Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) tarafından hazırlanıp 2022’nin ilk çeyreğinde sunulması planlanan Altıncı Değerlendirme Raporu’nun bir bölümüne ait taslak, basına vaktinden önce sızdırıldı. Raporda iklim krizinin önümüzdeki on yıllarda yerküre yaşamını tümden değişime uğratacağı, yakıcı sıcakların ‘yeni normal’ olacağı, yakın gelecekte bulaşıcı hastalıkların daha da yaygınlaşacağı, ekosistemlerin çökmeye başladığı söylenip ısınmanın hızlandığı doğrulanıyor.
Tüm bunların azami 30 yıl içinde devreye gireceğini öngören taslak raporda artık ataletle geçirilecek vaktimizin kalmadığı söyleniyor: İklim krizini hızlandıracak tüm kritik eşikler ya geçildi ya da geçilmek üzere.
Geribildirim mekanizmaları ve kritik eşikler: Kim, neyi kastediyor?
Küresel ısınmanın geribildirim mekanizmaları olacağından eminiz, lakin hangi geribildirim döngüsünün ne zaman devreye gireceği, hangisinin kritik öneme sahip olacağı konusunda bir fikrimiz yoktu.
Bunlar, ani değişimler yaratan, ısınmayı hiç beklenmedik bir anda hızlandıran faktörler. Dolayısıyla onları ‘kaderimizin değişeceği yer’ olarak da özetleyebiliriz.
Bilim insanları uzun yıllardır bu geribildirim mekanizmalarını aydınlatmaya çalışıyor. Sekiz tanesini belirlemeyi başardılar: Ormanların tükenişi, permafrost çözülmesi, metan yataklarındaki değişim, temiz hava etkisi, bulutlardaki buz kristalleri, albedo etkisi, karasal yutakların (bitki örtüsü) daha az CO2 emmeye başlaması ve okyanusların yutak olarak çalışmaya son vermesi.
Hepsinin ortak noktası şu; geribildirim döngüleri bizatihi küresel ısınma yüzünden yaşanmaya başlıyor ve bir kez devreye girdiklerinde durdurulması imkânsız süreçleri başlatarak ısınmayı artırıp hızlandırıyorlar.
Ormanların yok olmaya yüz tutması şimdiden gerçekleşmeye başlayan geribildirim döngülerinden. Albedo etkisi, yani buzulların erimesi sonucunda güneş ışınlarını geri yansıtan beyaz rengin yerini kararmış tundralara bırakması da çoktan devreye girmiş olan geribildirim döngülerinden biri.
Permafrost olarak tabir edilen donmuş topraklar da erimeye başladı. Bu üçüncü döngüde CO2’nin yanı sıra bir de metan salınıyor ki ilkinden çok daha güçlü bir sera gazı olduğunu da hatırlatalım. Metan yataklarındaki değişim de metan salımına yol açan geribildirimlerden. Donmuş metan yatakları deniz suyu sıcaklığının küresel ısınma yüzünden artması nedeniyle erimeye başlıyor. Henüz büyük çaplı bir erime yaşanmadığı için çok şanslıyız. Yani şimdilik bir tehlike arz etmediği söylenebilir.
Bir diğeri, yani temiz hava etkisi olarak özetlenebilecek olan döngü ise havanın kirletici parçacıklardan temizlenmesiyle devreye giriyor. Kirli hava güneş ışınlarının bir kısmını bloke ederken temiz hava hepsini yerküreye düşürür, beklenebileceği üzere ısınma artar. Bu, diğerlerinden farklı olarak, onlardan kaynaklanan etkinin hızlanmasına yol açan bir döngü.
Buz kristalleri fenomeni ise ısınma yüzünden bulutlardaki kristallerin azalmasıyla tetikleniyor. Araştırmalar azaldıklarını doğruladı; küresel bulut örtüsünde bir değişim başladı. Bundan doğacak zincirleme etkiler iklim krizini çok kısa sürede bambaşka bir seviyeye taşıyabilir. Özetle en tehlikeli geribildirimlerden biri budur.
Geriye karasal yutaklar ve okyanuslar meselesi kalıyor ki onları da kısaca şöyle özetleyebiliriz. Bitki örtüsü ve okyanuslar, atmosfere saldığımız CO2’nin önemli bir bölümünü absorbe eder. Ancak ikisinin de birer yutak olarak bazı sınırları var. Şu an için bitki örtüsü kaynaklı bir sorun yok. Ancak okyanuslar ısındı, kimyaları değişti ve sonuç olarak daha az karbon emmeye başladılar.
Kimi zaman ‘taşma noktaları’ olarak da karşımıza çıkan kritik eşikler ise bu geribildirim döngülerinin harekete geçmesiyle yaşanıyor. Döngülerin her biri hem kendi sürecini hem de ısınmayı hızlandırdığı için bir noktadan sonra içinden çıkılamaz yere sürükleniyoruz ve işte bu da ısınmanın şaşırtıcı bir hıza ulaşması anlamına geliyor.
