Yunanistan’ın radikal sol partisi Syriza’nın sol kanadının önde gelen isimlerinden Stathis Kouvelakis, partinin hatalar yaptığını ancak hâlâ en büyük değişim umudunu temsil ettiğini anlatıyor. İngiltere'de mücadele eden Sosyalist İşçi Partisi'nin (SWP) önde gelen isimlerinden Alex Callinicos ise başarılı bir sosyalist stratejinin, devletin baskıcı özü ile boy ölçüşebilmek için işçi sınıfının gücünü geliştirmesi gerektiğini söylüyor.
Geçtiğimiz ay Londra'da Uluslararası Sosyalizm dergisi tarafından düzenlenen bir toplantıda yapılan konuşmaları derledik...
Stathis Kouvelakis (Syriza)
Avrupa grubu ve Yunanistan hükümeti arasındaki anlaşmadan sonra Syriza projesinin geleceği hakkında endişelenmek için oldukça geçerli nedenler bulunuyor.
Fakat bu çapta her politik proje büyük riskleri de beraberinde getiren ve garantisi olmayan bir kumardır.
Syriza’nın olası başarısızlığı onun zaferini geçersiz kılmaz.
Avrupa’da ilk kez bir radikal sol parti seçim zaferi kazanıyor.
Partinin önünde daha birçok sınav var. Fakat halihazırda atlatmış olduğumuz bir sınav var ve Syriza’yı yargılamak için şu ana kadar yaptıklarına bakmalıyız.
Ben, dört stratejik inisiyatife odaklanacağım.
Birincisi partinin kendine has biçimi ile ilgili. Syriza, radikal solun çeşitli geleneklerini kapsayan çoğulcu bir örgütlenme. Parti Komünistler, Troçkistler, Maocular, hareketçiler ve bazı sol kanat sosyal demokratlardan oluşuyor.
Syriza, radikal soldan ödünç alınmış bir yapı olarak görülmeli.
Bunun aslında savunmacı bir yönü var. Böyle bir parti, eskiden büyük, tek bir hareket olan farklı parçaları yenilgi durumunda bir araya getirmenin hepsini daha güçlü kıldığı anlamına geliyor.
Böyle bir yapının saldırgan bir yönü de var; o da solun bu parçalanma ilkesinin üstesinden gelmek ve yeni bir birleşmeye ve anti-kapitalist politik kültüre doğru yönelmek için çaba harcamak.
Dönüşüm
Bu, hiçbir politik kültürün tek başına toplumsal dönüşüm sorununa yanıt oluşturmadığı anlamına geliyor.
Syriza’yı oluşturan bileşenler sadece yama değil. Yeni yollar ve pratikler keşfetmek için, karşılıklı eleştirel bir tutum içerisinde birbirleriyle iletişim kurmak zorundalar.
Bu birleşme Syriza içinde hala devam eden bir süreç.
Fakat solun 20. Yy’ın yenilgilerinin üstesinden gelmesinin tek yolu bu.
Syriza’nın ikinci stratejik inisiyatifi toplumsal hareketlerle ilişki kurma biçimi.
Syriza’nın inanılmaz yükselişi Yunanistan’ın içinden geçtiği güçlü toplumsal mobilizasyon olmadan anlaşılamaz.
Bu mobilizasyonun, gerilimin, kutuplaşmanın ve hatta şiddetin atmosferi bildik sosyal demokrat sekanstan çok farklı.
Fakat bu doğrusal bir süreç değil. 32 gün süren genel grev, yüz binlerce insanın sokaklara dökülmesi, tasarruf paketi olan “momeranda”nın tek bir önlemini bile durduramadı.
Politik bir perspektif gerekliydi. Bu politik inisiyatif momenti için bir farkındalık zemini gerekliydi.
Syriza, şimdiye kadar eksik olan politik tercümeyi sağlayarak halkın hayal gücünü ele geçirdi.
Syriza 2012’de bir hükümet önerisinde bulundu – bu sadece bir Syriza hükümeti önerisi değil, tasarruf programına karşı çıkan bütün solun bir araya geldiği bir hükümet önerisiydi.
Bu öneri var olan durumu dönüştürdü. Egemen sınıfların gücüne meydan okumak için ihtiyaç duyulan şey, toplumsal hareketlerin yoğunlaşmasıydı.
Bu toplumsal mücadele dinamiklerini politik mücadeleye dönüştürme yeteneği, partinin biçiminde karşılığını buldu ve çeşitli unsurları tek bir projeye tercüme eden bir parti çıktı ortaya.
