, kimin baskıyla savaşacak gücü – ve bu savaştan çıkarı – olduğunun tespiti yapılırken çok tehlikeli sonuçlara varılmasına sebep olabilir.
Bu hiyerarşi, baskıya karşı yürüttüğümüz savaşta atomize edilmiş olan ve ezilen gruplarımızın içinde kalmamız gerektiğini, çünkü anlayabileceğimiz insanların sadece kendi grubumuzda bulunanlar olduğunu iddia eder. Bunun yanı sıra, bölünmenin başlıca sebebi olarak derimizin rengini ya da nereli olduğumuzu gösterir – bu nedenle, esas bölünme olan sınıf ayrımını göz önünde bulundurmaz. Bugün bazı aktivistler “sınıf” temelli bir baskıdan söz etseler de bunu daha çok yoksulluk ya da fırsat yoksunluğunu açıklamak için yapıyorlar, Marksist bir sınıf tanımından yola çıkıp üretim araçlarıyla ve toplumdaki diğer gruplarla olan ilişkiyi – bir kolektifin parçası olduğumuz için bizi güçlendirme potansiyeli olan bir ilişki –ifade etmek için değil.
Yaygın bir yanlış kanı da, ırkçılığın bireysel karşıtlıklardan ve bireylerin kafasındaki düşüncelerden kaynaklandığıdır. Bu fikrin aşırıya kaçtığı bazı durumlarda beyaz insanın doğası gereği ırkçı olduğu, bu nedenle bilinçaltında her zaman var olan ırkçılığın farkında olması ve davranışını buna göre belirlemesi gerektiği öne sürülür.
Kurgu
Biz sosyalistler, ırkçılığın tepeden indiğini savunuruz; ırkçılık, insanlığın ortaya çıkışından bu yana var olan bir şey değil, kapitalizmin gelişimiyle beraber ortaya çıkmış bir olgudur. Irk kavramının kendisi, kökenleri Atlantik köle ticaretine dayanan ve imparatorlukların egemenliği içinde yer bulan bir toplumsal kurgudur. Irk, işçi sınıfını kendisine karşı bölmek için kullanılır – bir ideoloji olan ırkçılık ise, ırkçılık-karşıtı mücadeleler sonucunda değişim geçirmek zorunda kalmıştır.
Irkçılığın maddi kökenlerini öne çıkaran bu yaklaşım, siyah liderlerin ırkçılığa çözüm bulacağı fikrini reddeder. 2011’de polisin Mark Duggan’ı katletmesinin ardından Tottenham’ın siyah milletvekili David Lammy’nin polisin ırkçılığına karşı ayaklananların yürüttüğü mücadeleyle özdeşleşmek yerine onları “düşüncesiz insanlar” olarak tanımlaması siyah Londralılar için bir kazanım mıydı?
Toplumu radikal olarak dönüştürebilecek bir ırkçılık-karşıtı mücadelede sınıfı birleştirecek bir stratejiye yönelmemiz gerekiyor – eylemimiz, bizim gibi görünen ama statükoyu korumak isteyenlerle ittifak kurmak olmamalı.
Öğrenci hareketinin bugün yürüttüğü tartışmaları değerlendirirken önceki hareketlere bakmakta ve “politik olarak siyah” ifadesinin kökenlerini anlamakta fayda var.
“Siyah” terimi, 1960’ların mücadelerinden, derisinin rengi nedeniyle ırkçılığa maruz kalan herkesi birleştirme amacı güden bir politik kategori olarak ortaya çıktı. Britanya’da 1962 göç kanunu – göçü sınırlayan pek çok kanunun ilki - kabul edildikten sonra ırkçılık karşıtı hareket yükselişe geçti. Bir yandan polisin ve devletin ırkçılığına karşı gruplar oluşturulup kampanyalar yapıldı, diğer yandan sokakta tutucularla mücadele edildi.
Commonwealth (İngiliz Milletler Topluluğu) çevresinden ve daha uzak ülkelerden Britanya’ya geldikten sonra burada ırkçılığa maruz kalan pek çok farklı etnik grup vardı, ama bu farklı gruplar, aynı otoritenin onlara yaşattığı deneyimler ve bu otoriteye karşı savaşta birleşebilmişlerdi.
Pek çok önemli örgütçü, milliyetçi siyah politikalardan etkilenmişti ve ABD’deki insan hakları ve Black Power (Kara Güç) mücadelelerinden, ayrıca Afrika’daki sömürgeci yönetimin sonlanmasıyla ortaya çıkan Pan-Afrikanist hareketlerden ilham almıştı. Fakat aynı zamanda bu hareketlerin içinde güçlü bir Marksizm dalgası da mevcuttu ve bu dalga özgürleşmeye götüren yolun işçi sınıfının birliğinden geçtiğine vurgu yapmaktaydı.