Taşma noktası, kademeli bir değişimin aniden bir dönüşüm yaratması olarak da tanımlanabilir. Örneğin suyun ısınması zaman alır ama belirli bir taşma noktasına ulaştığında ansızın kaynamaya başlar.
İklim bilimciler bu IPCC taslağında ‘taşma noktaları’ derken, ısınmaya etki eden belirli sistemlerde yaşanacak taşmaları kastediyor. Diğer bir deyişle; geribildirim döngülerindeki kritik eşikleri değil, buzulların erimesi gibi etki mekanizmalarındaki kritik eşikleri ele alıyorlar.
Hangi kritikler eşikler geçildi?
IPCC’nin taşma noktalarından bahsetmeye başlaması, durumun vahametini ortaya seriyor. Bu yeni bir gelişme. Öncesinde 9 taşma noktası olduğu biliniyordu ama raporda 12 potansiyel taşma noktasının tanımlandığı dile getiriliyor.
Bilinen dokuz tanesi şunlar; Grönland buz tabakasındaki çözülme, permafrost erimesi, kutup altı ormanlarındaki tükeniş, Amazonlarda yaşanan yok oluş krizi, Batı Antarktik buz örtüsündeki buz kaybının hızlanması, Atlantik akıntısında 1950’lerden bu yana devam etmekte olan yavaşlama trendi, mercan resiflerinin yitirilmesi ve Doğu Antarktika’daki Wilkes havzasında buz kaybının artması. IPCC raporunda ele alınanların hangileri olduğunu ise ancak Şubat 2022’de yayımlandığında öğrenebileceğiz.
Bunlar da birbiriyle bağlantılı sistemler. Biri başladığında diğerleri de tetikleniyor. Örneğin, Kuzey Kutup bölgesindeki deniz buzunun erimesi, okyanus suyunun daha fazla güneş ışını emip ısınmasına ve küresel ısınmayı hızlandırmasına yol açar. Bunun sonucunda Grönland buzu erir, permafrost çözülür. Grönland buz tabakası erirse deniz seviyesi küresel ölçekte yedi metre yükselir, deniz suyu daha da ısınır ve kaçınılmaz olarak erime hızlanır, hızlandıkça deniz seviyesi yüksekliği ve beraberinde ısınma daha da artar.
Diğer bir örnek de Atlantik akıntısındaki değişim. Atlantik Meridyen Devrilme Sirkülasyonu (AMOC) olarak bilinen bu akım sistemi ılık ekvator sularını Kuzey Buz Denizi’ne, güney kutbundaki soğuk suları ise ekvatora taşıyan küresel bir sistem. AMOC artık farklı çalışıyor. Ve çökerse küresel hava modellerini tümden değiştirecek. Mesela Avrupa’yı, bazı ülkelerde ekili tarımın sonu anlamına gelebilecek kadar soğutup, tropik bölgelerin muson mevsimlerinin şaşmasına sebep olabilir.
Atmosfere salınan her bir ton CO2, Kuzey Kutbu’ndaki deniz buzu örtüsünü üç metrekare küçültür. Kritik eşikler de işte ısınmanın artması sonucunda bu sistemde yaşanacak çarpıcı değişimde devreye giriyor. Isınma artınca buzullar daha hızlı erir, öncesinde geçerli olan ve sistemler arası etkileşimin hesaplanmasında kullanılan bu küçülme verisi geçersiz kalır.
Böylesi bir fazladan ısınma her şeyi değiştirir. Öyle ki tıpkı Jenga oyununda alttan kritik öneme sahip bir denge taşını çekip almak gibidir etkisi. Küresel sıcaklıktaki kademeli artış, alttan alınan bir taşın, kule devrilmeden üste eklenmesi gibi etki ederken böylesi ani yükselişler kulenin devrilmesiyle sonuçlanır. Fakat yerküre sisteminde bu kule o anda değil, yavaş yavaş yıkılıyor. Yine de çöküş bir kez başladığında onu durdurmak imkânsızdır.
Pandemiden sonraki musibet; Yakıcı sıcaklar
IPCC taslağı, ufukta benzeri görülmemiş derecede yakıcı, öldürücü sıcak dalgaları var, diyor. Bu, milyonlarca insanı tehdit edecek yeni bir musibet.
Giderek artacak olan şiddetli sıcak hava dalgaları ve beraberinde yaşanacağı söylenen yangınlar, seller, kuraklıklar…
"1,5 santigrat derecelik bir ısınmada bile koşullar, birçok organizmanın uyum sağlama yeteneğinin ötesinde değişecek."
“En kötüsü henüz gelmedi,” diyen rapor, ısınmayı 1,5C’de sabitlememiz gerekirken 3C’lik ısınma yoluna girdiğimizi dile getiriyor. Ve bu da yaşanması beklenen su stresinin katlanarak artacağı, kuraklığın bazı bölgeleri çok şiddetli vuracağı, yakıcı sıcaklar milyonları tehdit ederken suya ve gıdaya erişimde muazzam bir kriz yaşanacağı anlamına gelir. Rapora göre, 2C’lik ısınmada 410 milyon insan su kıtlığı yaşamaya başlayacak, gıda krizi ise 80 milyon insan için açlık riski oluşturacak.