Diğer sol gruplar Syriza’nın çağrısını reddetmenin bedelini seçimde ödediler. Ve radikal solun bölünmesinin yıkıcı sonuçları oldu.
Üçüncü stratejik inisiyatif ise Syriza’nın programı ile ilgili. Bir bakıma, bu geçiş talepleri denilen taleplerin bir versiyonuydu. Bunlar oldukça alçakgönüllü talepler. Fakat bu spesifik durumda doğru hattı belirliyorlar – zorla dayatılan tasarruf programını ve “Troika”yı reddetmek.
Tarihte büyük kırılmalar büyük planlar adına olmaz. Büyük kırılmalar, hayati ihtiyaçlara yanıt veren alçakgönüllü talepler bütün toplumsal yapıyı değiştirmeksizin karşılanmadığında gerçekleşir.
Rus Devrimi sosyalizm adına yapılmadı. Barış ve toprak için yapıldı.
Tarih
Fakat Rus Devrimi, insanlık tarihindeki en önemli sosyalist devrim deneyimidir.
Dördüncüsü ise iktidar sorunu. İtalyan devrimci Antonio Gramsci’ye kadar giden bir strateji var.
Gramsci, Rus devrimcisi Lenin gibi, Rusya devrim modelinin neden Batı’da gerçekleşmediğini sordu.
Gramsci’nin stratejisinin merkezinde “sivil toplum” ve “politik toplum” arasındaki ilişki yatıyordu.
Gramsci, “sivil toplum” ile gelişmiş toplumlardaki kolektif yaşamı yapılandıran geniş örgütler ağını kastediyordu. Politik toplum ise kelimenin tam anlamıyla devleti ifade ediyordu.
Kitleler her ikisinde de temsil edilir - fakat eşitsiz şekilde. Sivil toplumun örgütlenmeleri onların kolektif yaşamını düzenler.
Bu arada devlet kurumları da bu kurumların politik temsilini ve eylemini düzenler.
Gramsci, stratejisini “mevzi savaşı” olarak adlandırdı. Nicos Poulantzas ve Avrokomünist gelenek bunu, “sosyalizme giden demokratik yol” olarak tercüme etti.
İşçi sınıfı ve halk sınıfları sivil toplum içinde lider sınıflar olarak ortaya çıkmalıdır. Ve politik topluma meydan okumalı ve devletin baskıcı özünü dağıtmalıdırlar.
Bu sınıfların her iki alanda da, kendilerinin topluma önderlik etmelerini ve gerçek iktidarı ele geçirmelerini sağlayacak ağları ve örgütleri vardır.
Öyle ki burjuva demokrasisi içindeki demokrasi bu halk mücadelelerinin ürünüdür.
Dolayısıyla bu, işçi sınıfının ve kolektif hayat içindeki halk sınıflarının uyarıcı ve genişletici katılımı anlamında bir demokratikleşme stratejisidir.
Demokratik yol seçim değildir. Seçimler gerekli bir adımdır ancak hiçbir şekilde yeterli değildir.
Ekonomik ve politik olan arasındaki bölünmeye saygı gösteren bir strateji değildir ve politik olanı sadece parlamentoya indirger.
Mücadelelerin kombinasyonudur. Yunanistan deneyimi bu stratejik hipotezleri test etmek için bize zemin sağlıyor.
Riskler
Böyle bir stratejinin riskleri vardır. Marks ve Engels, bu risklerin bazılarını Gramsci’den çok daha önce tartışmışlardı.
Engels, seçimleri kazanma olasılığını iktidara ulaşma yolu olarak savunmuştu.
Egemen sınıfların, sosyalist partilerin ilerleyişine karşı devrimci şiddet ile yanıt vereceklerini iddia etti.
Fakat yasallık ve anayasal düzen ile olan bağlarını koparma inisayitifini onlara bırakmalıyız.
Engels, 1861’de ABD’ye karşı ayaklanan köle sahibi Konfedere Devletler metaforunu kullanmıştı.
Aynı karşı devrimci şiddet 1973’de Şili’de ve 1967’de Yunanistan’da da de ortaya çıkmıştı.
Dolayısıyla kendisini savunmayan her ciddi toplumsal değişim süreci ciddiye alınmamalıdır.
Diğer risk ise şudur; eğer parti devleti dönüştürmezse, devlet partiyi dönüştürür.
Devlet tarafsız değildir – belirli egemenlik ilişkilerini üreten kapitalist devletin kendisidir.
Deneyim ile biliyoruz ki politik partilerin “devletleşmesi iktidarın ele geçirilmesinden bile önce başlayabilir. Syriza’nın bundan muaf olduğunu düşünmüyorum.
