Dünyanın en büyük güçleri Kuzey Kutbu'nu kendi emperyalist rekabetlerinin yeni cephesine dönüştürmek istiyor. Kutup kıtasının buzları altında gömülü kalmış değerli madenleri ele geçirmek ve deniz taşımacılığı için yeni rotalar çizmek istiyorlar.
Bu süreç, iklim çöküşünün bölge için yarattığı tehlikelere şimdi bir de askeri çatışmaları ekleme riski taşıyor. Ancak bölgenin sömürgeciler tarafından istila edilmesi de yeni bir olgu sayılmaz. 14 milyon kilometrekareye yayılmış eşsiz bir coğrafyaya sahip olan Kuzey Kutbu yüzyıllardır hem bir endişe hem de bir cazibe merkezi olmuştur.
Kutup gerçekleri
Kuzey Kutbu denince bazılarımızın aklına, 1827'de oraya ulaşmaya çalışan İngiliz deniz subayı William Edward Parry gibi cesur kaşifler ya da “Erebus” ve “Terror” gemilerinin talihsiz mürettebatı gelir. Bu gemiler 1845 yılında Atlantik'ten Pasifik'e, Kuzey Kutbu üzerinden giden Kuzeybatı Geçidi'ni bulmak üzere yola çıkmış ve bir daha kendilerinden haber alınamamıştı.
Kuzey Kutbu, İnuitler gibi yerli topluluklar da dahil olmak üzere yaklaşık 4 milyon insana ev sahipliği yapıyor. Bu topluluklar binlerce yıldır buradalar ve böylesi zorlu koşullarda yaşamanın yollarını biliyorlar.
Kuzey Kutbu'nda toprakları bulunan sekiz devlet mevcut: ABD, Kanada, İzlanda, Norveç, İsveç, Finlandiya, Rusya ve (Grönland üzerindeki hak iddiasıyla) Danimarka. Bu ülkeler 1996’da Kanada'nın Ottawa kentinde bir araya gelerek Arktik Konseyi'ni kurmaya karar verdiler. Konsey yerli halkların örgütlerine temsil hakkı tanıdı, onları daimi katılımcı haline getirdi. Bölgede çıkarı olan diğer devletler ise yalnızca gözlemci statüsündeler.
Arktik Konseyi
Konsey petrol ve gaz araştırmaları, iklim değişikliği, arama ve kurtarma operasyonları, bölgenin eşsiz doğasının ve yaban hayatının korunması gibi bazı meseleleri müzakere etti ama temelde, kapitalist çıkarları gözeten, Kuzey Kutbu'nun idaresine yönelik liberal, devlet temelli bir yaklaşım olarak kaldı ve Yerli topluluk liderlerinin de birer temsilcisi bulunmasına rağmen Yerli halkın karşılaştığı sorunları konuşma konusunda isteksiz davrandı. Örneğin, Kanada'nın Saskatoon kentindeki polisler İlk Ulusların üyelerini –İnuitler ve Metisler dışındaki yerli halklar— sarhoş oldukları iddiasıyla tutuklayıp şehirden uzak bir yerde terk ederek hipotermiden ölmelerini hedeflediler. Bu türden örneklerine rağmen, liberaller Arktik Konseyinin işbirliğini ve bölgenin idaresini sağlamaya yardımcı olacağını savunmaya devam ettiler ve bunu, Kuzey Kutbu'nun korunmasında ortak çıkarlara sahip oldukları, bölgenin bir şekilde istisnai nitelik taşıdığı yönündeki tezleri üzerine temellendirdiler. Oysa deniz yatağının büyük bir bölümü en yakın kara parçasına dahi öyle uzaktır ki gerçekte hiçbir ülkenin sınırları içinde yer alamaz. Bu da Kuzey Kutbu'nu dünyanın geri kalanından kopuk, apayrı bir bölge haline getirir.
Ancak son yirmi yılda, kapitalist devletler arasındaki rekabet yoğunlaştıkça işbirliğinden söz edilmez oldu. Coğrafyacı Klaus Dodds, bölgenin istisnai olduğu düşünülen dönemin sona erdiğini ve Arktik'in artık büyük bir güç rekabeti dönemine geçiş yaptığını söylüyor.
