Syriza neden başarısız oldu? (Panos Garganas)

27.12.2015 - 16:10
Haberi paylaş

Yunanistan'da mücadele eden Sosyalist İşçi Partisi'nin (SEK) önde gelen üyelerinden Panos Garganas, 2015 Ocak'ının sonunda iktidara gelen radikal solcu Syriza'nın niçin başarısız olduğunu yazdı.

Marksist.org'un notu:

Bu makalenin yazılmasının üzerinden birkaç ay geçti. 20 Eylül’de yapılan seçimlerde Syriza oyların 35.5’ini almayı başarsa da hem içinden istifalarla ayrılanların yarattığı politik kriz hem de uygulamakta kararlı olduğu kemer sıkma politikalarının getirdiği ekonomik krizle aynı anda boğuşmakta.

Seçimlerden sonra sağ parti Anel ile yeniden koalisyon kuran Syriza’nın yukarıda bahsettiğimiz ilk krizi kendi içinden çıkan muhalefet ile ilgili. Halkın Birliği (Popular Unity-LAE) denilen hareket Syriza’nın oylarının 300 binden fazlasını kaybetmesini sağladı. Parlamentoya giremedi ama bu sol muhalefet kimi tartışmaları da beraberinde getirdi. Bu hareket, kemer sıkma politikalarına karşı ve Yunanistan’ın Euro bölgesinden çıkmasından yana. Antikapitalist koalisyon hareketi Antarsya’nın içinden de bazı gruplar LAE’ye katıldı. İfade edilen genel eğilim, LAE’ye katılmanın etkin bir Syriza ve kemer sıkma karşıtı hareket için gerekli olduğu yönünde. Bu da sol reformizm, radikal sol muhalefet ve devrimci seçenek tartışmasını yeniden gündeme getiriyor.

Panos Garganas’ın makalesinin güç aldığı yer sınıf hareketinin kendisi. Seçimlerin üzerinden iki ay bile geçmeden 12 Kasım’da emeklilik maaşlarının %20 ila %40 oranında kesilmesini içeren düzenlemelere karşı grevler yapıldı. En büyük özel sektör sendikası GSEE ve kamu sektörü sendikası ADEDY birlikte greve gitti. Radyo ve televizyon çalışanları, Deniz Taşımacılığı işçileri, Belediye işçileri, engelli çocukların eğitim gördüğü okullardaki öğretmenler, sağlık çalışanları greve katıldılar. Syriza’yı doğrudan destekleyen kimi sendikalar (öğretmenler sendikası) greve çağrısı yapmasa da tabanda greve destek büyüyor.

Bu grevin üzerinden üç hafta geçmeden ikinci bir grev dalgası daha yaşandı. 3 Aralık’ta bir çok işkolu yeniden iş bıraktı. Hastaneler personel azlığına karşı, liman işçileri, demiryolu işçileri ve toplu taşıma işçileri özelleştirmelere karşı grev yaptılar.

Çipras, Eylül seçimlerinde aldığı oy oranının fazlalığı ile övünerek arkasında büyük bir  destek olduğunu düşünse de tabanın oy verme sebebi sağ partilerin iktidara gelmesinden korkmaları. İşçiler, Avrupa Birliği, IMF ve Avrupa Merkez Bankası’ndan nefret ediyorlar.

Syriza ise emeklilik kesintileri, emeklilik yaşının 67’ye yükseltilmesi gibi bir dizi saldırının sözünü Troyka'ya verdi bile.

Bütün bunlar düşünüldüğünde Panos Garganas’ın makalesi Avrupa radikal solunun parlamento başarısının ezilenler için ne anlama geldiğini iyi bir biçimde tartışıyor. Yapılan hatalar, girilen uzlaşmalar sadece beceriksiz bir liderliğin basiretsizliği ile açıklanamaz. Panos bu tartışmaları radikal solun teorik arka planında arıyor ve bu tartışmayı Halkın Birliği’ne ve Komünist Parti’ye doğru genişletiyor.

Yunanistan solunun yükselişi ve krizine işçi sınıfı lehine bir yanıt üretmek isteyenler için iyi bir teorik çerçeve sunduğunu düşündüğümüz makaleyi Canan Şahin'in çevirisiyle yayınlıyoruz...


Syriza nasıl oldu da bu hâle geldi? Solun büyük bir bölümünün kafa patlattığı ve kendini solda konumlandıran tüm güçlerin yanıtlaması gereken soru bu.[i]

Bu tartışma 20 Eylül seçimleri kararlaştırılmadan önce alevlenmişti. Şimdi ise seçim ikilemleri konunun aciliyetini daha da arttırdı. Yine de bu tartışmayı seçimler etrafında bir tartışmayla sınırlandırmak hata olur. Bu tartışmadan sol açısından çıkarılabilecek sonuçlar 20 Eylül seçim sandığıyla sınırlı ufkun çok daha ötesine geçiyor.

