Atilla Dirim

Atilla Dirim son yazıları

Atilla Dirim tüm yazıları

12.04.2022 - 19:41

Ermeni soykırımının 107. yıldönümü

Ermeni soykırımın başlangıç tarihi olarak kabul edilen 24 Nisan 1915’in üzerinden tam 107 yıl geçmiş olacak. Bu yüz yedi yılda hem hiçbir şeyin değişmediğini hem de çok şeyin değiştiğini söylemek mümkün. Hiçbir şey değişmedi, çünkü bir milyondan fazla insanın en vahşi şekillerde katli hâlâ inkâr ediliyor, yok sayılıyor, tersyüz ediliyor. Çok şey değişti, çünkü bütün inkâr çabalarına rağmen yaşananlar artık açıkça konuşuluyor, tartışılıyor, kitaplar yayınlanıyor. İnkâr cephesinin tüm çabalarına rağmen, şişeden çıkan cin bir daha geri dönmeyi reddediyor.

Kasabanın sırrı

1915’te sadece milyondan fazla insan katledilmedi; bu kişilerin servetlerine ve mülklerine el konuldu, Türk/Müslüman/Sünni/Erkek esasına göre kurulmaya çalışılan yeni devletin harcında kullanıldı. Bundan ötürü uzun yıllar bu konu hakkında hiç konuşulmadı; Osmanlı İmparatorluğu’nun her köşesine çeşitli şekillerde damgasını vurmuş olan Ermenilere hiç yaşamamış muamelesi yapıldı. Büyük kiliselerin neredeyse tümü camiye dönüştürüldü, Ermenilerden kalan diğer binalar da ya yıkıldı ya da başka amaçlarla kullanılarak yabancılaştırıldı. 1915, herkesin bildiği ama dile getirmediği “kasabanın sırrına” dönüştürüldü.

Cumhuriyetin kurulmasından sonra da uzun yıllar boyunca konuyla ilgili tek kelime edilmedi. Sadece Türkiye’de değil, yaşananların görgü tanığı ve suç ortağı olan Almanya’da da konu küçük çevreler dışında dile getirilmedi. 

Türkiye’nin tepkisi ise Ermenileri Osmanlı devletine ihanetle suçlamak ve “asıl onlar bizi öldürdü” demek oldu. 2000’li yıllarda mukatele adı altında “karşılıklı öldürmeler” şeklinde gerçekleşen “kötü olaylardan” söz edilmeye başlandı, savaşın neden olduğu zorunluluklar dile getirildi. 

Bu yıllarda esas olarak Hrant Dink ve çevresi tarafından yapılan çalışmalar, devleti rahatsız etmeye başladı. Konuyla ilgili Agos gazetesinin genel yayın yönetmeni olan Dink, araştırmalar yapmaya, el konulan vakıf mallarının iadesi için girişimlerde bulunmaya başladı. Dink’in özellikle Mustafa Kemal’in manevi kızı Sabiha Gökçen’in gerçekte bir Ermeni yetimi olduğunu ortaya koyması, ırkçı odaklar tarafından hedef gösterilmesine neden oldu. Hakkında “Türklüğe hakaretten” davalar açıldı, devlet yöneticileri tarafından bu tür çalışmalar yapmaması için “uyarıldı”, sonunda da 2007 yılında faşist bir tetikçi tarafından öldürüldü. Dönemin yöneticilerinin tüm vaatlerine rağmen, cinayet etraflıca aydınlatılmadı ve hâlâ öldürme emrini verenin kim olduğu bilinmiyor.

Neden rahatsız oluyorlar?

Anadolu’da yaşayan Hıristiyanların bir bütün olarak ortadan kaldırılmasının “kasabanın sırrına” dönüştürülmesinin nedeni nedir? Neden bu konuya dair yapılan çalışmalar, nasıl olup da gündelik siyasi konularda kanlı bıçaklı olan siyasi partileri birleştirebilmektedir? Burada şu soruyu sormak yerine olacaktır: 1915’te olanların bilinmesi, bundan yüz yıl önce dağ başlarında, ıssız çöllerde katledilen, bir mezarı bile olmayan insanların anılması kimi, neden rahatsız eder ki? Bu soruya cevap vermek, öyle çok da zor olmasa gerek.

1915 gerçeklerinin kabul edilmesinden rahatsız olanlar, her şeyden önce, 2015 yılında kaybettiğimiz Yaşar Kemal'in ifadesiyle, "cumhuriyetin şişirdiği keneler"den başkaları değil.  “Ötekiler düşmüşler yazıya yabana, Ermenilerin çiftliklerini, Yörüklerin kışlaklarını, ötekiler Hazine tarlalarını pay ediyorlar, bir türlü de gözleri toprağa doymuyordu. Taşkın Halil Bey, Zülfü, emekli yargıç Hüdai, Mustafa Rüştü Bey, bunların hepsi hepsi birer sahtekardı. Hepsi, Çamuroğulları, Tazıgiller, Yiğitoğulları üç beş yılın, Cumhuriyetin şişirdiği kenelerdi.”

Yaşar Kemal burada elbette birkaç yerel aileden söz ediyor. Ermenilerin yaşadıkları, olanca çıplaklığıyla ortaya çıkartıldığı takdirde, bugünün anlı şanlı kapitalist ailelerinin Ermenilerin (ve Hristiyanların) tasfiyesiyle gerçekleşen servet transferiyle zenginleşen suçlular olduğu anlaşılacak. Bundan ötürü bunlar rahatsız oluyorlar. Türkiye’nin ilk ve en önemli kapitalistlerinden Vehbi Koç’un,1980 darbesinin şefi Kenan Evren’e yazdığı mektupta yer alan “Solcu örgütlerin, Kürtlerin, Ermenilerin, birtakım politikacıların kötü niyetli teşebbüslerini devam ettirecekleri muhakkaktır, bunlara karşı uyanık olunmalı ve teşebbüsleri mutlaka engellenmelidir” ifadesi, bu konuda aydınlatıcı olacaktır.

İşçi sınıfı ve 1915

İşçi sınıfının alın terine el koyarak servetlerine servet katarken, milyonlarca insanı açlık sınırının çok altında bir asgari ücrete mahkûm edenler de Ermenilerin başına gelenleri kabul edilmesinden çok rahatsız oluyorlar, hatta bundan ölesiye korkuyorlar. Gerçeklerin ortaya çıkması durumunda bu güne dek anlattıkları "Asıl onlar bizi kesti. Geri gelirlerse burada hiç birimizi yaşatmazlar. Onlar bizim en büyük düşmanımız" yalanlarının, işçilerin damarlarına zerk ettikleri ırkçılık, milliyetçilik zehrinin artık işe yaramayacağını, ezilenlerin, yoksulların öfkesinin kendilerine yöneleceğini biliyorlar.

Bütün bunlardan ötürü, 1915’te yaşananlarının inkaıının bugün işçi sınıfının daha güzel bir dünya için harekete geçmesinin önündeki engellerin en önemlilerinden biri olduğu söylenebilir. Türkiyeli devrimcilerin bu engeli parçalayıp atması, yani “kasabanın sırrını” aydınlatması, sosyalizm mücadelesinin en önemli ve kaçınılmaz görevidir! 

Atilla Dirim

(Sosyalist İşçi)


Bültene kayıt ol