Ortaçağın küçük köylerinde yaşam çok içe kapalı, çok boğucudur. Herkes köyünde doğup büyür, hayatında başka bir yeri hiç görmeden köyünde ölür. Herkes herkesin ne yaptığını, ne düşündüğünü bilir, herkesin hayatını herkesin gözleri önünde yaşar. Bu köylere bir yabancı geldiğinde müthiş merak ve kuşku konusu olur, kötü bir amaçla geldiği kaygısı uyanır.
AK Partili politikacı ve gazeteciler böylesi bir köyde doğup büyümüş sanırım. Epey bir kısmı hâlâ orada yaşıyor, Türkiye'yi de öyle bir köy sanıyor.
Onlar için "yabancı" ve "uluslararası" kelimeleri tehlike ve tehdit dolu kelimeler.
Osman Kavala'nın gözaltına alınması üzerine Yeni Şafak gazetesinde çıkan yazılara bakınca, müthiş bir korku seziliyor. Çeşitli kilit kelimeler kullanılarak yazılan saçmalıklar ve "suç" kanıtlamak için kullanılan zırvalıklar ("Kavala’nın fonladığı onlarca dernek ve vakfın, PKK, DEAŞ, FETÖ, DHKP-C ile doğrudan temasları oldu") bir yana bırakılırsa, gazetenin aslında "yabancı" ve "uluslararası" ilişkileri olan bir adamdan çok rahatsız olduğu anlaşılıyor.
Örneğin, "Son 30 yıldır her taşın altından çıkan bir isim" diye çığlık atıyor Yeni Şafak. Eyvah! Panik! Üstelik, bunlar uluslararası taşlar, yabancıların da dahil olduğu taşlar. Örneğin, "Türkiye’de faaliyet yürüten TESEV, Açık Toplum ve PODEM gibi üst çatı organizasyonlarını kullanarak oluşturulan faaliyet ağı, Berghof Foundation, Chrest Foundation, Horizon 2020, Raoul Wollenberg Institute of Human Rights ve Hollanda Kraliyet ailesi gibi bir çok dış yapı tarafından tarafından destekleniyor". Aman Allah'ım! Hepsinin adı yabancı! Aralarında krallar filan bile var!
Bu yabancılar içeride kimlerle iş yapıyor peki?
Köyümüzün gerçek sakinleriyle değil tabii. Hakiki Türklerle değil. İsmi bile ihanet ve hıyanet kokanlarla iş yapıyor bu yabancılar: "Kavala öncülüğünde oluşan yapı, Ermeni ve Kürt meseleleri başta olmak üzere, Alevi ve Roman dernekleri ile LGBT destekçiliğine uzanan geniş bir yelpazede faaliyet yürütüyor". Kimmiş? Ermeni, Kürt, Alevi, Roman, LGBT.
Başka kim?
Bir de "azınlıklar". Gazetenin haberine göre, "Kavala Türkiye’de yürüttüğü tüm faaliyetlerde azınlık hakları savunuculuğu perdesi altında azınlık kışkırtıcılığı yaptı". Nasıl yaptı? "Kavala Rahip Santoro cinayeti davasına bilfiil katılarak Türkiye aleyhinde yürütülen kampanyaya destek verdi. Kavala Türkiye karşıtı tahriklerini Hrant Dink cinayeti sonrasında da sürdürdü". Bir rahiple bir Ermeni'yi öldürmüşüz, sorun değil, bizde olur böyle şeyler. Sanki bunlar suçmuş gibi davalara katılmak, kampanya yapmak azınlık kışkırtıcılığı değildir de nedir?
Yeni Şafak gazetesinin yukarıda alıntıladığım yazıları 27 Ekim tarihli. Yani Büyükada'da tutuklananların mahkeme tarafından serbest bırakılmasının ertesi günü.
Kavala'ya yöneltilen suçlamalarla Büyükada olayı arasındaki benzerliklerin gazete de farkında. Kavala gözaltına alındığında, 22 Ekim'de şöyle yazmışlar: "Kavala’nın Gaziantep’te Alman Goethe Enstitüsü ile birlikte planlanan bir projenin toplantısından döndüğü sırada gözaltına alındığı öğrenildi. Kavala, 18 Ekim’de Gaziantep’te yabancı sivil toplum kuruluşları ile toplantı yaptı... Bu toplantı akıllara Büyükada’da yapılan toplantının bir benzerini getirdi".
Gazete bunun farkında, ama hiç umurunda değil. Onlara "casus", "yabancı ajanı", "darbeci" demiştik; mahkeme ilk celsede hepsini tahliye etti, ama ne önemi var, aynı saçmalıkları Kavala hakkında da yazabiliriz. Sonra özür diler miyiz? Yoo. Henüz yargılanmamış kişiler hakkında ileri geri laflar yazdığımız için bizden hesap soran olur mu? Yoo.
"Kavala öncülüğünde oluşan yapının" örgütlerinden en az birinin en az bir etkinliğine ben de katıldım. Raoul Wallenberg Institute of Human Rights, İsveç merkezli bir insan hakları kuruluşu. Birkaç yıl önce Selçuk Üniversitesi ile birlikte Konya'da "Savaş ve İnsan Hakları" konulu bir konferans düzenlediler; ben de katıldım. Üstelik konuşmacı olarak. Konferansta epey bir kısmı ilahiyatçı, müftü filan olan yüz küsur kişi vardı.
Suçlu olduğumu itiraf ediyor, Konya Selçuk Üniversitesi hakkında da suç duyurusunda bulunmak istiyorum.
Roni Margulies