Küresel güçlerin Kuzey Kutbu'nun kontrolünü ele geçirme yarışı, Afrika'nın emperyalistler tarafından paylaşıldığı döneme benziyor. Rusya 2007 yılında, “Batının” bir parçası sayılmayan tek Kuzey ülkesi olarak, deniz seviyesinin 4,000 metre altındaki Kutup noktasına bayrağını dikmişti. Kanada Dışişleri Bakanı Peter MacKay, “15. yüzyılda değiliz, dünyanın dört bir yanına gidip bayrak dikemezsiniz” diyerek itiraz etti. 2022’de, Rusya'nın Ukrayna'yı işgal etmesinin bir sonucu olarak bölgedeki ilişkileri de zarar gördü, diğer yedi üye o dönemde Rusya'nın başkanlık ettiği Arktik Konseyi toplantılarını boykot etti. 2023'te Rusya, bir Birleşmiş Milletler organına kendi veri ve ölçümlerini kabul ettirmeyi başararak Kuzey Kutbu'nun henüz paylaşılmamış orta bölgesindeki deniz yatağı üzerinde hak iddia etmeye bir adım daha yaklaştı. Ardından Danimarka ve Kanada da Rusya'nınki ile örtüşen bir bölge için hak iddiasında bulundu.
Çin de boş durmadı, 2013 yılında Arktik Konseyi'nin gözlemci üyesi oldu ve en yakın noktası itibarıyla 1450 kilometre ötesinde olmasına rağmen kendisini “yakın Arktik ülkesi” olarak tanımladı. O da tüm ulus devletler gibi, sözüm ona iklim değişikliği riskleri nedeniyle ilgi gösterip Kuzey Kutbu'nda neler olup biteceğine bakıyor. Gerçekteyse gemi rotaları ve kaynak çıkarma konularına ilgi duyuyor. Çünkü Kuzey Kutbu üzerinden yük taşıyabilmek – Süveyş Kanalı, Husilerin Filistinlilerle dayanışma amacıyla Batılı gemilere saldırmaya başlamasından bu yana tehlikeli bir hal almış ve Panama Kanalı aracılığıyla Atlantik'ten Pasifik'e uzanan geleneksel sevkiyat rotası ise kuraklık ve aşırı yoğunluktan etkilenmişken ünlü Kuzeybatı Geçidi deniz yolu artık yaz aylarında kısa bir süre için geçilebilir hale geldiğinden—oldukça cazip bir seçeneğe dönüştü.
Teknoloji şirketleri de gözlerini Kuzey Kutbu'na dikenler arasında. Ne de olsa burası neodim, praseodim, terbiyum ve disprosyum rezervleri açısından zengin bir bölge. Bunlar mobil cihazlar, rüzgar türbinleri ve elektrikli araçlar gibi teknolojilerde kullanılabilecek nadir toprak elementleri. Haliyle Elon Musk'ın SpaceX şirketi de Kuzey Kutbu'na yatırım yapıyor.
Tüm bu gelişmeler, Kuzey Kutbu'nun bundan böyle pek de istisnai sayılmayacağına işaret ediyor. Nitekim artık hayatlarımızı belirleyecek ekonomik, siyasi ve çevresel krizlerin başlıca merkezlerinden biri konumunda.
ABD'nin Grönland'a yönelik tehdidi
Trump, Grönland'ı satın alma konusunda oldukça ciddi. Oğlunu bölgeye göndererek fotoğraf çekimi yapmasını istedi. Danimarka Başbakanı Mette Frederiksen ile yaptığı bir telefon görüşmesinde ise adayı satmayı kabul etmemesi halinde ülkeyi vergilerle sarsacağı konusunda tehdit etti. Danimarkalı milletvekili Anders Vistisen de Trump'a “hadi oradan” diyerek adanın satılık olmadığını gösterdi.