Öncelikle, Syriza’nın neden başarısız olduğu sorusunu yanıtlamaktan kaçarak tartışmaya başlayan iki (birbiriyle karşıt) görüş olduğunu söyleyebiliriz. Syriza’nın liderliği ısrarla Syriza’nın değişmediğini iddia ediyor. İddialarına göre, Syriza sadece zor bir konjonktürü idare etmeye çalışıyor. Bu fikrin tam karşısında ise Yunanistan Komünist Partisi (KKE) liderliğinin söyledikleri var. Onlara göre ise Syriza zaten sıradan bir burjuva partisi. Özetle “kazanç yoktu ki kayıp olsun” diyorlar.

Oldukça açık ki bu yaklaşımlar gerçekle bağlarını koparmışlar. KKE’nin duruşunu sonraya bırakıp Alexis Çipras’ın liderliğinin iddialarıyla başlayalım. İnkar edilemeyecek ilk unsur partinin solunda patlayan bir kriz olduğu. Hükümet azınlık hükümetini sürdürmek için gerekli 120 milletvekilinin bu yöndeki desteğini bile kaybettiği için seçimlere gidiyoruz.

Syriza liderliğinin ilk tepkisi kendileriyle uyuşmayan milletvekillerini ilk kez iktidara gelmiş sol bir hükümeti devirmekle itham etmek oldu. Sonra yön değiştirdiler ve söylemlerini Çipras’ın ‘gerçek bir demokrat’ olmasının üzerine bina ederek seçime gitmeye karar verdiler. Şimdi Çipras yeni bir güvenoyu istiyor. Lakin seçim manevraları, artık patlamış olan bu krizi geri saramaz.

Bunun yanısıra, Syriza’nın krizi parlamento grubuyla ya da Sol Platform’un ayrılışıyla sınırlı değil. Anlaşmazlıklar, istifalar ve ayrılmalar partinin tüm yapılarına yayılmış durumda. Yerel örgüt kadrolarından merkez komiteye; eski ‘bileşenlerden’ tutun Syriza’yı önceleyen Synaspismos’un kemik kadrolarına kadar.[ii]

Eğer olgunun yoğunluğundan ve çapından şüphe eden ve sorunun seçim yarışının basıncıyla bastırılabileceğini düşünen varsa (ki Syriza liderliği belli ki bunu diliyor) Çipras’a kucak açmış Avrupa solu içindeki karmaşaya göz atsalar iyi olur. İspanya’ya ya da Fransa’ya bakabilirler. Parti de Gauche’nin lideri Jean-Luc Melenchon, Çipras’la arasına mesafe çekiyor. Her yerde soldaki insanlar bu değişimi Syriza’nın krizi olarak deneyimliyorlar.

Bu krizin en belirgin örneği Melenchon ya da Podemos’dan çıkmıyor. Syriza’nın Paris ve Londra’da yaşayan merkez komite üyesi Stathis Kouvelakis’ten çıkıyor. Kouvelakis Yunan parlamentosunda yeni anlaşma (momerandum) için yapılan oylamayı Alman Reichstag’ında 100 yıl önce yapılan savaş bütçesi oylamasına benzetti.[iii] O zamanlar savaş karşıtı uluslararası hareket sosyal demokrasinin ihanetiyle yüzyüze kalmıştı. Sosyal demokrasi savaşa girmişti. Bugün dünyanın her yerinde mücadele eden ve umutla Syriza’ya bakanlar Çipras’ın kemersıkma politikasının arşidüklere verdiği tavizlerle yüzyüzeler.

Açık ki tüm bu insanlar yanıt bekliyorlar. Uluslararası düzeyde ama daha da önemlisi ve acili Yunanistan’da. Yanlış giden neydi? Syriza’nın vaadlerini çiğnemesine ne sebep oldu? Neyi değiştirmek lazım?

Syriza’nın solundaki güçlerde Syriza’nin reformist karakterinin oynadığı ve oynamaya devam ettiği rolle ilgili bir şaşkınlık var. Ama Syriza’nın özelliklerinin net bir analizi olmadan sorulara cevap bulmak zor. ‘Mutasyon’ kelimesi sıkça kullanılıyor ama bu kavram krizin sebepleriyle ilgili tartışmanın üstünü örtüyor.

Mutasyon mu?

2012 deklarasyonu ve hatta 2014 Selanik programı ile (2014 programının 2012’dekinin sulandırılmış hali olmasına ragmen) Syriza’nın yeni Kredi Anlaşması’nın (Ekonomik Uyum Programı) parçası olarak imzayalıp soğuk kanlılıkla uyguladığı tedbirler arasında devasa bir çelişki olduğu su götürmez. Yine bu kadar bariz olan başka bir şey de Syriza-Anel hükümeti esnasında bir geriye gidiş olduğu. Peki bu ‘mutasyon’ ne zaman oldu ve bu hastalığın uyarıcı semptomları neden görülemedi?