1970’ler ve 1980’lerde yaşanan büyük çatışmalar,“siyah” teriminin kapsayıcı ve politik bir kategori olarak yerleşmesine sebep oldu. Thatcher’ın ilk yıllarında yaşanan politik yabancılaşma, polisin vahşi ırkçılığı ve yüksek seviyedeki genç işsizlik nedeniyle 1981’de siyahların ve Asyalıların yoğun olarak yaşadığı bölgelerde isyanlar patlak verdi – güney Londra’da Brixton, Birmingham’da Handsworth, Liverpool’da Toxteth ve Leeds’de Chapeltown’ın yanı sıra ülke genelinde başka il ve ilçelerde ayaklanmalar oldu.
Muhafazakar Parti’nin korkusu, bu isyanların, ekonomik kesintiler ve işten atılmalar nedeniyle işçi sınıfı içinde giderek artan öfkeyi daha da artırabilecek olmasıydı. Hükümet, isyanların sebeplerini ve nasıl durdurulacağını araştırması için yüksek mahkeme hakimi olan Lord Scarman’ı görevlendirmişti.
Suç
Scarman’ın raporu kurumsal ırkçılık olduğunu kabul etmiyordu, aksine, problemin kaynağı olarak Karayipli ve Asyalı aileleri gösteriyordu. Scarman’ın önerdiği program, toplum destekli polislik ve iç şehirlere yatırımdı. Burada da, devlet, tıpkı Amerikan devletinin insan hakları hareketinin bazı kesimlerini satın aldığı gibi, siyah topluluklardan politik liderler seçilmesine karar verdi.
İşçi Partisi içindeki solcular, finansal kaynak sağlayarak ve açık karar alma mekanizması oluşturarak topluluk gruplarını yerel yönetimle daha yakın ilişki içine sokmanın, demokrasiyi genişletmek ve siyah insanlara politik güç vermek için bir yol olduğunu öne sürmüşlerdi. O zamanlar, bu, bazılarına göre radikal bir fikirdi.
Fakat küçük bir grup siyah aktivist bu kararı böl ve yönet girişimi olarak değerlendirmişti. Ancak bu grubun da giderek artmakta olan siyah milliyetçiliği üzerine kurulu alternatifi de uygulanabilir bir seçenek sunmamaktaydı. Sadece-siyah toplulukları savunma kampanyaları kısa ömürlüydü ve mücadelelerin çok kültürlü gerçekliğini yansıtmıyordu. Sonuç olarak aktivistlerin bir kesimi rkçılığın herkes için kesin olarak sonlandırılmasının mümkün olmadığına karar verdi ve hedefini düşürerek gözünü küçük reformları kazanmaya çevirdi.
Yerel yönetimler, finansal kaynak aktarma yoluyla kazandıkları etki güçlerini siyah mücadelelerinin terminolojisini değiştirmek için kullandılar.
Politik bir kategori olan “siyah” teriminin yerine farklı etnisiteleri belirten bir dizi terimi kullanmaya yöneldiler– önce “siyah” ve “Asyalı” olarak böldüler, sonra giderek daha da daralttılar ve en sonunda Asyalı’ya Pakistanlı, Hintli, Bangladeşli, Çinli ya da Diğer Asyalı demeye başladılar. Belediye yardımı isteyen topluluklar artık önce belli bir etnisiteyi temsil ettiklerini kanıtlamak zorundaydılar ve ardından da azalan kaynaklar için diğer topluluklarla zorlu bir yarışa girmek durumundaydılar.
Politikaları postmodern kimlik kavramları üzerine kurulu olan aktivistler bu değişimleri olumlu karşıladılar. Bu aktivistler, “siyahlık” kavramının küçük parçalara bölünmesinin doğru olduğunu, çünkü bu kavramın pek çok farklı ve kendine has baskı deneyimini gizlediğini öne sürdüler.
Bu tip politikalar 1980’lerde ve 1990’larda solun büyük bir kısmını, özellikle de İşçi partili belediyeleri etkisi altına aldı. Bu etkinin pratikteki karşılığı ise, “siyah” teriminin politik anlam içeren kapsayıcı kullanımında merkezi bir öneme sahip olan dayanışma fikrinin zarar görmesi oldu. Aslında, dayanışmanın parçalanma süreci, bu dönemde Muhafazakar Parti’nin uygulamaları nedeniyle işçilerin yaşadığı oldukça ağır yenilgiler yüzünden zaten başlamıştı.
Yükseliş
Ne işçilerin mücadelesi ne de ırkçılığa ve faşizme karşı verilen mücadele 1970 ve 1980’lerdeki seviyeyi bir daha yakalayamadı. Kitleleri bir araya getiren geniş ittifakların kurulduğu zamanlar oldu - 2000’lerin başındaki Stop the War (Savaşı Durdur) hareketi ile önce Britanya Ulusal Partisi’ne (BNP) sonra da English Defence League’e (İngiliz Savunma Birliği) karşı yürütülen kampanyalar gibi. Bu kitlesel hareketlerde birlik ve dayanışma duyguları hakimdi ve “Siyah Beyaz Birleşip Savaş” gibi sloganlar tam yerindeydi.