Fakat Syriza’nın başarılı olmak için inisiyatifi eline alması gereken bir stratejik alan var.
Avrupa’nın egemen sınıflarının ideolojik hegemonyası, Avrupa’nın entegrasyonu anlatısına dayanıyor.
Syriza’nın Avrupa’nın kurumlarını içeriden dönüştürebileceği yanılsaması bu anlatıyı güçlendiriyor.
Avrupa grubundaki geri çekiliş ihanet ya da satış değildi. Gerçek bir karşı karşıya geliş vardı. Kurumlar, Syriza hükümetlerine diz çöktürmek istediler, çünkü bu hükümet onlara yönelik gerçek bir tehdit oluşturuyor.
Fakat Syriza hükümeti yanlış bir strateji izledi.
Syriza geri adım atmasını, neredeyse geri adım atıyor olmasından bile daha ciddi bir başarı olarak anlattı. Böylece gelecekteki yenilgilere zemin hazırlıyor.
Stratejik bir alternatif mümkün. Bu, Euro bölgesinden ayrılmak ya da en azından bunu bir tehdit olarak kullanmak anlamına geliyor.
Fakat bu, bütün radikal solun vermesi gereken zor bir mücadele olacaktır. Şu anda Syriza’nın elleri bağlı ve eğer stratejisinde bir değişiklik olmazsa bu süreç yeni bir tasarruf tedbirinin yeni bir versiyonu ile sonuçlanabilir.
Bu sağa ve aşırı sağa yeniden örgütlenme ve karşı atağa geçme fırsatı verebilir.
İşte bu yüzden yaratıcı olmak zorundayız. “Reformistler başarısız olacak ve devrimci öncüler kitlelerin zaferine önderlik etmek için hazır bekliyor” şeklindeki senaryoya inanan insanlar gerçekliğin dışında yaşıyor.
Yunanistan ve Avrupa’daki anti-kapitalist güçlerin geleceği açısından dönüm noktası niteliğindeki bu mücadeleyi kazanmak için yeni yollar inşa etmeliyiz.
Alex Callinicos (SWP)
Syriza’nın Yunanistan seçimlerinde kazandığı zafer Yunanistan solu için tarihi bir zaferdi. Ve bu zafer bütün Avrupa’daki sınıf mücadelesi açısından bir dönüm noktası olabilir.
Fakat bu zafer aynı zamanda stratejik ve teorik olarak da çok önemli. Marksistlerin eskiden de yapmış olduğu stratejik tartışmalar yeniden önümüze geldi. Bu zafer sadece reform ve devrim hakkındaki soruları değil, aynı zamanda, farklı mücadelelerin nasıl bir araya getirileceği ve ne tür partilerin inşa edilmesi gerektiği hakkındaki soruları da gündeme getiriyor.
Stathis Kouvelakis, Syriza’nın bu bağlamdaki gelişiminde, özellikle Jacobin dergisi için yazdığı yazılarla, önemli bir rol oynadı.
Kouvelakis’in stratejisinin en önemli referansı, 1970’lerde Avrokomünizm olarak adlandırılan komünizmin sol kanat versiyonunu dile getiren Nikos Poulantzas. Poulantzas, kapitalizm ile ilişkileri koparmayı başarmış demokratik bir sosyalizmi başarmayı amaçlıyordu.
Bu, Stathis ve Syriza’nın solunun amacı olabilir fakat Syriza liderliğinin amacı kesinlikle bu değil.
Yunanistan’ın şu anki Maliye Bakanı Yanis Varoufakis iki yıl önce şöyle demişti; “bizler, uygun niteliklere sahip delibozuk Marksistler olarak Avrupa kapitalizmini kendisinden kurtarmaya çalışmalıyız”. Bu sözler Syriza’nın seçimden bu yana izlediği stratejiyi tarif ediyor. Varoufakis, tasarruf programını, kapitalist bakış açısına göre yanlış bir politika olarak görüyor.
Fakat Avrupa kapitalizmi hiçbir şekilde kendisinden kurtarılmak istiyormuş gibi görünmüyor. Tam tersine, Avrupa bölgesinin önde gelen güçleri tasarruf programını zorla kabul ettirmek için bütün güçlerini kullanıyorlar.
Stathis ve ben bu kurumlarla konuşmaya çalışmanın yenilgi anlamına geldiği konusunda anlaşıyoruz. O zaman onun alternatif stratejisi nedir?
Poulantzas, parlamento içindeki mücadeleyi parlamento dışındaki mücadele ile özellikle işçilerin mücadelesiyle birleştirmek ve doğrudan demokrasi biçimlerini geliştirmek istemişti. Bu, devletin görece olarak birbiriyle bağdaşmayan kurumlardan oluştuğunu ve sınıf mücadelelerinin basıncını yansıttığını varsayıyor.