Halkın Birliği (Laïkí Enótita – LaE) tarafından yayımlanan bildiri bu konuda hiç bir şey söylemiyor.[iv] Halkın Birliği’nin çekirdeğini Syriza’dan istifa etmiş olan Sol Platform oluşturuyor. Bildirileri kimi zaman Syriza’nın bir dönem benimsediği tutumları tekrar ederek kimi zaman kendilerini ayrıştırarak benimsemeyi arzu ettikleri perspektiferden ve siyasetten bahsediyor ama hiçbir yerde başarısızlığın kaynağı olan projeyi açıklamaya çalışmıyor.

Örneğin, bildiri şöyle söylüyor:

"Alternatif önerimizin temel bir öğesini devletin, adaletin ve kamu yönetiminin radikal bir dönüşümü oluşturur. İşyerlerinden gösteri hakkına, çevik kuvvek polisinin dağıtılmasından “iç düşmanı” bastırmaya hizmet eden bu aygıtın genel kullanılışına, medyanın demokratikleştirilmesinden, yolsuzluklarla ve iş dünyasının çıkarlarına kucak açılmasıyla kararlı mücadeleye kadar uzanan demokratik özgürlüklerin yeniden tesis edilmesi ve genişletilmesi bu alanda alınması gereken en acil önemlerdir."[v]

Benzer formülasyonlar Syriza’nın kararları arasında da vardı. Şimdi karşımızdaki gerçeklik ise sağ kanat Yiannis Panousis’in polis bakanı olması. Bir kaç ay gibi bir süre içinde İsimsiz Asker (parlamentonun önündeki) anıtının önündeki demir bariyerlerin sembolik olarak kaldırılmasından ‘kurumlarla’ yapılan anlaşmayı protesto eden göstericilere çevik kuvvetin saldırdığı  noktaya geldik.

Bu durumda bu acı deneyimin tekrarlanmasını ne engelleyecek? Var olan devletin ‘demokratikleştirilmesinde’ stratejik bir hata mı yapıldı? LaE’nın lider kadroları, Ocak seçimlerinden önce Çipras’ın sağ kanat savunma bakanı Dimitris Avramopoulos’a yaptığı ziyarette devletin devamlılığını beyan etmesine karşı çıkmışlar mıydı? Öyleyse, bunu neden kamuoyu ile paylaşmadılar? Kapitalist devleti alaşağı etmeden devleti ‘radikal bir dönüşüme’ uğratmak mümkün mü? Devletin devamlılığını savunan sınırlı ufuk radikal değişim getirebilir mi?

Bildirilerinin başka bir yerinde LaE, hakkını verelim, Syriza’nın Avrupa Birliği’nden kopuş üzerine yayımladığı eski bildiriyi bir hayli geliştirmiş:

"Yunanistan Bankası’nın yeniden millileştirilmesi ve ulusal para biriminin basılması vasıtasıyla mali egemenliğin yeniden ele geçirilmesi ekonominin gerekli nakit ihtiyacını karşılayacaktır. Böylece kredi sözleşmelerinin ağır şartlarından kurtulunabilir. Bu ihracatın güçlenmesine, ithalatın sınırlandırılmasına ve ikamesine, ülkenin üretkenlik gücünün arttırılmasına ve turizm akışına yardımcı olacaktır. Kamu inşaatları, büyük kamu teşebbüslerinin kalkınma projeleri, ekonominin sosyal sektörünün desteklenmesi ve küçük ve orta ölçekli girişimcilere kredi kanalıyla yeni işlerin yaratılmasını sağlacaktır. Hanelerin üzerinden borç ve vergi yükünün kaldırılması ise talebi attıracak, bu da büyüme yönünde bir itici güç olacaktır. Yunanistan için radikal, ilerici bir programın ulusal bir para birimi altında uygulanması yönünde kapsamlı özel bir plan hazırlanacaktır."[vi]

Bu şüphesiz Syriza’nın pozisyonundan bir adım daha ileride. En azından ‘kurumlar’, Yunanistan Bankası’nın Avrupa Birliğinin kontrolünde olması ve para birimi gibi sorunları muğallakta bırakmıyor. Ama cevapsız kalan bir soru var hala: peki millileştirilmiş merkez bankasını ve para birimini kim kontrol edecek? Gelecekte iktidara gelecek ilerici bir hükümetin denetimi bu önlemi işçilerin çıkarlarının hizmetine sunacak bir araca dönüştürmek için yeterli mi? Yunan kapitalistleri aniden yeni işler yaratmak, daha iyi ücretler vermek ve toplu sözleşmeler yapmak için işbirliğine mi girecek? Avro ile bağımızı kopardığımızda kendimizi sermaye ile bu ‘barışçıl biraradalığa’ mı hazırlayalım yoksa devalüasyon olduğunda meydana gelecek sermaye kaçışına karşı kapitalistlerle savaşa mı hazırlanalım? Devalüasyon olduğunda ne olacağından LaE’nın ekonomi sözcüsü Costas Lapavitas röportajlarında bahsetmişti gerçi.[vii]

