Halep’te yaşanan insanlık dramı ve İstanbul Dolmabahçe katliamı her şeyi gözlerimize soktu.
İnsanlığın bin yıllara ait, ortak değerleri altüst oluyor. Birçoğunun yerinde çoktan yeller esmeye başladı. Her savaş, her çatışma insanlıktan bir şeyleri götürüyor. Kuralsızlık, güce dayalı kural oluşturma güçleniyor. Yeni anaforlar, yeni çatışma ve savaş alanları oluşuyor.
İnsanlık tarihi, savaşlar ve güçlünün güçsüzü alt etme tarihi. Savaşla tarih yazmaya çalışanlar, eninde sonunda barış yapmayı öğrenirler. Çünkü cephede kazanılan zaferin kaderini, içeriğini, kapsamını ve geleceğini anlaşmalar belirler. Savaşlarda kuralsızlığa yol açanlar ve insani değerleri yok edenler hep “güçlü” olanlar olmuştur.
Temiz savaş yoktur
2. Dünya Savaşı sonrası kurulan BM gibi kurumlar ve uluslararası sözleşmeler/anlaşmalarla insanlığın ortak değerleri belirleme ve yerleştirme çaba ve çalışmaları, bizzat bu çaba ve çalışma içinde olanlar tarafından, farklı zamanlarda ve olaylarda etkisiz kılındı. Temiz savaş yoktur, sözü bunun ifadesidir. Örneğin 2. Dünya Savaşı’ndan bu yana savaşan bütün taraflar, evrensel kabullerden biri olan sivillerin, hastanelerin savaşta zarar görmemesi kuralını sözde kabul ederler. Ancak yeryüzünde bu kuralların ihlal edilmediği bir savaş, çatışma ve ihlal etmeyen bir devlet veya örgüt yoktur. Her türden ihlali araştırmak ve açığa çıkarmak için oluşturulmuş kurullar, mekanizmalar ve belirlenmiş kurallar ender işletiliyor. BM ve AİHM gibi birçoğu uzun yılların yıpranmışlığıyla işlevsizleşti. Belirlenmiş ortak değerler ve kurallarla yerin güç ve çıkar ilişkilerinin tercih etmesi iflasın eşiğine getirdi.
AK Parti’nin Dolmabahçe katliamına, AB ülkelerinin verdikleri tepkiyi yetersiz bulması, yakınması ve hatta bazı AB ülkelerinin terörü desteklediğinden şikâyet etmesi tam böylesine bir durum. Keza hükümetin Halep savaşı konusunda batıyı tutarsızlıkla suçlaması anlatmaya çalıştığım ilkesizliğin, ortak değerlerden uzaklaşmanın sonucudur. Türkiye’nin yalnızlığı, kendi kuralsızlığının, ilkesizliğinin, ortak insani değerler yerine inançsal değerleri geçirmesinin ve siyasal hesap pragmatizminin ürünü olsa gerek.
Bölgesel, küresel güç ve çıkar çatışmasıyla babasından sonra büyük umutlarla iktidara taşınan “yenilikçi” Beşir Esad, kısa sürede bir caniye dönüştü. Esad’ın Rusya ve İran’ın patronajı altında tarihi, sosyal, kültürel dokusunu yok ettiği Halep için insanların harekete geçmemesi, insanlığın iflasın eşiğine dayandığını gösteriyor. Ya da yeni değerler etrafında yaratılmaya çalışılan “insanlığın çirkin yüzü’’ budur.
Türkiye’nin çağrılarının dünyada hatta AK Parti’nin seçmeninde dahi gerektiği kadar yankı yaratmaması bunun sonucu olsa gerek. Bu hafta içinde yapılan oldukça cılız eylemler insani ortak değerlerden uzaklaşmanın ve ilkesizliğin yarattığı çürümenin boyutlarına dair işarettir. Bu bakımdan AK Parti’nin, Rusya ve İran ile geçici ateşkes sağlamak amaçlı kurmak zorunda kaldığı ilişkiler ve izlediği siyaset fazlasıyla öğretici olsa gerek.