Fakat “politik olarak siyah” ifadesi de mücadeleyle beraber söndüğü için özgürlük yolunda kimliği araç olarak kullanan pek çok kişinin bu kullanımı değiştirmeye çalışması – ya da mücadelenin gerilediği dönemde çocuk olan bugünün gençlerinin bu ifadeye pek de bağlılık hissetmemeleri– şaşırtıcı değil.
Son yıllarda ABD’deki radikal politikaların Britanya’daki aktivistler üzerindeki etkisinin arttığı göze çarpıyor, özellikle de ayrıcalıklılık teorisi ve bununla ilgili kavramların daha fazla yer bulmaya başladığı üniversitelerde. Öğrenci politikalarındaki etkisi tabii ki çok fazla olan akademisyenler uzun zamandır değişimin ve özgürleşmenin öznesi olarak işçi sınıfını göstermekten kaçınıyorlar.
Black Lives Matter gibi ABD’de ortaya çıkan hareketlerin etkisi de çok fazla. Bu hareketlerin Britanya’daki insanlara ilham vermesi tabii ki çok güzel, ama Amerikan toplumuyla Britanya deneyiminin birbirinden farklı olduğunu gözden kaçırmamalıyız. Britanya’daki bazı aktivistler Black Lives Matter ile dayanışma eylemleri örgütlemiş ve bu hareketlerde liderliğin siyah insanlarda olmasına başlıca özen göstermişlerdir – ama bu, Britanya toplumunun gerçekliğine ve tarihine uymamaktadır, çünkü Britanya her zaman çok kültürlü olagelmiştir ve ABD tarihini tanımlayan ayrışmaya benzer bir durum bu ülkede yaşanmamıştır.
Bu durum bazı aktivistlerin “beyaz olmayan insanlar” (people of colour) gibi kulağa oldukça kapsayıcı gelen ifadelerden medet ummasına sebep olmuştur. Fakat bu ifade, “siyah” terimindeki potansiyel güce sahip değildir. “Siyah” terimi bizi birleştiren bir şeyden, kolektif bir güçten yola çıkarak bizi güçlü bir grup yapar; “beyaz olmayan insanlar” ifadesi ise farklılıklarımızdan hareket ederek tek tek bireylerden oluşan bir grup kurar - bir kolektiften ziyade bir insan yığınını tarif eder.
Tartışma her ne kadar değişmiş de olsa yaşadığımız sorunlar özünde 70 ve 80’lerdeki aktivistlerin yaşadıklarıyla aynı – hala derin bir yapısal eşitsizlik, kurumsal ırkçılık ve mağdurları suçlayan ırkçı saldırılala karşı karşıyayız. Fakat bugün ırkçılığın hedefindeki gruplar farklı; artık gözler müslümanların ve göçmenlerin üzerinde. Siyah Öğrenciler Kampanyası’nın geniş bir kesimini haklı olarak Arap ve Asyalı öğrenciler oluşturuyor.
İslamofobi ve göçmen-karşıtı ırkçılığa karşı savaşıyor olmamız diğer siyah öğrencilerin mücadelelerini göz ardı ettiğimiz değil, aksine, bu mücadeleyi önemsediğimiz anlamına gelir; bu da, daha büyük ve daha cesur olmamız gerektiği, devletin ırkçılığına karşı daha da istekle omuz omuza durmamız gerektiği demektir.
Malia’nın başkan seçilmesinin ardından NUS içinde ırkçı saldırılar ortaya çıktı; tepkilerden bir tanesi de sağ kanadın başını çektiği bölünme kampanyasıydı. Malia’ya ve Siyah Öğrenciler Kampanyası’na saldırılmasının sebebi, birlikte hareket ettiğimiz zaman sahip olduğumuz gücün sağı korkutuyor olmasıdır. Malia, en etkili taktikleri öne sürdüğü için seçildi. Siyah Öğrenciler Kampanyası sağı korkutan örgütlenme türlerinden ve biz, NUS içindeki en örgütlü ilerici blok olan bu oluşumu korumak ve büyütmek için uğraşmalıyız.
Farklı kesimler
Bugün, birleşmeye ve birbirinden kopuk hücrelerimize çekilmemeye her zamankinden daha çok ihtiyacımız var. “Politik olarak siyah” ifadesini bir kenara atmamalıyız, çünkü bu ifade hala ırkçılık karşıtı hareketi – bugün en çok ihtiyacımız olan hareketi - bir arada tutabilecek güçlü bir potansiyele sahip.
Irkçılık karşıtları olarak şimdiye kadar başardıklarımızdan dolayı gurur duymalıyız, fakat şimdi, Prevent uygulamasını durdurmak için, mültecilerin Britanya’ya alınmasını talep etmek için ve kurumsal ırkçılığı yerle bir etmek için birleşip harekete geçme zamanı.
Antony Hamilton
(Türkçe'ye Özge Karakale çevirdi)