Syriza’nın perspektifinin belkemiğini toplumu değiştirmekle ilgili devrimci perspektifin reddi oluşturuyordu. Bu hala böyle. Sebep yalnızca partinin çekirdiğini eski Synaspismos’un oluşturması değil. Synapsismos’un Kyrkos, Damanaki ve Kouvelis tarafından ifade edilen en sağ kanat fikirlerle yönetiliyor olduğu doğru.[viii] Ama bunun dışındaki sebep partinin en ‘radikal’ döneminde bile Çipras liderliği altında partinin sürekli ‘ikinci diriliş’ diye tabir edilen perspektifi küçümsemiş olması. Çipras şöyle diyordu: “Eğer umudun ve hayatın sosyalizmin ‘ikinci dirilişinde’ yattığını kabul etmek zorundaysak, bu ‘ikinci dirilişi’ sonsuza kadar beklemek dışında başka bir şeyle sonuçlanmaz.”[ix]

Umut ve hayat konusunda sürekli sabırsızlananlar ve umut ve hayat mücadelesini bizi umut ve hayattan mahrum bırakan sistemi devirme mücadelesinden ayıranlar, soluğu “gerçekçi” alternatif arayışında alırlar. Bunu da toplumun verili yapısıyla uzlaşarak yaparlar. “Kendimizi borçları iptal etme macerasına sürüklemektense yeni kredi almak daha iyidir”, “Ayrılmaktansa bu borç alma işini Avro bölgesi kurumlarıyla halletmek daha iyidir”, “sermayelerini yurt dışına yollayan ve kontrol etmesi zor kapitalistlerle çatışacağımıza insanlardan bir başka anlaşma paketini daha sineye çekmelerini istemek daha iyidir” mantığının arkasında yatan bu bakış açısıdır.

Strateji

Bu reformist stratejiyi temellerinden sarsmadıkça, benzer “gerçekçi önerilere” kapağı atmak kolaydır. Örneğin, LaE’nın şu anda kurucusu olan Syriza kadroları “Ekonomik ve Parasal Birlikten” (EMU) çıkarak ülke daha az Avrupalı olmayacak, ama Avrupa Birliği’nin çekirdeğini oluşturan ülkelerden farklı bir yol izleyecek. İsveç ve Danimarka’nın çoktan yaptığı bir tercihi yapmış olacak” diyen bildirilerin altına imza koyarlar.[x] Yunanistan’ın  “güneyin Danimarkası” olabileceğini söyleyen son politikacı 2010’da kemer sıkma politikalarını uygulamaya koyan PASOK başbakanı George Papandreou idi. Syriza’nın bayağılığından kaçmamıza yardımcı olma sözü veren bir hareketin böylesi bir saçmalığı tekrar etmesi trajik olur doğrusu.

Tabii ki bu politik cenahtan Syriza ile birlikte yenilmiş olan stratejiyi hakkında tartışma yürütmek isteyen insanlar var. Stathis Kouvelakis problemin “sol Avrupacılıkta” yattığını söylüyor. Ama Syriza ile ilgili korunması gereken çeşitli unsurlar olduğunda da ısrar ediyor:

"Peki, Syriza’nın yenilmeyen tarafın nedir? Başka bir deyişle sol ve işçi hareketi için olumlu olan şey nedir?

Kabaca ifade edecek olursam, şu dört maddeyi sıralarım…Öncelikle, radikal sol güçlerin birleşik bir hükümetinin gerekli olduğu ve iktidar sorununa yaklaşmakta bu hükümetin test edilmiş bir araç olduğu argümanının geçerliliği kanıtlanmıştır…

İkinci unsur: geçiş programı…

“Selanik Programı” özellikle de bütçeye net etkisinin hesaplanması açısından sınırlılıklara sahiptir. Ama sınırlılıkları ne olursa olsun Syriza’nın Ocak’ta halktan aldığı güvenoyu bu program temelinde olmuştur. Eksiklerine ragmen geçiş programına makul bir yakınlıktadır…

Geçiş programı organik olarak birleşik cephe amacıyla bağlantılıdır. Bu Komünist Enternasyonal’in üçüncü ve dördünce kongrelerinin bıraktığı mirastan ve bunun üzerine Gramsci ve Togliatti’nin yaptığı eklemelerden öğrendiğimiz şeydir…[xi]

Bu bahsettiğim bizi dördüncü ve son önemli nokta olan bu deneyimden ‘geriye neyin kaldığına’ götürmektedir. Bu da toplumsal ve siyasi olan arasındaki ilişkidir. 2012 ve sonrasında tüm çelişki ve sınırlılıklarıyla oynanan kumar tam da budur. Yani sol bir hükümetin ve zengin bir kitle mücadelesi deneyiminin birlikteliği garanti gibi görülmemeli sürekli yeniden yaratılmalıdır. Ancak böyle radikallik toplumsal değişim perspektifine alan açılabilir."[xii]

Ne yazık ki Syriza’nın stratejisinin parçası olan tüm bu unsurlar korunacaksa, Syriza’nın başarısızlığından kopmak için verilen tüm bu çaba nafiledir. Reformizm her zaman işçi hareketinin siyasi perspektifini solu hükümete taşıyacak parlamenter bir zaferin altında konumlandırır hatta ona tabi kılar. Siyasi ve toplumsal olan arasındaki ilişkinin tüm dinamiği sonu çıkmaz sokak olan bakanlık idaresi çabalarından oluşan bir sunakta bütünüyle kurban edilmektedir.