Bu karşılıklı atışmalar bizlere çok saçma görünebilir, ancak hepsinin rasyonel bir temeli var: Grönland, devletler arasındaki jeopolitik rekabetin merkezinde yer alıyor ve Çin de bu adaya duyduğu ilgiyi pek gizlemiyor. Kaldı ki mineral rezervi açısından da önemli olması ve Kuzeybatı Geçidi'ne yakınlığının yanı sıra ABD'nin füze savunma sisteminin bir parçası olan Pituffik Uzay Üssü'ne de ev sahipliği yapması gibi gerçekler de var.
Trump Grönland'ı satın almaya çalışan ilk ABD başkanı değil. Harry Truman da 1946 yılında ada için 100 milyon dolar teklif etmişti.
Peki, 1721’de Danimarkalı Hans Egede tarafından kolonileştirilmeden önce binlerce yıl boyunca İnuit halkının toprakları olan Grönland üzerinde hak iddia eden Danimarka'ya ne demeli?
1979’da özerkliğini ilan etmiş olsa da Grönland'ın dış güvenlik politikası halen Danimarka tarafından belirleniyor. Yerli halka yönelik süregiden baskılar da cabası. Örneğin, 1960'lar ve 1970'lerde binlerce Grönlandlı kadına rızaları dışında doğum kontrol cihazları takılmış ve Grönlandlı siyasetçiler bunu bir soykırım girişimi olarak nitelendirmişti.
İklim krizini de büyütüyorlar
Kuzey Kutbu, gezegenin geri kalanından 2 ila 3 kat hızlı ısınıyor. Öyle ki bilim insanlarının ölçümlerine göre, 2027 gibi çok yakın bir tarihte ilk buzsuz devrini görebiliriz. Diğer bir deyişle, yaz aylarında neredeyse bir tane dahi yüzen buz kütlesinin görülemeyeceği günler yakında.
Deniz buzunun kaybı foklar, kutup ayıları ve buza avlanma için ihtiyaç duyan yerli topluluklar için bir felaket anlamına gelirken tüm gezegeni iklim çöküşüne biraz daha yaklaştırır. Ve Kuzey Kutbu, gezegenin keşfedilmemiş petrol ve doğal gaz rezervlerinin yüzde 22'sini barındırmaktadır. Dolayısıyla, hepimizi bir iklim felaketleri dünyasına sürükleyen petrol ve gazın da bulunduğu Kuzey Kutbu'ndan kaynak çıkarma yarışını hızlandırıyor.
Petrol arama çalışmaları bölgedeki hayvan türlerini de tehdit ediyor. Dünya Doğayı Koruma Vakfı’na (World Wide Fund for Nature) göre, burada meydana gelebilecek bir petrol sızıntısı yıkıcı sonuçlara yol açabilir, bölgenin uzaklığı ve altyapı eksikliği nedeniyle temizlenmesi haftalar alabilir.
Diğer bir gerçek de Kuzey Kutbu'ndaki benzersiz koşulların iklim değişikliğinin devrilme noktalarıyla ilişkili oluşu. Kutup buzulları, Albedo etkisi olarak bilinen bir süreçle, ışığı geri yansıtır. Fakat buzullar eridiğinde geriye koyu renkli bir çözeltiyle birlikte deniz suyu kalır ve bu da güneş ışınlarını daha fazla emen, okyanusu daha da ısıtan bir sürece dönüşür, iklim krizini besleyip büyüten bir etki yaratır. Deniz buzunun erimesi suyun tuzluluk oranını da etkileyerek okyanus akıntılarını değişime uğratabiliyor.
Bir diğer risk ise permafrostun erimesi. Normal koşullarda kalıcı olarak donmuş olan bu toprak çözülmeye başladığında içindeki organik maddeler de ayrışıyor ve bu süreç atmosfere, metan başta olmak üzere bazı sera gazlarının salınmasına neden oluyor.
Camilla Royle
Aklı başında insanlar iklim krizinin yol açacaklarından endişe duyarken, aynı kriz kapitalistler için gezegenin kaynaklarını daha fazla sömürme fırsatı anlamına geliyor. Ve Kuzey Kutbunu da sadece bir fetih meselesi olarak görüyorlar.
Çeviri: Tuna Emren