Mazlumun muktedire benzemesi
Bugün Halep’te yaşananların benzeri çok değil bir yıl kadar önce Cizre, Sur, Yüksekova, Lice gibi birçok yerde yaşandı. Kamu otoritesini sağlamak veya tesis etmek gerekçesiyle kuralsız, hukuksuz ve orantısız güç kullanmaya sessiz kalanların, Halep konusundaki duyarlıklarına ilgisiz kalmak mazlumu muktedirlere benzetiyor. Başka bir ifadeyle Halep vahşetine ses çıkarmamak Sur, Cizre, Yüksekova konusunda gösterilen duyarlığın kıymetinden azaltıyor, sözün anlamını zayıflatıyor. Benzer bir biçimde Sur, Cizre, Yüksekova’da olanları sessizce izleyenlerin, destekleyenlerin veya görmemezlikten gelenlerin bugün Halep konusundaki haklı duyarlılıklarını zayıflatıyor.
Hendek savaşı sonrasında yaşanan insan hakları ihlalleri konusunda yapılan uyarılara kulak tıkayanların bugün hak hukuktan söz etmesi hiçte şaşırtıcı değildi. Aksine ilkesiz ve faydacı siyasetin kendisidir. Bir yıl önceki gibi yeni Sur, Cizre, Yüksekova olmasının önüne geçmenin yolu bugün öfkemize yenik düşmemekten, aklımızı öfkemizin önünde tutmaktan, Halep konusunda yüksek duyarlık göstermekten, Esad’ın ve ortakların vahşetine sessiz kalmamaktan geçiyor. Sur’un harabeye dönüştürülmesiyle, Halep’in harabeye dönüştürülmesinin hiçbir farkı yoktur, olamaz. Fark gözeten veya bunu iddia eden insanlığından vazgeçiyor demektir.
Halep konusundaki ilkesizlik ve pragmatizm TAK tarafından gerçekleştirildiği açıklanan 10 Aralık Dolmabahçe Katliamı konusunda da kendini gösterdi. Ama fakat sözcükleri kullanmadan, katliama tutum alma yerine yaşanmışlar, ilkesizliğin mazereti yapılıyor. İnsani değerlerin en başında ve en kutsalı, yaşam hakkıdır. Bunu herhangi bir nedenle ve gerekçeyle tali kılmaya çalışmak acizliği ürünüdür. İzlenen güvenlikçi politikaların toplumsal desteğini fazlasıyla büyüten bir aymazlıktır.
Yaşam hakkı, gasp edilen ve edilmek istenen haklar için direnme hakkını da içeren bir haktır. Ancak bu direnme hakkının kullanımı, başkalarının yaşama hakkını tehlikeye atan veya ortadan kaldıran bir yöntem ve biçimde olamaz. Hak savunuculuğun sınırını da yaşam hakkı belirler.
2004 yılında kuruluş bildirgesinde hiçbir kurala bağlı olmayacağını ve intikam eylemleri yapacağını duyuran PKK’nin paramiliter gücü TAK’ın, hiçbir siyasal meşruiyeti yoktur. Hiçbir gerekçe varlığını anlamlı kılamaz.
Keza 44 insanın katledilmesi vahşetinin yarattığı haklı toplumsal öfkeyi, kine, nefrete dönüştürerek öç/intikam alma seansları ile milli seferberlik ilan etmenin toplumsal altyapısını oluşturma çabası, bu ülkeye ve ülke insanına yapılabilecek en büyük kötülüktür. Bir yönüyle de acizliğin ve siyasetsizliğin ürünüdür.
Hükümetin bu acizliği, silahlı olanın belini kırmak için demokratik siyasete yüklenme biçiminde sürüyor. Silahlı güçleri, silahlarını bırakılmaya zorlamak için seçilmişleri “rehin alma” gibi, görülmemiş ve meşru zemini olmayan bir siyaset icat edildi. Siyasal linç politikasıyla, demokratik siyaseti dizayn etme yaklaşımı toplumun fay hatlarını derinleştirip çoğaltmakta.
Hakan Tahmaz
(IMP News, 16.12.2016)