Daha da net konuşacak olursak, Lenin’in Devlet ve Devrim analizine dayanan devrimci perspektife bakmak gerekir. Bu perspektif sol bir hükümetin yönetmek zorunda olduğu mekanizmaların doğası ve karakterine bakar ve böylesi bir [bakanlık] yönetiminin yarattığı kördüğümden çıkışın politik hedeflerin hareketin kendi güçleri tarafından gerçekleştirilmesiyle mümkün olduğunu önerir.

Bu perspektif savaşı bitirmek için mücadele eden işçilere ilerici hükümetin barış inisiyatiflerine bel bağlamalarını önermemiştir. Bunun yerine generallere isyan ederek birliklerinin kontrolünü ele geçirmelerini söylemiştir. Toprak reformu isteyen köylülere sol çoğunluk tarafından oylanacak bir toprak yasasını beklemelerini önermemiştir. Toprak sahiplerini toprağı işgal ederek kovmalarını önermiştir. Sekiz saatlik iş günü talep eden ve patronların lokavtıyla yüz yüze olan işçilere devrimci bir işçi bakanlığı oluşturmayı önermemiştir. Her bir fabrikada ve tüm ülkede işçilerin kendileri tarafından uygulanacak işçi kontrolünü önermiştir.

Bu strateji ile Bolşevikler bakanlıklara girmişlerdir. Rosa Luxemburg’un ifadesi ile “burjuva devletinin enkazının üzerine” oturmuşlardır. Bu stratejinin Palmiro Togliatti tarafından nasıl geliştirdiğine bakmaya başlarsak geri adım atmış oluruz. Togliatti, faşist işgal sırasındaki direniş hareketinin Hristiyan Demokratlarla anlaşmaya varmasını salık veren İtalyan Komünist Parti’nin lideriydi. “Lübnan” Anlaşmasının İtalyan versiyonun mimarıydı. Bu anlaşma ise hiç savaşmaksızın “Varzika” türü bir toptan yenilgiyle sonuçlandı.[xiii]

Böylesi bir mantıkla PU, Selanik programını geçiş programı olarak görmeye devam ediyor. Oysa ki bu program Çipras’ın uzlaşmalara doğru giden yolunda bir köprü, bir ara adımdı.

“Sol hükümet” mantığı Syriza’nın liderliğini 2012’den itibaren sistematik olarak seçim ihtiyaçları temelinde ve işçi mücadeleleri pahasına bir ‘ılımlılaşmaya’ doğru itti. “Sınav döneminde olan bir öğretmenler grevi oy kaybettirir,” diyordu bu mantık. Programatik deklarasyonlarını yumuşatmanın ‘ılımlı oyları’ kazanacağını düşünüyordu. Şöyle ki parlamenter yol kendi dinamiğini geliştirir. Bu dinamikte halk kitlelerinin seçim sandığında solu tercih etmesi daha cesur adımlara izin veren politik bir hamle olarak görülmez. Daha ziyade daha çok oy alma taktiklerinin gerektirdiği şeylere daha ileri düzeyde uyum sağlama yönünde bir teşvik olarak görülür.

Syriza’nın tüm bu yönlerinin hiçbir eleştirisini yapmadığı, bilakis, radikal stratejinin modern bir formülasyonu olarak bu yönlere güzelleme yaptığı için Sol Platform/Halkın Birliği (LaE), Syriza’nın sağa uyum sağladığı süreç olan 2012’den 2015 Ocak seçimlerine kadar sessiz kalmıştır. Seçim zaferini tehlikeye atmakla suçlanmaktan duyulan korku baskın çıkmıştır. Sol Platform Çipras’ın liderliğini eleştirdiğinden daha çok Antarsya’yı eleştirmiştir.[xiv]

Ve tabii ki, Sol Platform bakanlık görevlerini kabul etmiş ve Anel-Syriza hükümeti bir uzlaşmadan diğerine koşarken uzlaşmaz bir tutum sergileyeceklerini vaad etmişlerdir. Hakim olan ilüzyon solcu bir bakanın bakanlığını kontrol ettiğidir. Oysa gerçekte bırakın kapitalistleri ve onlara hizmet eden bürokrasiyi bakanlar kendi “yoldaş bakanlarının” icraatlarını bile kontrol edememektedirler.

