Bugünlerde Almanya’da olanları takip etmek ve anlamak oldukça zor. Bu zorluğa ve karmaşıklığa dair bir başlangıç noktası belirlenecekse, 22 Ocak 2025 tarihinde Aschaffenburger kentinde iltica başvurusu reddedilmiş, ülkeyi terk edeceğini ifade etmiş bir kişinin, biri 2 yaşında bir çocuk olmak üzere 2 kişiyi bıçaklayarak öldürmesi üzerine yeni bir büyük nefret dalgası başlatılmış olmasıdır. Bu cinayetin insani açıdan ne denli dehşet verici olduğu ne kadar açıksa, cinayetin istismar edilerek büyük bir ‘göçmen avı’ başlatmak isteyen faşist-ırkçı grupların saldırganlıklarına ‘gerekçe’ bularak adeta sevinç duydukları da o denli açıktır.
Aşırı sağ göçmenlere düşman
CDU’nun -Hıristiyan Birlik Partisi- başbakan adayı Friedrich Merz son cinayetten sonra yeni bir seviyeye geçerek el artırdı ve meclise bir önerge sunacaklarını, kim desteklerse desteklesin artık ‘göç sorununu’ çözmek istediklerini söyledi. Pratik olarak AfD ile işbirliği yapmak demek olan ve Brandmauer (yangın-güvenlik duvarı) olarak ifade edilen çizginin aşılmasına ek olarak, AfD’nin ittifak kurulabilir bir ‘normal’ parti seviyesine çekilmesi anlamına gelmekteydi bu. Bu amaçla CDU meclise “5 aşamalı plan” adıyla bir önerge sundu ve önergenin 4 maddesi liberal adına saklanan sağcı, sosyal hakların azılı düşmanı FDP, faşist-ırkçı AfD ve Birlik partileri denen CDU-CSU oylarıyla kabul edildi. Teklifteki ‘iç güvenlik’ maddesi ise faşist AfD tarafından bile fazla görülerek reddedildi. CDU’nun nasıl bir politik istikamette olduğunu göstermesi bakımından hayli ilginç bir noktadır bu da. Tekliflerin işaret ettiği bu yeni durumla, iltica talebinde bulunma hakkı fiilen imkansız hale getirileceği gibi, kitlesel olarak sınırdışı etme süreçlerini de hızlandıracakları anlaşılmaktadır.
Merz'in planı yalnızca ırkçı ve insanlık dışı değil, aynı zamanda faşist AfD'nin pozisyon ve argümanlarını da aklayan, onlara yeni alanlar açan bir tonda. Faşist partinin argümanlarının ‘merkez’leştirilmesi gibi bir politik skandala da imza atmış oldu CDU. Böylesi durumlarda sağcılaşmanın o alanın gerçek sahibi olanlara yaradığı defalarca kere görüldü. CDU’nun bu hamlesi AfD’nin önünü açmak gibi bir politik adım olarak da kayda geçti. İlk tekliften bir gün sonra ise meclise bu sefer “göç akınını durdurma yasası” teklif ettiler ve önerge yine FDP, AfD’nin desteğini aldı. Ancak bu kez gösterilen büyük tepkilerin de içeriden ‘fire’lere yol açmasıyla, teklif kılpayı bir biçimde reddedildi. Egemen sınıf siyasetçileri arasında bile bir yarılma oluştu, CDU’dan istifa ettiğini duyuran kişiler oldu. Eski başbakan Merkel kendi internet sitesinde bir açıklama yayınlararak AfD ile işbirliğine gidilmesini eleştirdi.
