Esiyor yel, işçiden işçiden…

04.02.2022 - 16:33

AKP’li yıllarda eşine pek rastlanmayan bir işçi hareketiyle karşı karşıyayız. Hareket pıtrak gibi. Her yerde, sarsıcı ve kararlı. Üstelik kazanan bir hareketle, kazanmayı alışkanlık haline getirmek üzere olan bir işçi sınıfı tepkisiyle karşı karşıyayız. En eylemcimizin bile yetişemediği bu eylem temposunun, hareketin patlamalı gelişmesinin bir dizi nedeni var. Bu nedenlerin altını çizmek, işçi sınıfının sokakta umut yaratan eylemliliklerinin nasıl daha güçlü hale geleceğini tartışmak açısından da önemli.

Kasım ayında liranın değerinde radikal düşüş

24 Kasım’da, Türk lirasının siyasi iktidarın özel çabasıyla değersizleştirilmesinin öncesinde, yoksulluğa karşı öfke kendisini gösteriyordu. Ama liranın dolar karşısındaki sert değer kaybı, hayatımıza hızla pahalılık olarak yansıdı. Her şey birkaç günde zamlandı. Alım gücü sert bir şekilde düştü. Bu gelişmenin bir eylem dalgasına yol açmaması imkânsızdı. Ve mücadele hemen başladı.

Bakırköy belediyesi işçileri zaten grevdeydi. DİSK zaten 8 bölgede, Adana, Diyarbakır, Eskişehir, Antep, İstanbul, Ankara, Kocaeli ve Edirne’de "Geçinemiyoruz" eylemleri yapmıştı. Ankara’da ise bir hafta önce DİSK, KESK, TMMOB ve TTB yine geçinemiyoruz eylemi yapmıştı. Bu eylemlerden bir hafta önce Onur Air çalışanları, 20 aydır maaş alamadıkları için eylem yapmıştı, Dardanel işçilerinin tepkisi yükselmeye başlamıştı, işyerinde tepkilerini dile etiren işçi sayısı artmaya başlamıştı

Kasım ayının “Kara salısı”ndan dört gün önce Ege mitinginde DİSK binlerce işçiyi bir araya getirmişti. TTB ve tabip odaları, “Emek bizim, söz bizim” başlıklı eylem sürecinin beşinci haftasında eylem yaptı. TTB İstanbul’dan Ankara’ya yürüdü, beş şehirde kampanya yaptı ve yürüyüşün sonunda Ankara’da bir kaç bin kişilik forum yaptı. 

Kara Salı’nın hemen ertesinde ve sonraki günde hem sol örgütler eylemler yaptı, ODTÜ, Boğaziçi gibi okullarda, Adana, Mersin, Trabzon, Diyarbakır, Ankara, İstanbul ve İzmir gibi şehirlerde irili ufaklı gösteriler oldu; hem de DİSK hemen eylem çağrısı yaptı. DİSK’in çağrısıyla eylemlere ertesi gün de devam edildi. DİSK bir hafta sonra “Milyonlarca işçi, emekçi, emekli adına, EYT’liler, geçinemeyenler, barınamayanlar adına haykırıyoruz” diyerek eylem yaptı. 

Kadrolu, sözleşmeli, işçi, memur gibi statülere bölünmüş, 39 ayrı branştaki sağlık emekçileri hakları için harekete geçti. KESK'e bağlı SES, Kamu-Sen'e bağlı Türk Sağlık-Sen ve Türk-İş'e bağlı Sağlık-İş'in şubeleri, birçok başka sendika ve derneğin katılımıyla iş bıraktı, ortak eylem yaptı. Asgari ücret pazarlıkları kapsamında hemen her kurum basın açıklaması yaptı. 

MESS’le toplu sözleşme sırasında Türk Metal "MESS'in uzlaşmaz tutum ve yaklaşımına karşı, yasal ve meşru eylemleri ortaya koymaktan çekinmeyecektir" açıklamasını yapmak zorunda kaldı. 

