Petrol fiyatlarında yaşanan beklenmedik düşüş, başta coşkulu bir sevinçle karşılandı. Dünyanın birçok ülkesinde insanlar düşen fiyatlar nedeniyle yakıt giderlerinin azalacağını, arabaların depolarını daha az paraya dolduracaklarını ve kışın daha düşük maliyetlere ısınacaklarını sandılar. Oysa bunun böyle olmayacağı, hızlı bir şekilde ortaya çıkıyor.
Dünyanın en önemli petrol üreticilerinden biri olan Venezuela'da, petrol fiyatlarının düşmeye başlamasıyla birlikte her şey tepetaklak olmaya başladı. Gelirin azalmasıyla birlikte ülke ekonomisi çökme noktasına geldi, gıda sıkıntısı baş gösterdi. Ülke genelinde karneyle gıda dağıtma sistemine geçildi. Venezuela halkı son günlerde her bir çeşit gıda maddesi için ayrı bir kuyruğa girmek zorunda kalıyor; yumurta, ekmek, şeker ve un almak isteyenler, saatlerini dört ayrı kuyrukta geçirmek zorunda kalıyor.
Pakistan da petrol fiyatlarından ağır bir şekilde etkilenen bir başka ülke. Nüfusu 100 milyon civarında olan Pencab eyaletinde, günde araç başına sadece 7 litre benzin veriliyor. Bunun nedeni, ülkede benzin ve petrol akışının %50'sini sağlayan kamu iştiraki Pakistan State Oil şirketinin, petrol tedarikçilerine olan borçlarını ödeyememesi. Başkent İslamabad ve Pencab eyaletinin 14 milyonluk başkenti Lahor başta olmak üzere, ülkede 2000'e yakın petrol istasyonu satışları durdurdu. Satışlara devam eden az sayıdaki istasyonda kilometrelerce araç kuyrukları oluştu ve hayat durma noktasına geldi.
Ekonomisi büyük ölçüde petrol ve doğalgaz ihracatına bağlı olan Rusya ise resmen resesyona girdi. Ruble yabancı para birimleri karşısında süratle değer kaybetti, parası olanlar mağazalarda kuyruklara girerek fiyatlar daha fazla yükselmeden alışveriş yapmaya çalıştılar. Rusya Merkez Bankası, ülkeden döviz kaçışını engellemek için faizleri %6,5 oranında artırmak zorunda kaldı. Bu da enflasyona yol açarak, halkın alım gücünü daha da düşürecek.
Türkiye'yede ise petrol fiyatlarının düşmesi cari açığı kapatacak diye bir iyimserlik tablosu çiziliyor. Ancak bu sahte iyimserliğin altını kazıdığımız zaman, Türkiye'nin ekonomisinin her an çökmek üzere olduğu açıkça ortaya çıkıyor. Ülkede tam 3 milyon insan, borcunu ödeyemediği için yasal takipte bulunuyor. Asgari ücrete yapılan ve hükümet tarafından büyük fedakârlık olarak lanse edilen 6+6 oranındaki artış, asgari ücretin açlık sınırının üzerine çıkmasına izin vermiyor. Kimsenin cebinde para olmadığı için, iç pazar korkunç bir şekilde daralmış durumda. Suriye ve Irak'a yapılan ihracat bitme noktasına geldi. Şimdi de Türkiye'nin en önemli ekonomik partnerlerinden biri olan Rusya'nın krize girmesi, bu ülkeye yapılan ihracatı son derece olumsuz etkileyeceği gibi, turizm sektörüne de ağır bir darbe indirmesi bekleniyor.
Bu ağır ekonomik tablo, Türkiye işçi sınıfının mücadelesinin hareketlenmesine neden oldu. 2014 yılının ilk altı ayında işçi eylemler, 2013 yılının ilk altı aylık dönemine göre %51 oranında artış gösterdi. Bu eylemlerin yarısına yakın kısmı sendikasız ve taşeron işçiler tarafından örgütlendi; işçi sınıfına yönelik saldırıların artması, sendikalı işçileri de harekete geçiriyor. Son olarak Birleşik Metal-İş Sendikası'na bağlı işçiler, grev hazırlıkları yapıyor. İşçiler, 18 Ocak'ta grev yemini ederek kararlılıklarını gösterdiler.
Petrol fiyatlarına da bağlı olarak dünyada derinleşen kriz, Türkiye işçi sınıfının mücadelesinin daha da yükselmesine neden olabilir. Önümüzdeki aylar yoğun bir mücadeleye tanık olacak. Kapitalizm, bağrında barındırdığı iç çelişkiler nedeniyle, sürekli kriz üretmeye mahkûm bir sistem. Bu akıl dışı sistemi ortadan kaldırma yeteneğine sahip tek sınıf olan işçi sınıfının yükselen mücadelesine destek olabilmek için hazırlıklarımızı hızlandırmak zorundayız. Unutmamalıyız ki, gerçek özgürlük işçilerle gelecektir.
Atilla Dirim