Yeterince güçlü mücadeleler silsilesi bu bağdaşmazlığı artırabilir ve devletin çeşitli birimlerini işçi sınıfının ve solun yanına çekebilir.
Fransa’da aşırı solun önde gelen isimlerinden Henri Weber, bu konuda Polantzas’a karşı çıkmıştı. Weber, devlet içinde çelişkilerin olduğunu ve öğretmenler ve devlet memurları gibi devletin çalıştırdığı işçileri örgütlememiz gerektiğini kabul ediyordu.
Kriz
Fakat bir kriz anında “devlet aparatının özü sağa doğru yönelecektir” ve ona karşı bir “güç testi” olacaktır. Bu, devrimci bir seçenek olan ikili iktidarın temelidir. Bu da, alternatif bir devlet biçiminin temeli olan güçlü kitle mücadelelerinin ve örgütlerinin geliştirilmesi anlamına gelir.
Weber daha sonra korkunç bir reformiste dönüştü ancak o zaman söyledikleri doğruydu. Bizi eğer bunu anlayamazsak gerçek bir mücadeleye girişmeden yenilme riski ile karşı karşıya kalacağımız konusunda uyarmıştı.
Brüksel anlaşması tam da bunu anımsatıyor. Yunanistan’da da, tıpkı Türkiye’de ve Latin Amerika’da olduğu gibi, baskıcı devlet aygıtının özüne “derin devlet” denir.
Bu gerçekten çok çirkin bir oluşumdur. Tarihi Nazi işgali ile işbirliği yapanlara, İç Savaş sırasında monarşinin ve daha sonra diktatörlüğün kirli işlerini yapanlara kadar uzanır. Bu oluşum bugüne kadar bu devletin içinde var olmaya devam etti.
Faşist Parti Altın Şafak’ın önemi kısmen bu derin devlet ile olan ilişkisine dayanıyor. Ve maalesef Altın Şafak seçimlerde hezimete uğratılamadı.
Stathis’in de o zaman söylediği gibi, Syriza’nın sağcı Bağımsız Yunanlılar ile koalisyon kurması hataydı. “Kurnaz” olunabileceği ve kurnazca manevralarla düşmanın bölünebileceğine inanma yönünde bir eğilim var. Varoufakis bu eğilimin cisimleşmiş halini temsil ediyor.
Fakat tarihi sağ ve “derin devlet” ile bağları olan bir beşinci kol ile hükümet kurmak hiç de kurnazca değildi.
Syriza’ya karşı mevzilenen bütün güçlere karşı partinin bel bağlayabileceği tek güç kitlelerin mobilizasyonu. Fakat sol hükümetler tarihsel olarak genellikle bağımsız kitle mobilizasyonunun mücadele gücünü kırma eğilimindedir çünkü kitlelerin mobilizasyonu böyle bir hükümetin manevra alanını daraltır.
Yunanistan’da 2012’nin başından bu yana kitle mücadelesinde bir düşüş yaşanıyor. İnsanların politik bir çözüme ihtiyaçları olduğunu söylemeleri bu düşüşü yansıtıyor. Sadece grev yapmak yetmiyor, dolayısıyla Syriza’yı iktidara getirmeli ve sonra ne olacağını görmeliyiz. Dolayısıyla Syriza’yı beklemek gibi bir durum vardı.
Grevler
Toplumsal olandan politik olana doğru yönelmeye ihtiyaç olduğu doğru. Fakat bunun nedeni 36 genel grevin hiçbir işe yaramaması değil. Bu kadar derin bir kriz durumunda sadece bir günlük genel grevler yeterli değildir.
Açık uçlu grevlerle birlikte daha yüksek seviyedeki mücadelelere geçmek gerekirdi. Eğer bu yapılsaydı çok daha farklı bir dinamik oluşturulabilirdi. Fakat işçi hareketinin liderliği bunun üzerine kafa yormaya istekli değildi. Ve devrimci güçler bunun üzerine kafa yormayı zorlayacak kadar güçlü değildi.
Öyle ya da böyle sonuçta seçim yolu izlendi. Ve bazen seçimler yeni kitle tabakalarını sol politikanın içine yeni bir biçimde taşıyabilir.
Syriza’nın zaferi Yunanistan’daki işçi sınıfının çok geniş kesimlerinin ve toplumun ezilen kesimlerinin politik olarak daha öz bilinçli hale gelmesini temsil ediyor. Bu zaferin bu kadar önemli olmasının nedeni kısmen bu. Bu, seçim politikasını göz ardı etmemek gerektiğine dair bir ders – ve “anti-politika” ile ilgili bütün saçmalıklara yanıt.