Aralık ayının ilk haftasında tüm sağlık örgütleri 7 Aralık akşamı Türk Tabipleri Birliği'nin çağrısıyla toplandı. Yapılan toplantıya, Türk Dişhekimleri Birliği, Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası (KESK), Devrimci Sağlık İşçileri Sendikası (DİSK), Türk Hemşireler Derneği, Tüm Radyoloji Teknisyenleri ve Teknikerleri Derneği, Türk Psikologlar Derneği, Türk Sağlık-Sen (Kamu-Sen), Genel Sağlık-İş (Birleşik Kamu-İş), Ebeler Derneği, Hemşireler Derneği, Hemşireler ve Tüm Sağlık Profesyonelleri Sendikası temsilcileri katıldı. 

Sonunda DİSK’in İstanbul’da Kartal mitingi, KESK’in yeni bir eylem çağrısı ve TTB’nin 15 Aralık’ta grev çağrısı gerçekleşti.

Hak verilmez alınır

Bu eylem dalgasını şöyle değerlendirmeye çalışmıştım: Sağlık çalışanlarının ani hareketlenmesi, tüm emekçiler açısından önemli bir örnek oluşturuyor. Bu hareketlenmenin üç temel öğesi var: Birincisi aşağıda büyük bir kıpırdanma var ve bu kıpırdanma her türden liderliği sokağa ve harekete iteliyor. İkincisi, sorunun ortaklığı tüm sağlık çalışanlarını birleşik mücadeleye doğru iteliyor. Eş zamanlı eylem kararları, tıpkı asgari ücret konusunda uzun zamandır yan yana gelmeyen Türk-İş, DİSK ve Hak-İş’in eş zamanlı açıklamaları gibi bu aşağıdan birleşik mücadele basıncının ürünü. Üçüncüsü ise devlet yönetimini yapboz oyununa benzetenlerin büyük hatası: İşçi sınıfının haklarıyla oynamak Merkez Bankası, bakan ya da bürokratları atıp yenisini tayin etmeye benzemez. Bir gün içinde tüm sağlık personeline 1000 lira iyileştirme kararı almaları ve bunun eylem ilanlarının hemen sonrasına denk gelmesi, aşağıda biriken öfkenin bir harekete dönüşmesinin gerekli olduğunu savunanlara çok güçlü bir propaganda şansı verdi. “Direne direne kazanacağız!” sadece bir slogan değildir, hakları kazanmanın tek yoludur. İşte, direnişin daha adı anıldığında iktidar 1000’er liraları vermek zorunda kaldı.

İktidar daha sonra bu 1000 lirayı geri aldıysa da asgari ücrete yüksek bir zam yapmak zorunda kaldı. 

Özellikle, toplumda tüm adaletsizliklere ama en başta ekonomik eşitsizliğe, sert fakirleşmeye, sürekli olarak fakirlerden alınıp zenginlere kaynak yaratılmasına karşı büyük bir öfkenin birikmekte olduğu çok açıktı. Sağlık çalışanlarının harekete geçmeleri, en atak sınıf kesimini oluşturmalarının nedeni buydu. İki yıldır yaşadığımız salgının en ağır yükünü çekenler sağlık çalışanları oldu. Hem ücretler düşük, hem sağlıkta şiddet adı verilen lumpen saldırganlığa maruz kalıyorlar hem de bu yoğun çalışma temposunun karşılığı olmayan ücret ve haklara mahkum ediliyorlar. Pandemi koşullarında neredeyse gözden çıkartılmış gibi davranılan sağlık çalışanları, bu yüzden kıpır kırdı ve çok etkili eylemler yaptılar, neredeyse sonrası için bir mıntıka temizliği yaptılar.

Algılar ve gerçekler

İktidar, Aralık ayının sonunda, Kur Korumalı TL Vadeli Mevduat Hesabı adını verdiği bir hamleyle, 18 liraya bile bile çıkardığı doların 13 liraya gerilmesini sağladı. Bu büyük başarısızlıktan bir başarı hikâyesi çıkartmaya çalışan iktidar, bir haftalık bir soluklanma arası elde etti. Bu arada bazı anket firmaları, ekonomik krizin AKP’ye ağır bir darbe vuracağı fikrinin doğrulanmadığını gösterdi. PANORAMATR’ın Ocak çalışması, “Kamuoyu araştırmamızdaki veriler, iktidarın yeni ekonomi modeli çerçevesinde yöneldiği yeni strateji sonrasında bir yıldır aleyhine işleyen trendi durdurarak kısmi bir oy artışı sağlamayı başardığını gösteriyor. Bu oy artışının kararsız seçmenin bir kısmının Erdoğan’a ve AK Parti’ye geri dönüşü dolayısıyla yaşandığını düşünüyoruz. Bu artış̧ sonrasında Cumhur İttifakı yeniden Millet İttifakının önüne geçerken…”