Bu yönelttiğimiz eleştiriler naif hareketçiliğe dönüş çağrısı yapmıyor. Naif hareketçilik politikanın kirli olduğunu düşünür ve “politika politacıların, toplumsal mücadele ise hareketçilerindir” bakış açısına dayanan işbölümünü kabul eder. Otonomistlerin ve anarşistlerin tüm kesimlerinin nasıl da hiç mücadele etmeden Syriza’nın büyüsüne kapıldıklarına şahit olduk. Alex Callinicos’un dediği gibi “Problem siyasetin toplumsal hareketin saflığını kirletmesi değil - siyaset toplumsal mücadelelere her zaman içkin – sorun, ne tür bir siyasetin hakim olacağı.”[xv]

Borç anlaşmasını desteklemekle son bulan bu iflas etmiş reformist politikayla yüzleşmek zorunda olan alternatif bir siyaset üzerine kafa yormadan önce, Syriza’nın örgütsel modelinin iflas ettiğini de görmemiz lazım.

Uzunca bir süredir Syriza’nın tüm kanatları, aynı çatı altındaki varlıklarını bir parti içi demokrasi modeli olarak sunuyorlardı. “Çeşitlilik içinde birlik” sloganı partinin kendini radikal ya da devrimci ilan eden bileşenlerinin, önemli kadrolarını Dimitris Papadimoulis, Giorgos Stathakis ve Yiannis Dragasakis  gibi isimlerin oluşturduğu liderliğe Çipras’ın ‘gençlik dolu’ başkanlığı süresince verdiği tavizleri aklamak için kullanıldı.[xvi]

Dahası, Syriza’da yer alan sol gruplar, bağımsız varlığını koruduğu için sekter oldukları iddiasıyla Antarsya’ya yöneltilen saldırıların liderliğini yaptılar. Dediler ki Syriza’da bulunmaları sol seslerin duyulup bir etki yaratması için en etkili yolmuş. Yakın zamana kadar, hala bu ilüzyonlar “hükümet Syriza partisini görmezden gelemez” iddiasını savunuyordu. Biz ise bu tarafta bu “barışçıl biraradalık” modelinin aslında çöküşe gittiği yönünde uyarılar yapıyorduk.

Şu anda biliyoruz ki bu “deney” bitti. Syriza başkanlığı için alternatif bir aday önermeyi içeren demokratik haklarını kullanarak bile Çipras liderliğinin hiç sorgulamamış bu gruplar, şimdi Çipras’ı “darbeci” olarak itham etmek zorunda kalıyorlar.

Eğer alternatif bir sol siyasetin varsa, ayrı bir örgüte ihtiyaç duyarsın. Aksi takdirde başka yöne doğru giden bir liderliğin geniş kilise taktiklerine sadece hizmet etmek zorunda kalırsın.

Antarsya

Bu sadece Syriza’nın geçmişini değil aynı zamanda LaE’nın geleceğini de ilgilendiren bir sonuç. Şimdi ani bir seçim kampanyasının basıncı altında siyasi tartışmanın bir kez daha “çeşitlilik içinde birlik” sloganının çekimine teslim olma tehlikesi var. Bu risk her zamankinden daha gerçek çünkü LaE’nın başını çeken grup sadece Syriza’nın politik formüllerinin çoğunu tekrar etmekle kalmıyor aynı zamanda örgütsel reçetesini de tekrarlıyor. Antarsya’dan ayrılıp LaE’ya katılmayı tercih eden Aran ve Aras gruplarından yoldaşlar bu sorunlara gözlerini kapatıyorlar.[xvii]

Peki Antarsya’nın politik ve örgütsel meselereri gündeme getirmekteki ısrarı Komünist Parti’ninki gibi sekter bir tutum mudur?

Komünist Parti liderliğinin kendine bu alanda rakip kabul etmeyeceği bir gerçek. Syriza’dan Sol Platform’un çekilişi önceki dönemde Çipras’ın partisini desteklemiş binlerce aktivist ve mücadeleci unsuru ortaya çıkardı. Bu referandumda Hayır kampının zaferiyle birlikte başlayan kitlesel sola kayışın doğal bir devamıdır. Çipras bunu kibirle reddediyor.

Komünist Parti liderliği Evet ve Hayır tutumlarına aynı mesafeyi aldı. Referanduma katılmamayı ya da boş oy atmayı önerdi. Bu tercihle KP kendini Hayır campında mücadele eden insanlarla negatif bir ilişkide buldu. Şimdi ise bu açığı PU’nun liderliğini ve Panagiotis Lafazanis’i kişisel olarak karalayarak kapatmaya çalışıyor.

