Biden “sonsuz savaşlara” dönüşün habercisi

29.11.2020 - 11:26
Haberi paylaş

Alex Callinicos'un analizi...

Donald Trump’ın Afganistan ve Irak’taki Amerikan askeri sayısını azaltma doğrultusunda geçen hafta verdiği karar hem Cumhuriyetçi hem de Demokrat ana akım millî güvenlik bürokrasisi tarafından şiddetli eleştirildi.

Aynı şey İngiltere’de de gerçekleşti. BBC radyosunda kendini bir halt zanneden emekli bir general bu eleştirilere katıldı, ama İngiliz ordusunun hem Irak hem de Afganistan’da büyük yenilgiler yaşamış olduğunu söylemeyi nedense unuttu.

Financial Times gazetesinin akıllı liberal köşe yazarı Edward Luce ise şu sözleri yazarken daha dürüst davranıyordu: “Trump’ın dış politikası hakkında çok çeşitli şeyler söylenebilir, ama yeni savaşlar başlatmadığı da bir gerçek (gerçi daha 60 günü var).”

Luce’un parantez içindeki çekincesi yanlış değil: Trump, seçim yenilgisini kabul etmemesinin üzerine İran’la bir savaş da başlatabilecek bir adam.

Ama Trump, kendinden önce gelen hem Cumhuriyetçi hem Demokrat başkanların Geniş Ortadoğu’da yürüttükleri ve Trump’ın “sonsuz savaşlar” adını taktığı savaşlara karşıydı. 

Joe Biden ise, bir “sonsuz savaşlar” taraftarı: Irak’ın işgali lehine oy kullandı ve ABD ve İngiliz işgaline karşı direnişi bastırmak için ülkenin bölünmesini öngören bir plan hazırladı. 

Biden özellikle genç Bush’un uyguladığı, dünyanın her yanında “demokrasiyi” (gerçekte neoliberalizmi) desteklemek için Amerika’nın askerî gücünü kullanma politikasının da bir taraftarı. 

Ve Biden’ın oluşturmakta olduğu Bakanlar Kurulu büyük ölçüde Obama’nın dış politikasını biçimlendiren şahinlerden oluşuyor. 

Bunlardan biri, Amerika’nın 2013-17 yıllarında Birleşmiş Milletler büyükelçisi olan ve her zaman “insancıl” askerî müdahaleleri destekleyen Samantha Power. 

Power, 2011 yılında NATO’nun Libya müdahalesinin mimarıydı ve Obama’yı Suriye iç savaşına da aynı şekilde müdahale etmeye ikna etmek için çabalamıştı. 

Bu çabaya Dışişleri Bakanı veya millî güvenlik danışmanı olarak atanması beklenen Antony Blinken de dahildi. 

Eski bir Obama görevlisi Blinken hakkında şöyle diyor: “Rusya’ya karşı çok daha sert davranacaktır ve Çin ile ideolojik rekabete girme fikrine daha sıcak bakacak, dış politikada dünyaya ‘demokrasi yaymak’ ve ‘insan hakları’ boyutunu öne çıkarmak isteyecektir.”

Bütün bunlar daha önceki onyılların neoliberal emperyalizminin başarısızlıklarının Trump’ı doğurduğu gerçeğini görmezden geliyor. Bunu, Amerika’da “stratejik düşünen” devlet görevlileri olmamasından yakınan Luce da vurguluyor. Örnek olarak Luce, demokrat partinin politika düşünürü Zbigniew Brzezinski’yi veriyor. Brzezinski, 1977-81 yıllarında, Amerika ile Sovyetler Birliği arasında bazen İkinci Soğuk Savaş denilen dönemin başlangıcında, Jimmy Carter’ın millî güvenlik danışmanlığını yapmıştı. 

Brzezinski, Rusya’yı zayıflatmayı amaçlayan bir dizi politika uygulamıştı. Bunlardan en önemlisi Rusya’nın Aralık 1979’da Afganistan’ı işgal etmesinin arkasından gelmişti. Brzezinski, Moskova’nın Vietnam’ını yaratmak amacıyla İslamcı gerillaları silahlandırma politikasını başlatmıştı. Sovyetler Birliği Afganistan’da gerçekten de yenildi, ama bu yenilgiden El Kaide, Taliban ve sonra İŞİD doğdu. 

Brzezinski, “Rusya’yı Afganistan tuzağına düşürmüş” olmakla övünüyordu. Radikal İslamcılığın gelişmesine yol açtığı için pişmanlık duyup duymadığı sorulduğunda şöyle dedi: “Sizce dünya tarihinde hangisi daha önemli? Taliban mı, Sovyet İmparatorluğu’nun çöküşü mü? Bir takım Müslümanların gaza gelmesi mi, Orta Avrupa’nın özgürleştirilmesi ve Soğuk Savaş’ın sonra ermesi mi?”

Günümüzde tarihçiler bu kurnaz planı gerçekten de Brzezinski’nin mi düşündüğünü sorguluyor.  Ama bugün daha önemli olan, Brzezinski’nin sözlerinin yansıttığı anlayış. Afganistan halkının 40 yıldan uzun bir süre boyunca yaşadığı korkunç acılar Brzezinski gibi “stratejik düşünenler” tarafından ABD emperyalizminin “dünya tarihsel” çıkarlarına kıyasla çok daha az önemli.

Biden, gelecek yıl bir “demokrasiler zirvesi” örgütlemeyi planlıyor. Amaç, çok açık ki, Amerika’nın geleneksel Batılı müttefiklerini bir araya getirmek (bunlara Modi’nin Hindistan’ı gibi ülkeleri eklemek) ve Çin ile Rusya’ya karşı mücadele etmek. 

Obama’nın temkinliliğinden ve Trump’ın ne yaptığını bilmezliğinden kuşkusuz yararlanmış olan bu iki rakip, Çin ve Rusya, liberal demokrasiyi tehdit eden “otoriter” tehlikeler olarak damgalanacak. 

Bunun sonucu gerçek bir soğuk savaşa benzeyen bir şey olabilir. Brzezinski’ye çok aşina gelen bir durum ortaya çıkabilir. 

Alex Callinicos

Socialist Worker’dan çeviren Roni Margulies

(Sosyalist İşçi)

Bültene kayıt ol