Greta Thunberg geçtiğimiz haftalarda Amsterdam’da 70 bin kişinin katıldığı muazzam bir iklim eylemindeydi. Eyleme Filistin puşisi takarak gelen ve “Antikapitalista” sloganları atarak yürüyen Thunberg bir konuşma yapmak için sahneye çıktığında “İşgal altındaki topraklarda iklim adaleti olamaz!” sloganı attırdı ve hemen ardından müthiş bir fırtına koptu.
Thunberg’in Filistin’e destek vermiş, bununla da kalmayıp antikapitalist olduğunu açıkça sergilemiş olması bazılarını çok rahatsız ederken sosyal medyada da günlerce tartışılan bir konuya dönüştü. Kimileri onu radikal bir biçimde Filistin yanlısı olmakla suçladı, kimileri antisemitizmi yeterince kınamıyor olmakla itham etti ve bu tartışmalar iklim hareketine de sıçradı. Almanya Fridays For Future grubu, Thunberg'i hedef alan utanç verici açıklamalarda bulundu; “Greta Thunberg mevcut duruşuyla pek çok insana zarar veriyor. Bizim için önemli olan, onun Fridays for Future Almanya’yı temsil etmiyor olduğunun bilinmesidir."
Thunberg ise şöyle diyordu; “İklim adaleti hareketi olarak ezilenlerin, özgürlük ve adalet için mücadele edenlerin sesine kulak vermek zorundayız.”
İklim mücadelesi ve Filistin’in özgürlük mücadelesi farklı evrenlerde yaşanmıyor
İklim hareketinde Filistin'e destek çağrısı yapılıp yapılmaması hakkında bir tartışma başlatılması bile aslında hareketin antikapitalist unsurlarının henüz tüm bileşenler tarafından yeterince anlaşılamamış olmasının bir sonucu.
İklim adaletinden, ‘Adil Geçiş’ten bahsederken tüm bunların kapitalizmde başarılabileceğine dair boş bir umut sergilemiyor bu hareket; dünya üzerindeki en zengin ve güçlü şirketlere (fosil yakıt şirketlerine) yöneltilmiş bir meydan okumada bulunuyor. Fakat meydan okunan sadece bu şirketler değil, çünkü onlara meydan okuduğunuzda onları koruyan devletlere de meydan okumuş olursunuz. Dolayısıyla karşısında durduğunuz şey, sistemin ta kendisi oluyor.
Bu derece radikal bir duruş sergileyen iklim hareketinin Filistin’de işlenen insanlık suçlarına sessiz kalma, biraz ezilen halkın biraz da ona bu zulmü yaşatan terör devletinin yanında öyle tuhaf bir yerde konumlanma gibi saçma sapan bir tavrı olabilir mi? Filistin’in özgürleşemediği bir dünyada iklim adaletinin sağlanabilmesi mümkün mü?
Çocukları hedef almış bombaların sponsoru olmaya devam eden bir sistemden bahsetmiyormuşuz gibi, iklim mücadelesi ile Filistin’in özgürlük mücadelesi farklı evrenlerde yaşanıyormuş gibi davranacak bir iklim hareketinin bu çetin mücadeleyi kazanma şansı olabilir mi?
Tüm gücümüzle Filistin halkının yanındayız!
Neoliberal politikaların yayılmasına hizmet etmek amacıyla var edilmiş Dünya Bankası gibi bir kurum bile hazırladığı raporda şöyle diyor; iklim krizi, 2050 yılına kadar 143 milyondan fazla insanı iklim göçmeni olmaya zorlayacak – daha tarafsız raporlarda buradakinin 10 katı kadar bir nüfustan bahsedildiğini görüyoruz. Bu göçlerin ilk büyük dalgasının dünyanın en savunmasız toplumlarından çıkması bekleniyor. Bu arada, iklim göçleri, 4 milyon insanın içme suyuna, 500 milyonluk bir nüfusun da gıdaya erişimde sorun yaşadığı kabus gibi bir dünyada başlayacak. Açlığa ve susuzluğa itilen bu insanlara her yıl 200 milyon kişi eklenirken aşırı sağcı ve baskıcı rejimlerin neler yapabileceğini biliyoruz. Gıdanın ve suyun hepimize yetmeyeceğini söyleyip her şeyin sorumlusu olarak duvarların ötesindeki o insanları işaret ettiklerinde onları düşman olarak görmek gerektiği üzerine tezler de sunacaklar elbette. Tıpkı bugün Filistinlilere yaptıkları gibi…
Greta Thunberg, fosil yakıt şirketlerinin karşısına dikilmekle İsrail’in, ona destek verenlerin, aşırı sağın, ırkçıların, faşizmin karşısına dikilmenin birbirinden farklı mücadeleler olmadığını gösteriyor. Bugün tüm gücümüzle Filistin halkının yanında durmamız, Filistin özgürlüğüne kavuşana dek bu mücadeleden vazgeçmeyecek kadar kararlı olmamız gerek. Bunu başaramadığımız, gözlerimizin önünde gerçekleşen bu soykırımın dahi meşrulaştırılabildiği bir dünyada iklim adaleti talebinin ne bir yeri ne de bir karşılığı olabilir.
Tuna Emren
(Sosyalist İşçi)