Bir zamanlar Bozüyük civarında bir silah dükkanını soyanlar, arabalarının üzerine örttükleri Türk bayrağıyla Eskişehir’e kadar engellenmeden gidebilmişlerdi.
Milliyetçi, dindar ya da kemalist yani zorla ya da güzellikle toplumda kabul edilmiş / ettirilmiş en meşru değerlerin arkasına sürekli saklanan birileri var. Kentsel dönmüşümle birilerini yerinden ederek inşaat dikmeye çalışanlardan, katillere, hırsızlara, tecavüzcülere kadar herkes bu “meşru” sembollerin arkasına saklanıyor.
Bolşevik devriminden sonra Rusya’da ve diğer Sovyet ülkelerinde de bol miktarda birileri muhtemelen benzer biçimde “sosyalizm”in arkasına saklanıyorlardı ki, Sovyetler çöktükten sonra ortaya çıkan “yeni sınıflar” bu eski “yoldaşlardan” oluştu. Yani “yüce sosyalizm” adına epey network kurmuşlar ve epey bir malı ceplerine indirmişlerdi.
Hatırlarsanız, Mardin’de onulmaz bir utanç vesilesi olarak yaşanan N.Ç. olayı vardı. 13 yaşındaki küçücük kıza tecavüz eden / edebilen adamlar arasında bulunan biri, “Ramazan’da Müslümanca işler yapılır ve görüntü kurtarılır” ilkesinden hareketle, kıza “Ramazan’da gel de karnını doyurayım” demiş / diyebilmiş...
Aslına bakılırsa, bugünlerde Özgecan cinayetiyle –sıradan biçimde- yaşanan kutuplaşmayı aşabilme şansımız vardı ama anlaşılan gene tren kaçacak. Memleketimizin seküler muhalefeti bu vesileyle AK parti ve muhafazakar ideolojiyi hedef haline getirirken, “AK parti ne yaparsa doğru yapar”cı aparatçikler de bu vesileyle karşı taraftaki düşman inşasına yeni tuğlaları dizmek için fırsat yakalamış oldu.
Meselenin sadece din, iman meselesi olmadığını farketsek treni yakalayabilmemiz belki de mümkün olacak... Mesele toplumda egemen olan dillerin, değerler sisteminin –o değerlere derinden ve samimi olarak bağlanan insanlardan bağımsız olarak- inanılmaz bir iktidar dili inşa etmesinde yatıyor. Yani o değerleri kullanmak için o değerlere inanmak gerekmiyor.
Ancak devletin tepesinde, hiyerarşinin üst dairelerinde söz konusu değerlere sahip olduklarını iddia eden insanlar o değerleri silah haline getiriyorlarsa ve başka değerlere saygı göstermiyorlarsa, kendilerininkinden başka değerleri her fırsatta aşağılıyorlarsa, bir müddet sonra o değerleri kullanıp tecavüz edenler ya da cinayet işleyenlerle aradaki mesafe görünmez olur.
Eğer hiyerarşinin tepesindekiler toplumsal tabanda bir yerlerde, kendi değerlerini “kullananlar”la –her şartta- özdeşleşiyorlarsa, o kullanım da her durumda “meşru” hale gelir.
Mesela adam her türlü pisliği yaptıktan sonra, suçlanınca “Ne var ulan! Biz PKK’lı mıyız, terörist miyiz?” diye kendinin ne kadar masum olduğunu ispat ediverir.
Adam her türlü hırsızlığa gözlerini kapar; “Müslümanız değil mi? Hoca Cuma günü hutbede ne diyor? ‘Akrabanı kolla’ diyor” der..
Adam her türlü pisliği yapar, mahkemeye takım elbise-kravatla çıkar... Tecavüz eder; dövmeli bedenini sakal, cüppe ve sarığın arkasına saklar ve iyi halden indirim alır. Yani olması gerekene, görüntüye uyumlu davranmıştır.
Totaliter durumda mühim olan görüntüye uymaktır. Müslümanmış, gibi sosyalistmiş gibi, dindarmış gibi, erkekmiş, efendiymiş gibi görünmek...
Türkiye’de alçaklığın en rahat saklanabildiği alanlardır erkeklik, dindarlık, milliyetçilik gibi ideolojiler. Tabii ki onların en sıradan, en rahat görülen işaretleri.. Namaz kılarsınız, herkes sizi görür, “abdestinde namazında iyi insan” sıfatını kazanırsınız. Yeni küresel ve sanal elektronik alemde Cuma günleri “bakara-makara” ayet attırırsınız; onbinlerce takipçiniz nezdinde Müslümanlığı kurtarırsınız. Dost meclislerinde, kahve köşelerinde, bir – iki tane “vatan millet sakarya / vatan için kanımızı canımızı veririz” repliği attırırsınız... Evdeki “karı” hakkında ileri geri konuşursanız; erkek takımı içinde havanız olur...
Çünkü “makbul” olmak budur ve de esas mesele budur...
Ferhat Kentel
(BasNews)