Ama referandumda boykot ya da boş oy atma önerilerini bir kenara bırakmış ve Hayır oyu kullanmış olan Komünist Parti destekçileri partilerinin bugün Sol Platforma karşı neden Dimitris Tsovolas ve Dikki’nin Pasok’tan ayrılmalarından sonra aldıkları gibi bir tutum almadıklarını merak ediyorlar.[xviii] Tsovolas, Lafazanis’ten daha çok mu övgüye değer bir sol hatta sahip? Cevap tabii ki Hayır. O zamanlar Komünist Parti Pasok’tan kopuşu bir ilerleme olarak kucaklamış ve o dönemden güçlenerek çıkmıştı. 1999 Avrupa seçimlerinde oy oranı %8.67 olmuştu. Dikki’nin %6.85 ve Synaspismos’un %5.6 oy almış olmasına rağmen. Sandık sola doğru bir kayış olduğunu kanıtlamıştı. Mesele solun liderliğinin bunu nasıl kullanacağıydı. Bugün aynı mesele devam ediyor. Kriz ve Syriza’nın bölünmesi işçi hareketinin ve gençliğin içinde yaratılan sol dinamiğin meyveleri. Bu dinamik hükümete giren ve uzlaşan reformist gücün çıkmaz sokağıyla mücadele ederken oluştu. Hem Syriza’nın stratejisini tekrar etmekten kaçınacak hem de sekter bir karalama kampanyasına düşmeyecek bir tutum mümkün mü peki?

Bu, Antarsya’yı oluşturan güçlerin bugün üstesinden gelmeye çalıştığı zorluk. Başarmak için, tarihsel deneyimlerden ve yakın dönemin mücadelelerinden çıkmış binlerce savaşçının deneyiminden faydalanmamız gerekir.

Tarihsel olarak 100 yıl önce sosyal demokrasinin savaş tacirlerine teslimiyetiyle ne olduğunu hatırlamak faydalı olacaktır. Bu büyük uzlaşma İkinci Enternasyonal’in sosyalist partilerinin bölünmesine ve Üçüncü Enternasyonal’in Komünist partilerinin kurulması sonucu solun yeniden biraraya gelmesine sebep oldu. Yeniden biraraya geliş otomatik olarak olmadı. Devrimci solun reformizm ve devrimci strateji arasında gidip gelen kesimleri kazanmak için geliştirdiği birleşik cephe taktiklerini benimsemesiyle ve o dönemde gelişen sekter eğilimlere karşı net bir duruş sergilemesi ile oldu.

Komünist partiler bu birleşik cephe yaklaşımını Almanya’da USPD, SPD’den kitlesel olarak ayrıldığında da benimsediler. Aynı zamanda İtalya’da Gramsci, Bordiga sekterliğiyle mücadele ederken bu taktiği kullandı.[xix] Kitlesel devrimci partiler reformizmden kitlesel kopuşlardan faydalanarak inşa edildiler. Birleştirici bir çizgiyi devam ettirirken ukalaca karalamalara kapılmadan bağımsız davranmayı becererek inşa edildiler.

Bugün böylesi bir çabanın zemini var mıdır?

Cevap kesinlikle Evet. Sadece kapitalizm 1930’lardan beri en uzun krizinde ve Yunan kapitalizmi en kötü krizinde olduğu için değil. Sadece işçi sınıfının sola kitlesel olarak yönelişi onyıllardır gördüğümüz en yüksek noktada olduğu için değil. Aynı zamanda bugün deneyim kazanmış kadın ve erkeklerden oluşan bir öncü bir savaşçılar gücü bulunduğu için. Pasok’un ihanetlerine ve solun geleneksel liderliklerinin sınırlarına karşı isyanlarda deneyim kazanmış bir savaşçılar gücü mevcut olduğu için.

Syriza’nın krizi böylesi deneyimlere sahip savaşçılara şok yaşatamaz. Genel grevlere katılmış, meydanları işgal etmiş, son yıllarda anti-faşist yürüyüşlere katılmış ve Syriza öncesi Komünist Parti liderliğinin ve Synaspismos liderliğinin politikalarını hatırlayan bu savaşçılar şok yaşamıyorlar.

Bu politizasyonun önemli bir parçasını Antarsya oluşturuyor. Antarsya ile birlikte yürümek sadece 20 Eylül’deki seçim mücadelesi için değil aynı zamanda seçimlerden sonra meydana gelecek büyük mücadelelerin sınıfımızın büyük beklentilerine ve bu sınıfın devrimci geleneğinden çıkan büyük hayallere değecek bir solu biçimlendirme ihtimali taşımasından dolayı da önemli.

Panos Garganas

Makale ilk olarak Sosialismos apo Ta Kato (Aşağından Sosyalizm) 112, Eylül-Ekim 2015 sayısında basıldı. İngilizceye Dimitris Daskalakis tarafından, Türkçe'ye Canan Şahin tarafından çevrildi.

Referanslar

Callinicos, Alex, 2015, “Anti-politics and the social illusion: A reply to Tietze and Humphrys”,International Socialism 145 (winter), www.isj.org.uk/anti-politics-and-the-social-illusion-a-reply-to-tietze-and-humphrys

Kouvelakis, Stathis, 2015, “Turning ‘No’ Into a Political Front”, Jacobin (3 August),www.jacobinmag.com/2015/08/tsipras-debt-germany-greece-euro


[i] Bu makale ilk olarak 20 Eylül seçimlerinden iki hafta önce yayımlanmıştır.