Faşistlerle işbirliği yapılamaz
CDU’nun başını çektiği, faşistlerin de desteklediği ırkçı, göçmen düşmanı nefret dalgasının durdurulması önemli bir dönemeç olarak, bir başarıdır kuşkusuz. Die Linke/Sol Parti’den ayrılanların 1 yıl önce kurduğu BSW partisi ise bir başka politik skandala imza atarak, mecliste bulunan 10 vekilinden 7’sinin, AfD ile işbirliği içinde göçmen karşıtı ırkçı politik iklimin parçası oldu, bu yasa teklifini destekledi. Ancak bu karamsar tablonun içerisinde umut ışıltısı olan yanlar da kuşkusuz ki var: Sadece 24 saat içerisinde harekete geçebilme başarısı göstererek, ikinci teklifin kılpayı da olsa reddedilmesinin toplumsal-politik basıncısını oluşturan büyük antifaşist ve ırkçılık karşıtı hareket. CDU belli ki nefreti körüklemekten geri atmayacak. Ancak sokaklara dökülen, ırkçılığa ve faşizme karşı durmak gerektiğine inanan farklı yelpazelerden olan binlerce insanın da geri adım atmayı düşünmediği ortada.
Sokakta mücadelenin vakti: Irkçılığa karşı kitlesel karşı duruş
Son 2 gün içerisinde belki de yüzlerce farklı şehirde onbinlerce insan sokaklara dökülmüş durumda. Aşağıdaki haritada kelimenin gerçek anlamıyla dört bir yanda yapılması planlanan eylemler gösterilmektedir.
CDU bu yenilgiye rağmen geri adım atmayacak gibi görünmektedir. Faşist parti ise kendi argümanlarının bu denli ‘merkez’e çekilmiş olmasından ötürü yaşananlardan son derece memnun.
Politik alanda bir krizin içerisinde olunduğu ortadadır. Şu an büyük partiler arasında, yüzde 5 barajını geçip geçemeyeceği belirsiz olan Sol Parti dışındaki tüm partiler, “sığınmacıları” veya diğer göçmenleri, çeşitli düzey ve biçimlerde tehlike ya da sorun kaynağı olarak damgalamak gibi bir politik iklime teslim olmuş durumdalar. Daha fazla ‘güvenlikçi’ adım vaat ediyor hepsi! Bilindiği üzere zaten hükümet ‘borç freni krizi’nin taşan son damla olmasıyla dağılmış ve erken seçim kararı alınmış durumda.
Irkçılığa boyun eğme politikası sağın giderek daha da güçlenmesine neden olmaktadır. Bundan faydalanan o alanın ‘gerçek’ sahibi olan ve %20’lere ulaşmış durumda olan AfD'dir. Çok iyi bilinen gerçek şudur ki, AfD’nin ırkçı-faşist tehdidi sağcı argümanları normalleştirilerek ortadan kaldırılamaz.
Her şeye rağmen olanların bir de başka yönü var: 2025 yılının ilk gününden bu yana 300 binden fazla kişinin benzeri eylemler için sokaklara döküldüğü aktarılmaktadır. 11 Ocak’ta yılın en soğuk günlerinden birinde, AfD’nin Kongresini engellemek için ülkenin dört bir yanından Riesa kasabasına akan 15 binden fazla insan, Jena’dan Berlin’e Freiburg’tan Köln’e kadar çok hızlı organize edilen eylemlerde gösterilen kararlılık gidilmesi gereken yolun işaret fişekleri oldu. Çoklu bir kriz ile karakterize olan sistemden radikal bir kopuşu kendine hedef olarak koyan, sosyal haklarda kesintiye gidilmesine karşı çıkan, çalışanların ve emeklilerin ücretlerinin insani seviyelere çıkarılmasını talep eden, silahlanmaya ve emperyalist rekabet için harcanan milyarlara karşı duran, kapitalizmin yarattığı belirsizlikleri aşmayı hedefleyen özgürlükçü, temel hakları savunan, antikapitalist, antifaşist bir hareketi inşa etmek, bu hareketlerin içerisinde en aktif biçimde olmakla mümkün. Tehlike her ne kadar büyükse mücadele etmek konusunda gösterilen azim de bir o kadar canlı durumda Almanya sokaklarında. Yani henüz son sözler söylenmiş değil ve politik olarak hangi yöne doğru gidileceği son kertede mücadelenin yön ve dinamiklerine bağlı.
Ziya Dinç