Asgari ücrete yapılan zam, metal sektöründe asgari ücretin altında da olsa işçilerin sendika liderliklerine karşı öfkeyle harekete geçmesini de engelleyecek zamlar, ekonomide dolarizasyonda yaşanan baş döndürücü gelişmelerin durması muhalefetin üç büyük hatasıyla birleşince, iktidar karşıtı öfkenin iktidara oy veren kesimleri de peşinden sürükleyip büyük bir sosyal kıpırdanmaya yol açması engellendi.

Muhalefetin hataları

Neydi muhalefetin hataları? Her gelişmeyi seçime ertelemeleri. Ekonomik krizin faturasını krizin sorumlularına yükleyecek bir kitle eylemlerinden kaçınması. İktidarın, siyasal alanda, özellikle Kürt sorununda yerli-milli beka kaygısı anlatısıyla ördüğü sınırları aşacak hiçbir perspektifinin olmaması. Bu sadece Kürt sorununa değil, her önemli gelişmeye özetle devlet çıkarını koruyan yaklaşımın sınırlarından bakmak anlamına geldiği için, Kara Salı’nın ardından gelişen dalga es geçildi. 

İktidarın, sokak eylemlerini ve kitlesel mücadeleyi öcüleştirmesi, muhalefetin gönüllü bir şekilde kabul ettiği bir yaklaşım haline geldi. Kim bilir, muhalefetin burjuvazinin farklı programını savunan kesimleri, CHP ve İYİP, aşağıdan gelişecek öfkeli işçi hareketlerinin üzerinde her hangi bir denetimleri olamayacağından çekinmiş ve tüm gelişmeleri çantada keklik gördükleri seçimlere, seçimlerin selametini düşünerek ertelemiş olabilirler.

Kısa bir aranın ardından

İktidar, ancak insanların algısıyla oynayabilir ya da kötüye giden ekonominin, muhalefetin elinde daha da kötüye gidebileceğini anlatabilirdi. Dolar 13 liraya indiğinde, sanki doları 8 liradan yukarılara doğru zıplatan iktidar değilmiş gibi, iktidara bağlı bazı çevreler davul zurna eşliğinde kutlamalar yaptılar. Ama muhalefet ne kadar beceriksiz olsa da olan olmuştu. Gelişmeler artık böyle “numaralarla” örtülecek gibi değildi. Mızrağın çuvala sığmadığını inanmak istemeyenlerin pazara, alışverişe çıkması ya da Ocak ayında gelecek elektrik, doğalgaz faturalarını görmesi yeterli oluyordu. Asgari ücrete zam yapılmıştı ama hem bu zamlı ücretler daha alınmamıştı hem de alınsa da, para kelimenin tam anlamıyla pul, hatta puldan bile değersiz olmuştu. Kasım ayında gıda fiyatlarına yapılan zamlar, akaryakıta, elektriğe, doğalgaza, ev kiralarına yapılan zamlar o kadar aşırı boyutlara varmıştı ki yeni bir mücadele dalgasının açığa çıkmaması imkânsızdı.

Kasım ayında başlayan işyerleri ve sokak hareketliliği, OHAL döneminin demir yumruğuna karşı, sokağa çıkma hakkına yapılan bir vurgu, sokakların giriş kapısının açılması anlamına geldi. Korku duvarını aşmak için duvara tırmanmak gibi coşkusu vardı. Daha bir ay önce yaşanan bu coşku, aşırı fakirleşmeyle birleştiğinde bazı sorgulamalar çok daha hızlı yapılmaya başlandı. Öncelikle bu iktidarın fakirden alıp zengine veren bir iktidar olduğu bütünüyle netleşti. Dev ihaleler, dev şirket kârları, artan milyoner milyarder sayısıyla yoksullukta şiddetli artışın aynı anda yaşanması milyonlarca insan açısından netleşti. Özellikle, kendileri saraylardan, şatafatlı hayatlarından yoksullara yoksulluğa razı olmalarını gerekçelendirerek anlatanlar, milyonlarca insanın bilincini keskinleştirmeye başladı. Lüks otomobil sahibi tiplerin açlıkla sınanmamız gerektiğini anlatmaları özel bir işçi sınıfı bilinçlendirme yöntemi olarak tarihe kayıt düşüldü.

Bir şey daha kesinlik kazandı: Bu iktidar krizin faturasını işçilere yüklemekten bir an bile geri durmayacağı açık olan pür bir sağcılığın cisimleşmiş hali olarak davranıyordu. Hayat pahalılığı, çeşitli vergiler, işçi sınıfı ve yoksulların hiçbir sorumluluğunun olmadığı ekonomi yönetiminin tetiklediği, hızlandırdığı ekonomik krizin faturasını işçilere yükleme hamleleri olarak açığa çıktı. Halk ekmek kuyruklarında ucuza ekmek almak için karakışta kuyruklara giren insanların ezici çoğunluğu, kendilerini bu koşullara mahkûm edenlerin patronlara kaynakları nasıl aktardığını da Hazine garantili karayollarını da büyük şirketlere vergi aflarını da gayet yakından izliyorlar. 

Üstelik gelişmeler, iktidarın, işçi hareketinin, geniş kesimleri kendisine oy veren yoksul kitlelerinin radikalleşmesinden ne kadar ürktüğünü de göstermiş oldu. İnsanları sürekli olarak sokağa çıkarlarsa başlarına geleceklerle tehdit etmek, sadece korkutmakla sonuçlanmayabilir, sizin korktuğunuzu da, dolayısıyla zayıflığınızın nerede yattığını da gösterebilir. İşçi sınıfının radikalleşmesinden korkmak böyle bir radikalleşmeye dayanamayacağınızı itiraf etmek olarak da görülebilir. 

Bu yüzden, korkuyu yaymaya çalışmak için ürettikleri politik iddialar ve uydurma tezler öfkeyi yaygınlaştırdı.

Pandeminin diğer mağdurları

Salgının sağlık çalışanları kadar mağdur ettiği bir başka işçi sınıfı kesimi de kuryeler ve market çalışanları ve kargo şirketlerinin ulaştırma ve depolama alanlarında çalışan işçiler oldu. “Evde kal” çağrıları evde kalabilecek koşullara sahip olan ya da evden çalışabilecek fırsatlara sahip olanlar açısından, aynı zamanda online alışveriş patlamasının kapısını araladı. Bu yüzden, birilerinin evde kalması, başka birilerinin salgının ve vahşi kapitalist sömürünün çarklarında ağır koşullarda çalışması anlamına geldi. Sanki Getir’in, Yemeksepeti’nin, Trendyol’un ya da Amazon’un patronları çalışıp alınterlerinin karşılığını almışlar gibi bir ekonomik manzara çıktı ortaya. Bu türden şirketler pandemi döneminde aşırı büyüdüler. Onların zenginliği, bu sektörde acımasızca çalıştırdıkları işçilerden çaldıklarıydı oysa. Bu alanda büyük bir öfkenin biriktiği, Kasım ayının eylemlerine ilham verdiği çok geçmeden görülecekti. Ama devreye önce iktidarın yapmak zorunda kaldığı asgari ücret zammının yarattığı sonuç girecekti. İktidar neredeyse sistematik olarak batırdığı ekonominin işçiler açısından biraz olsun katlanılmasını sağlamak için asgari ücrete zam yaptığında, bunun çok düşük ücretlerle çalıştırılan depola-paketle-getir-götür sektöründeki emekçiler için emsal olacağını kestiremedi. Bu sektördeki emekçilerin artık bir asgari ücret örneği vardı ve acımasız patronlara, en az bu ücret zammı oranında sınır çekerek karşı çıkabilirlerdi. 

Ve olaylar, direnişe çıkan işyerlerinin kaydını tutamayacağımız kadar hızlı bir şekilde gelişti. Pandemi koşularında çalışma şartlarına karşı biriken öfke, tüm OHAL döneminin baskılarına, yasaklarına ve patronseverliğine karşı bir öfke halini alarak patladı. Trendyol işçileri, bu dalganın en önemli evresi oldu. Trendyol kuryeleri kontak kapattı, mücadele etti ve kazandı! Yüzde 11'lik sefalet zammı dayatmasına karşı kontak kapatıp mücadeleleri sonucu yüzde 38,8 zammı kazandı. 

Kuryelerin üretimden gelen gücü kontak kapatmaktır. Yemeksepeti işçileri ve Getir işçileri hemen eylemlere başladılar: “Enflasyon altında zam veremezsiniz”, “Tüm pandemi boyunca canımıza okudunuz”  ve “Sizin kârlarınız bizim ölülerimizin üzerinde yükseliyor” mesajları çok keskin bir şekilde verildi, veriliyor.

2021’de Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinin ve öğretim görevlilerinin kayyum rektöre karşı eylemlerinin önemi neyse, 2022’de de Trendyol işçilerinin eylemlerinin önemi o olacak. Bu eylemler korku duvarını aşan hareketin dönüm noktaları. Trendyol işçileri, aşağıdan örgütlenmenin, birleşik ve kararlı mücadelenin, işyeri temelli örgütlenmenin ve kazanana kadar kavga ederek mücadele edilmesinin önemini gösterdiler. Ve hızla kazandılar. Bu kazanım tarzı ve hızı bütün kargo işçileri için kontak kapatmanın, kararlı, işyeri temelli ve birleşik, tüm çalışanları kapsayarak sürdürülecek mücadelenin önemini gösterdi. Eylemler arka arkaya geldi. Eylemler başka sektörlere moral verdi. Mücadele isteği aşıladı. Ve toparlayabildiğimiz kadarıyla şöyle bir eylem yapan işyerleri ve sektörler manzarası çıktı ortaya: Trendyol, Ferplas, Yemeksepeti, Yurtiçi Kargo, Çimsataş, Oppo, BBC, TTB, Türk Metal, Kayı İnşaat işçileri, Uğur Tekstil, Özak Tekstil, Mitsuba, Carrefour, A101, Şok, Alpin Çorap, Polibak, Hepsijet, Scotty, Beks Çorap, Kızılay Maden Suyu, Banabi, Divriği Maden, Uzel, Tüvtürk, Lila Kağıt Çınartaş, Şişli Belediyesi İGA, İstanbul Finans Merkezi, Bakırköy Belediyesi, Emekliler Flomak, Sinbo, Akkuyu Nükleer Santrali, Aras Kargo, Sürat Kargo, Aksa Jeneratör, Şimşek Çorap, Erdal Çorap, Digitürk…

Yayılan eylemler bütün bu şirket çalışanlarını içine çeken bir dalga halinde. Hareket içinde çok önemli deneyler birikiyor. Farplas işçileri fabrika içine giren polislere karşı direnirken, dışarıda birikmeye başlayan işçiler, fabrikadaki işçilerin göz altına alınmasını engellemeye çalışıyorlardı ve başka fabrikalarda Farplas işçileriyle dayanışma eylemleri örgütleniyordu. Cavo Otomotiv işçileri, gözaltına alınan işçilerle dayanışmak için Farplas fabrikasına sloganlarla yürüdü: "İşçilerin birliği patronları ezecek."

Motor kornalarının özgürlük gürültüsü

Bu çok anlamlı bir dayanışma eylemi. Atılan sloganlar hem kararlığının hem de patronlara karşı biriken öfkenin bir ifadesi. Daha önceki bir tartışmada, işçi sınıfı eylemlerinin, harekete katılan ya da bu hareketi gözlemleyen tüm işçilerin, zincirlerinin farkına varmasını sağlamakla kalmadığını, zinciri kırmanın gerekli, mümkün ve zorunlu olduğunu görmelerini de sağladığını tartışmaya çalışmıştım. Gerçekten de hareket, elektrik akımına kapılan insanların etkilenmesi gibi işçilerin mücadele içinde bambaşka bir seviyeye sıçramasına yardımcı olur. Bu kadar çok işyerinde bu kadar ani eylemler, yollarda motorlu kuryelerin kornalı eylemleri, depolama merkezlerindeki kararlı sloganlar işçilerin biriken öfkesinin patladığını gösteriyor.

Aylardır en zor koşullarda depolarla tüketici arasındaki asli bağlantı durumunda olan insanlar, üretimden gelen güçlerini kullanıyorlar. Kargo işçileri, kuryeler, üretilen malların zamanında yerine ulaşmasını sağlama çabasıyla artı değer üretirler. Onların emek zamanı, bir ürünün son kullanım noktasına ulaşana kadar uğradığı kaybı azaltan, dengeleyen emektir. Bu emek gücünün ne kadar kilit bir role sahip olduğu, pandemi döneminde çok daha net göründü. Bu sadece Türkiye’ye özgü bir durum da değil, örneğin 6 milyon kurye çalışanının bulunduğu Çin’de hongbao olarak adlandırılan çalışan ve cep telefonu uygulaması üzerinden kendi kendilerine çalışan işçiler, Çin’de geçerli olan iş yasasına tabi olmadıklarını kabul etmiş oluyorlar. Hız, kuryelerde istenen temel özellik. Almanya’da Gorillas isimli şirket bisikletli kuryeler çalıştırıyor ve her hava şartında 10 dakika içerisinde müşterinin istediği market alışverişini kapısına getirme taahhüdünde bulunuyor.

İşçi haklarının ayaklar altına alındığı, örgütlenme, grev yapma, sendikalaşma hakkının kısıtlandığı Türkiye’de, tüm işçi sınıfı gibi her türlü hava koşulunda çalışmak zorunda bırakılan kuryeler ağır bir yükün altındalar. Bu patlama, bu yükün bu koşullarda taşınmasına da bir isyan aynı zamanda.

İşçi sınıfının direnişe geçen her bir kesimi diğerinde kendi sesini, kendi sloganını, kendi ızdırabını ve kendi umudunu görüyor. Gücünün farkına varıyor. Bir kurye motorunun üzerinde tek başına olabilir, ama binlerce kuryeyle birlikte ekonominin can damarını oluşturan kolektif işçi sınıfının aktif bir parçası. Kontağı hep beraber kapattıklarında Amazon’un sahibine de Migros’un sahibine de Trendyol’un sahibine de kapitalist özel mülkiyete hukuki olarak sahip olmak dışında işçi sınıfı olmadan anlamsız asalaklar olduğunu son hızla gösteriyor.

Eylemler sürüyor. İktidarın, açlık sınırının asgari ücretin altında kalmasını düzeltecek ne kaynağı, ne de böyle bir niyeti bulunuyor. Varolan kaynakları sermaye sınıfına aktarmakla meşgul olan iktidar, yoksullar sınıfının, yani işçilerin her sektörde ne kadar büyük bir öfkeyi biriktirdiğini tam olarak kavramaktan uzak. Kasım ayındaki eylemler, Ocak ayının sonundaki eylemlere ilham verdi. Bugün sayısız işyerinde süren direnişler, kazanan, kazanana kadar devam eden direnişler, çok daha büyük işçi sınıfı eylemliliklerine ilham veriyor. Bundan emin olabiliriz. İşçi sınıfının saf ekonomik görünen her mücadelesinin büyük politik bir anlama sahip olduğunu ve hızla politik talepleri savunan eylemlere dönüşebileceğini, politik talepleri yükselten kitle direnişlerinin ekonomik talepleri de sahipleneceğini görmek ve tüm hareketin her düzeyde adaletsizliğe karşı bir büyük işçi isyanına doğru büyük bir potansiyel taşıdığını görmeliyiz.

Sosyalistler, hareketin tüm öfkeli kesimlerini bir araya getirecek, emek örgütlerini bu yöne doğru itecek bir öneriye sahip olmalıdır. Eylemlere çok sonradan dahil olan ırkçı İYİP’liler, Mustafa Kemal’in askeri olmaktan gurur duyan milliyetçiler değil, antikapitalist bir sınıf mücadelesinin öncüsü olan işçileri büyük bir işçi hareketinin, bir grev dalgasının, yoksulluğun ve adaletsizliğin tüm başlıklarına karşı dev bir işçi hareketinin aktivistleri olarak ele alan sosyalistlerin direnen, örgütlenen, kendine güveni artan işçilere yardımcı olmak üzere hızla harekete geçmesi gerek.

Şenol Karakaş



Bültene kayıt ol