[ii] Syriza (Radikal Sol Koalisyon) 2004’te Synaspismos (Sol, Hareketler ve Ecoloji Koalisyonu) ve çeşitli radikal sol grupların ittifakıyla kuruldu. Synaspismos 1990’larda Yunan solunun Eurocommunist kanadı ve KKE’nin çeşitli fraksiyonları arasından çıktı. Bu hareket içinde Synaspismos en baskın unsurdu. 2013’te farklı ‘bileşenlerin’ de katılımıyla en azında biçimsel olara Syriza tek parti haline geldi.

[iii] Facebook, 10 Temmuz: http://tinyurl.com/o3ntxao

[iv] Sol Platform Syriza içindeki ana muhaletti. Lideri Panagiotis Lafazanis, Çipras hükümetinde Üretken Yeniden İnşa, Çevre ve Enerji bakanlığı yaptı. Brüksel’de hükümetin tavizlerine karşı çıktığı için Temmuz’da atıldı ve bir sonraki ay Laïkí Enótita’yı (LaE) kurdu.

[v] LaE’nın Antarsya delegasyonuna Yannis Tolios tarafından 27 Ağustos 2015’te sunulan manifesto taslağından alınmıştır.

[vi] LaE’nın manifesto taslağından

[vii] http://tinyurl.com/pmk4u4w

[viii] Önce Interior Eurocommonist Party’nin sonra Synaspismos’un  bir lideri olan Leonidas Kyrkos, 2010’da sağ kanat Demokratik Sol’un kopuşunu desteklemiştir; bir başka Synaspismos lideri Maria Damanaki ise Pasok hükümeti tarafından 2009’da Avrupa Komisyonuna atanmıştır; Fotis Kouvelis ise Synaspismos’tan Demokratik Sol’un kopuşuna liderlik etmiştir.

[ix] http://tvxs.gr/news/ελλάδα/για-«υπεκφυγές»-κατηγορεί-το-κκε-ο-αλ-τσίπρας

[x] http://tinyurl.com/nrj2l85

[xi] Palmiro Togliatti, İtalyan Komünist Parti’nin 1927’de liderliğine geçmiştir. Bu Antonio Gramsci’nin faşist rejim tarafından hapse atıldığı tarihten sonradır. Stalin’e tamamen itaatkar bir biçimde 1950’lere kadar İtalyan Komünist Partisini anaakım reformizme doğru sürüklemiştir.

[xii] Kouvelakis, 2015.

[xiii] Mayıs 1944’teki Lübnan anlaşması ve Şubat 1945’teki Varkiza anlaşmasının ikisi de KKE liderliğine tavizler vermiştir. KKE Almanya’nın Yunanistan işgaline karşı yürütülen silahlı mücadelenin liderliğini yapmaktaydı. Bu anlaşmalar sürgünde olan kraliyet hükümetinin tekrar iktidara gelmesini mümkün kulmış ve 1946-49 iç savaşının temelini atmıştır. Tolgiatti Nisan 1944’te İtalyan burjuva partileri ve monarşi ile benzer bir uzlaşmaya varmıştır.

[xiv] Antarsya (Antikapitalist Sol Cephe) radikal sol örgütler koalisyonudur. İçindeki en önemli örgütler Yeni Sol Akım (NAR) ve Sosyalist İşçi Partisi’dir (SEK). Syriza’dan bağımsız hareket eder.

[xv] Callinicos, 2015, s.176.

[xvi] Syriza’nın sağındaki tüm figürler. Stathakis ekonomi bakanı, Dragasakis ise Çipras hükümetinde başbakan yardımcılığı yapmıştır.

[xvii] Sol Yeniden birlik (Aran) ve Sol Anti-kapitalist group (Aras), Antarsya’nın sağında olan iki gruptur ve LaE’ye katılmak üzere Antarsya’dan ayrılmışlardır.

[xviii] Tsovalas Pasok’tan Demokratik Toplumsal Hareket (Dikki)’yi kurmak üzere 1995’te ayrılmıştır.

[xix] Bağımsız Sosyal Demokrat Parti savaş yanlısı Alman Sosyal Demokrat Parti’den 1917 yılında kopmuştur. Ekim 1920’de partinin çoğunluğu Üçüncü Enternasyonale katılma Komünist Parti ile birleşme yönünde oy kullanmıştır. İtalyan Komünist Parti’nin kurucusu ve lideri Amadeo Bordiga ise reformist örgülerle birleşik cephe yapılmasına karşı çıkan  önde gelen bir komünisttir. Bu konu üzerine Socialism from Below dergisinin bu makalenin çıktığı sayısını okuyabilirsiniz. www.socialismfrombelow.gr/article.php?id=792

Bültene kayıt ol