Bir önceki yazıda belirtmiştim: AKP, 15 Temmuz darbe girişiminin ardından OHAL ile birlikte girdiği yolda, hem toplumun geniş kesimlerinin canını yakan uygulamaları, hem girdiği ittifaklar hem de dış politikadan ekonomiye bir dizi alandaki güçlük sebebiyle zor bir pozisyona düşmüştür. AKP’yi son iki yılda köşeye sıkıştıran bir dizi gelişmenin sonuncusu ise Kemal Kılıçdaroğlu’nun düzenlediği ve CHP’nin kitlesinin ötesinde bir etki yaratabilen Adalet Yürüyüşü ve mitingi olmuştur.
Çanakkale’de düzenlenen Adalet Kurultayı ise hedeflediği gibi yürüyüş ve mitingin devamı olma özelliğinden uzak bir görüntü vermiştir. Mesele içki değil, siyasal içerik sorunudur.
CHP’yi ve onun içindeki dengeleri etkileyen çok sayıda dinamik bulunmaktadır. Kılıçdaroğlu’nun birlikte Gelibolu Yarımadası’nı turladığı Mustafa Balbay’ın Cumhuriyet gazetesine yönelik operasyondaki yeri bellidir. Hayatının en mutlu günlerini yaşayan Doğu Perinçek’in Ulusal Kanal’ı, tıpkı AKP gibi, “Mustafa Kemal’in askerleriyiz diye bağıranlar kürsü tarafından susturuldu” diye mitingden yayın yapmaktadır. OdaTV tarih öncesinden seslenerek Atatürk’ün ruhunu Çanakkale’de dolaştırmaktadır. Solda dahi yankı bulan “Akşenercilik” umudu, elbette ki CHP’yi de etkilemektedir. Tüm bunlar, AKP’nin MHP ile kurduğu yerli ve millici koalisyonun rüzgarına eklenmektedir.
Belli ki, Adalet Kurultayı’nda yürüyüş ve mitingden farklı bir ton tutturulması bir tercihin sonucudur. Kılıçdaroğlu’nun “Sen vatansever değilsin” açılışından tutun da, sonuç bildirgesindeki “tarihimizde tek adam olmadığı” iddiasına kadar, dört gün boyunca olup bitenlerin tamamı bilinçli olarak tasarlanmıştır. “Göçmenler için adalet” çalıştayı gibi kimi olumlu ufak adımların yanında, “mağdurlar” kısmında faşistler geniş yer bulmuş, Hikmet Sami Türk adalet hakkında konuşmaya çağırılmış, koskoca Kürt sorunu neredeyse bütünüyle yok sayılmıştır.
Özetle, mesele OdaTV’nin sandığı gibi “CHP’nin Atatürk’ten vazgeçmeyen tabanı” değildir. Adalet Yürüyüşü ve mitinginin ruhu, CHP yönetimi tarafından, çeşitli dengeler ve stratejiler gözetilerek törpülenmiştir.
Bunlar, kitleselleşmeyi sağlayacak “rasyonel” müdahaleler değil, Haziran-Temmuz aylarında ortaya çıkan muazzam bir adalet hareketi potansiyelini çok erken bir dönemde öldürecek geri adımlardır. Adalet Kurultayı, Maltepe mitingindeki manifestonun üzerine hiçbir şey konamadığı gibi, adalet açısından çıtanın onun altına çekildiğini göstermiştir.
Ergenekon ruhunun, Kemalist milliyetçiliğin, eski rejim savunuculuğunun CHP’yi ne seviyede tuttuğu ortadadır. “Cumhuriyet mitingleri” muhalefeti AKP’ye tarihinin en büyük sıçramasını yaşatmıştır. İster Baykal ile ister Kılıçdaroğlu ile olsun, Atatürkçülüğün başat ideolojik hat olduğu dönemde bu partinin oyu %25’ten aşağıya veya yukarıya oynamamıştır.
Adalet Yürüyüşü’nün sonunda iki milyon kişilik bir miting yapılabilmesini sağlayan ise tam da bundan sıyrılınması olmuştu. Yürüyüşte laiklik, eski rejim özlemi, kurucu önderin kutsanmasına yönelik vurgular yok denecek kadar az düzeydeydi. Bu sayede 28 Şubat mağdurları, 15 Temmuz’a direnenler, Roboskililer, Cumartesi Anneleri, sendikalı işçiler, kadınlar, HDP’li vekiller, gençler, OHAL/KHK mağdurları, sosyalistler vb çok geniş bir toplam bu adalet arayışına destek verebiliyordu.
Çanakkale’deki manzara ise, devlet içinde beka kaygısı taşıyanlara, devletin bekasının AKP’nin Suriye politikası dışındaki bir stratejiyle korunabileceği yönünde seslenmek dışında halk nezdinde bütünüyle olumsuzdur. Maltepe’deki kalabalığın lehine dönmüş siyasi atmosferi, referandumda “Hayır” diyenlerin kapsayıcı bir siyasetle “Evet” diyen tabandan emekçileri kazanarak AKP’yi azınlık konumuna düşürme ihtimalini baltalamaktadır.
Özgürlükçü bir muhalefetin görevi ise bu kaygıyla “CHP’yi sola çekme” gayreti olamaz. Bu, CHP’nin içinde yer alanların ilgileneceği bir uğraş olabilir.
Biz, Adalet Yürüyüşü’nde haklı taleplerle yer alan geniş kitlelerle, 15 Temmuz’daki askeri darbe girişimini püskürten kesimler arasında bağlar kurabilecek, toplumun kutuplaştıran laik-dindar eksenine karşı sınıfsal temellerde ortaklaşılabilecek mücadeleleri inşa etmekle ilgilenmeliyiz.
Kadın cinayetlerine duyulan yaygın öfke, KHK’ların mağdur ettiği milyonlarca kişi, ırkçı politikaların hedefleri olan Kürtler, varoluşları ve örgütlenmeleri hedef hâline getirilen LGBTİ+ bireyler, işsizlik sorunu büyüyen gençler, kirli enerji politikaları yüzünden hayatları tehdit altında olanlar, grevleri yasaklanan işçiler; bütün bu mücadelelerin içinde yer alanları bir araya getiren kampanyalar ve buradan doğacak yeni bir hareket, AKP’nin yaşadığı sıkışmışlıktan kalıcı kazanımlarla çıkmamıza vesile olabilir.
Ozan Tekin