Yakıcı sıcakları şimdiden yaşamaya başladık zaten. ABD’de Kaliforniya eyaletinin öldürücü sıcak dalgalarıyla sarsıldığı haberlerine sıkça denk geldiğimiz bu günlerde yakıcı sıcaklar yüzünden yaşanacak kuraklığın neye benzeyeceğini de anlamaya başladık. Kaliforniya’da yaşanan kuraklığın boyutları endişe verici. Dahası maalesef orman yangınları da durdurulamıyor.
Yakıcı sıcaklar ‘ısı stresi’ denen duruma neden olur. Sıcaklık artınca vücut ısısını dengede tutmak için terleriz ama nem oranı çok yüksek olursa terimiz yavaş buharlaşır. Bu durum, sıcak çarpması diye bilinen şeyin yaşanmasına sebep oluyor. Yakıcı sıcaklardaysa beyinden kalbe, karaciğerden böbreklere birçok organımız olumsuz etkileniyor. Geçtiğimiz yıl gerçekleştirilen araştırmalardan birinde, Hawaii Üniversitesi bilim insanları, sıcak hava dalgalarının 27 farklı şekilde öldürebileceğini göstermişti; “Sıcak hava dalgaları kaynaklı ölümler, dehşet filmlerindeki sahnelere benzeyecek.”
Bu arada, raporda ayrıca kıyı bölgelerindeki yerleşimlerin de yakın gelecekte, yükselen deniz seviyesi ve çok şiddetli fırtınalar nedeniyle yıkıma sürüklenebileceği üzerinde durulmuş. Bilimsel tahminler, haritaları değiştirecek kadar etkili olabilen böylesi bir tehdidin yüz milyonlarca kişinin yaşamını derinden etkileyeceğini gösteriyor.
Ya devrim ya yok oluş
Taslak rapor, iklim krizinin toplumsal eşitsizliği de derinleştirdiğini, önümüzdeki on yılda (var olanlara eklenecek şekilde) 130 milyon kişinin aşırı yoksullaşacağını öngörmüş.
İklim felaketleri en çok yoksulları, dezavantajlı grupları vuruyor. Bir krizden diğerine, her adımda daha da içinden çıkılmaz hale gelen bu krizlerle devam ederek geleceğimizi ateşe veren kapitalizm, böylesi bir tablo karşısında bile (çözüm sunabilmek şöyle dursun) krizlerin ölçeğini ve vahametini artıracak şekilde yıkarak büyümeye devam ediyor.
Yaklaşık 30 yıldır aynı ezberleri dinliyoruz iklim zirvelerinde. Hiçbiri hayata geçirilmedi, emisyonlar azalacağına arttı, son 5 yılda 1,9 triyon dolarlık fosil yakıt yatırımı yapıldı. Düpedüz aldatılıyor, oyalanıyoruz. Geleceğimiz, gözlerimizin önünde çalınıyor.
Geçtiğimiz günlerde yayımlanan “Büyük Aldatmaca” başlıklı bir rapor Shell, BP, Total gibi fosil yakıt devlerinin yanı sıra Microsoft, Amazon, Apple, Wallmart, HSBC, Cargill ve Nestle gibi çokuluslu kirleticilerin de yer aldığı bir listenin iklim sahtekarlıklarını açığa serdi. Örneğin, Walmart bir iklim planı sunuyor ama aslında şirketin karbon ayak izinin yüzde 95’ini oluşturan değer zinciri emisyonlarını bu plana dahil etmiyor. Bir fosil yakıt devi olan Total ise yeşil yatırımlarıyla övünürken aslında 2015-2025 aralığında petrol ve gaz üretiminde yüzde 50’lik artışa ulaşmanın planlarını yapıyor.
Karar vericiler de bu şirketleri destekleyen politikaları yürürlüğe kokuyorlar. Yenilenebilir enerji politikalarının kapsamlı raporlarını sunan REN21’in son raporu adeta her şeyin ispatı niteliğinde. Son 10 yılda fosil yakıtların toplam küresel enerji tüketimindeki payının hiç değişmeden yüzde 80 seviyesinde kaldığını gösteriyor bu rapor.
Böylesi bir krizden bu sahtekâr şirketler ve onlarla el ele yürümeyi seçen liderler ile çıkma şansımız yok. Hepimizi öldürmeye ant içmiş gibiler. Geleceğimizi yakarken ceplerini doldurmaya devam ediyor, kendi torunlarının da geleceğini çalıyor olmaktan zerre kadar rahatsızlık duymuyorlar.
Önümüzde fazla seçenek kalmadı açıkçası. Buradan sonra her şey daha net çünkü şu ikisi arasında yapacağız seçimi: Ya devrim ya yok oluş.
Tuna Emren