Şimdi radikal solun sorumluluğu işçilerin ve diğer ezilenlerin ve sömürülen grupların örgütlenme ve kendileri için harekete geçme yeteneğini teşvik etmek. Syriza’nın solundaki kişilerin bakan olması iyi bir şey. Fakat bunu İngiltere’de de görmüştük.
Tony Benn, 1974-79 arasındaki İşçi Partisi hükümetinde üst düzey bakan olarak görev yapmış ve daha sonra bu hükümetin tutuklusu olmuştu.
Geri adım atmanın alternatifi var. Stathis ve diğerleri bunu çok açık bir şekilde söyledi. Euro’dan ayrılmak, bankaları millileştirmek ve sermaye kontrolünü dayatmak. Ve bu önlemler Avrupa çapında güçlü bir tasarruf programı karşıtı hareket çağrıları ve işçi sınıfı tarafından desteklenmeli.
Bu da böyle bir alternatif için ve herhangi bir geri adıma karşı açık ve net bir politik mücadeleyi gerektirir.
Son birkaç yılda anti-kapitalist solun Syriza’ya mı katılması gerektiği yoksa Antarsya koalisyonu ile birlikte bağımsız mı mücadele etmesi gerektiği hakkında bir tartışma var. Antarsya’ya yönelik bir çok eleştiri var. Fakat Syriza içindeki Anti-kapitalistlerin karşı karşıya olduğu test şu; şu anda atılmakta olan geri adıma direnecekler mi?
Genel düzeyde Stathis’in bahsettiği Gramsci’ci stratejiye bir itirazım yok. Fakat inisiyatifi diğer tarafa bırakmak konusunda söylediklerine kesinlikle katılmıyorum. Diğer taraf gerçek sol hükümeti yok etmek üzere örgütlenecektir.
Geri adım
Şu anda Avrupa grubunun bunu yaptığını görüyoruz. Eğer sağ ve egemen sınıf Syriza’nın zayıf düştüğünü ve geri adım attığını fark etmeye başlarsa aynı şeyi Yunanistan’da da göreceğiz.
Şili’nin 1973’de yaşadığı trajedi buydu – solcu başkan Salvador Allende inisiyatifi diğer tarafa bırakmıştı.
Küba büyükelçiliği Allende’yi uyarmaya çalışmıştı. Örgütlenmek, silahlı kuvvetler içinde kendi tarafını güçlendirmek ve işçileri silahlandırmak zorundasınız.
Anayasal yanılsamayı korumayı umarak Allende bunları yapmayı reddetti. Diğer tarafı bölebileceğini ve “ilerici” – nihayetinde onun öldürecek askeri darbeye liderlik eden Augusto Pinochet gibi - unsurları kazanabileceğini düşündü.
Frederick Engels, köle sahiplerinin ayaklanmasından bahsetmişti. Fakat mesele bunun olmasına izin vermenin Abraham Lincoln’ün en muhteşem anı olması değildi. Köle sahipleri neredeyse başkent Washington’u ele geçirecekti. Tarihin kendini tekrar etmemesi için hiçbir neden yok.
Eğer Syriza başarısız olmuş gibi konuşursa hata yapmış oluruz. Bu sadece mücadelenin başlangıç aşaması. Diğer taraf birinci raundu kazanmışken radikal solun bütün güçleri durumu ileriye taşımak için bir araya gelmeli.
Saldırıyı sürdürmek demek Avrupa’daki yanılsamayı bırakmak anlamına geliyor. Bu konuda anlaşıyoruz. Fakat aynı zamanda geçtiğimiz son 150 yılda yaşanan devrimci mücadelelerin önemli derslerini kavramak anlamına geliyor.
Başarılı bir Gramsci’ci strateji bize devletin baskıcı özü ile boy ölçüşme gücü vermelidir.
Stathis’in Jacobin’deki makalelerinden birisi “Syriza’nın sihirli dengesi” başlığını taşıyordu. Fakat sihirli denge diye bir şey yoktur. Sadece sermayenin mantığı ve sınıf mücadelesinin mantığı vardır.
Şimdiki gibi çok önemli bir anda, solun görevinin bir kısmı da bunu açıkça söylemektir. Biz gerçekleri göstermek ve daha sonra da bütün çabamızı ve örgütlenmemizi bu gerçeklikleri değiştirmeye odaklamalıyız.
(Türkçe'ye Arife Köse çevirdi)
Tartışmanın bütününü izlemek için: