İktidarın LGBTİ+ düşmanlığı

15.06.2023 - 11:47

Bir süredir hepimizin gündemi malum seçimlerdi. Herkesin Cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimlerine kanalize olduğu bir süreci geride bıraktık. 

Bu sürecin sonucu toplumun yarısını hayal kırıklığına uğrattı, mecliste aşırı sağın yükselmiş olması bazılarımızı umutsuzluğa sürükledi, var olan kutuplaşmanın bir kez daha net çizgilerle belirlenmesine sebep oldu. 

Ancak bizler seçim sonuçları ne olursa olsun, kim seçilirse seçilsin mücadele etmeyi zaten bırakmayacağımızı vurguluyorduk. 

Çünkü politika yapmayı/üretmeyi sokaktan çekip, sadece seçim vaatleri üzerinden, sandıkta kullanılacak bir oy ile şekillendirmeye yönelik eleştirilerimiz var. Haklarımızı kazanabileceğimiz yegâne yerin kitlesel olarak dolduracağımız sokaklar olduğunu biliyoruz. 

Tam da bu sebepten, çeşitli bahanelerin arkasına saklanılarak kitleleri susturmayı amaçlayan bu sokağa/alanlara inmeyi engelleme politikalarına karşıyız. 

Bir yandan bu “aman tadımız kaçmasın”cılık bahanesi ile sokaklara inişimizin önü bir şekilde tıkanıyorken bir yandan da seçim kampanyaları sırasında yaşamakta olduğumuz, İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılması, 6284 sayılı kanuna saldırılması, göçmen düşmanlığı, LGBTİ+’lara yönelik düşmanca söylemler gibi, temel haklarımıza ve varoluşumuza bizzat devlet bileşenleri ve hükümetin kendisi tarafından gerçekleştirilen saldırılarla mücadele ediyorduk.

Muhakkak hepimiz hatırlıyoruzdur ki, hem seçim süreci boyunca, hem seçimin sonrasındaki balkon konuşmasında, hem de onu izleyen süreçte LGBTİ+’lar en büyük hedef haline getirildi, çeşitli nefret söylemlerinin adresi yapıldı. Egemenlerin oluşturduğu nefret söyleminin tabana sirayet edebileceğini de biliyoruz. Nitekim yakın zamanda ODTÜ’de Onur Yürüyüşü öncesinde kampüse nefret diliyle hazırlanmış afişlerin asıldığını da gördük ki bu da şahit olduğumuz örneklerinden biriydi. 

Bu nefret dili LGBTİ+’ların daha da görünmez olmasına, kendileri için belirledikleri bazı güvenli alanlara/mekanlara sıkışmalarına, dışlanmalarına, evlerinden/işlerinden olmalarına, temel hak ve hürriyetlerinden yoksun kalmalarına neden oluyor. 

Toplumun mücadele eden ve mücadele alanlarının önünü açan kesimlerine yönelik bu saldırılar kabul edilemez. İşçiler olarak, ötekileştirilenler olarak, kadınlar, LGBTİ+’lar, göçmenler, azınlıklar, dışlananlar olarak haklarımızı ne pahasına olursa olsun, birbirimizle kol kola girerek aramaya ve sesimizi çıkarmaya devam edeceğimize hiç şüphe yok. Üstelik bu mücadeleyi, elbette ki görünürlük açısından çok önemli olan 8 Mart, Haziran Ayı, 25 Kasım gibi tarihleri de atlamadan, ama yılın herhangi bir gününü es geçmeden sürdüreceğiz. Bizler birbirimizi ve sokakları terk etmiyoruz ve bu terk etmeyişin birbirimize cesaret verdiği gibi, bazılarına da korku saldığını çok iyi biliyoruz.

Dila Ak



Bültene kayıt ol