İktidar sinir uçlarıyla oynuyor

15.12.2021 - 15:30

Kara Salı’dan beri çok sayıda eylem örgütleniyor. 24 Kasım’dan önce başlayan ve devam eden eylemler, “Geçinemiyoruz” basın açıklamaları, sağlık çalışanlarının eylemleri, Kara Salı’dan itibaren hız kazandı, yaygınlaşmaya başladı. Kuşkusuz, henüz aşırı fakirleşmenin yarattığı öfkeyi bütünüyle yansıtan eylemler örgütlenmedi. Ama yaklaşık iki buçuk haftada gerçekleşen eylemler, toplumun derinlerinde mayalanan sınıfsal öfkenin yansımaları.

Hareket şimdi daha öfkeli, daha az korkuyor. Amaa işçi sınıfının öncülerinde, sendikal liderliklerinde hâlâ bir çekimserlik olduğunu görmek mümkün. Pandemi krizinin idare edilememesine ve pahalı bir bedel ödememize, iktidarın bu toplumun emekçilerini bile bile fakirleştirmesiyle sonuçlanan bir ekonomik yıkım eşlik ediyor. Hepimizin umudu çoktan büyük gösterilerin, genel grev dalgalarının örgütlenmesiydi.

Zincirler dövüldüğü yerde kırılmalıdır

Ama işçi sınıfının büyük bir meydan okumaya kalkışması bir çırpıda gerçekleşmiyor. İşçi sınıfının örgütlenme düzeyinin gelişmesi ve eylem kapasitesinin artması gerekiyor. Farkına varılması gereken, işçi sınıfı örgütlenmelerinin harekete geçtiğinde eylem kapasitesini tahmin edilenin çok ötesinde bir hızla geliştirdiğidir. 

Sosyalist İşçi yazarlarından Çağla Oflas’ın hatırlattığı gibi Rosa Luxemburg, “hareket edenler zincirlerinin farkına varır” diyor. İşçi sınıfı eylemleri, harekete katılan ya da bu hareketi gözlemleyen tüm işçilerin, zincirlerinin farkına varmasını sağlamaz sadece, zinciri kırmanın gerekli, mümkün ve zorunlu olduğunu da görmelerini sağlar. Hareket, elektrik akımına kapılan insanların etkilenmesi gibi işçilerin mücadele içinde bambaşka bir seviyeye sıçramasına yardımcı olur. Son iki buçuk haftanın mücadeleleri, iktidarın OHAL’le inşa ettiği korku duvarına çok daha fazla sayıda örgütün, sendikanın ve işçinin tırmanmaya başladığını gösteriyor. Bu duvar henüz aşılmadı ama eşiğe doğru geliniyor.

OHAL tehdidi

İktidar cenahından servis edilen “OHAL ilan edilebilir” açıklamaları, öfkeli kitlelerin hangi eşiğe yaklaştığını egemen sınıfların ve iktidarın bazı kesimlerinin fark ettiğini gösteriyor. Fakat, OHAL konusunda söylenecek ilk ve son söz, “aklınızdan bile geçirmeyin!” olmalıdır. 15 Temmuz darbe girişiminden sonra anlatması nispeten kolay bir OHAL ilanı vardı. 15 Temmuz gecesinin dehşeti iktidarın içinde tek adam rejiminin taşlarını döşeyeceği aşırı sağcı iklime toplumun bir kesimi açısından meşruluk kazandırıyordu.Şimdi böyle bir durum yok!

Yönetmeyi beceremedikleri ve seçim kazanmak için bir ekonomik canlanma yaratmak istedikleri için halkı bile bile fakirleştirdiler. Şimdi, yarattıkları bunalımın faturasını bir kaç haftada yüzde 40 fakirleştirdikleri halka yüklemek için OHAL sopasını kullanmak istiyorlar. Buna kimse inanmaz! OHAL tırmanan öfkeyi daha da büyütür. İnsanların kızgınlığının tüm topluma yayılmasına neden olur.

Pişkinlik

OHAL dedikoduları da dahil tüm toplumun üzerine boca edilen bir pişkinlikle karşı karşıyayız. Rejim, pişkinliğin siyaset yapma tarzına bürünmesiyle sonuçlandı. Karınları tıksırıncaya kadar doymuş insanlar, evlerinde gürül gürül kalorifer yanan insanlar, birçok kurumdan dev maaşları aynı anda alan insanlar, parasının hesabını bilmeyen insanlar, iktidara yakın olduğu için aşırı zenginleşen insanlar topluma akıl vermeye başladılar: Porsiyon küçültün, alışveriş yaparken liste yapın, minik kıyma alın, doğalgazı çok yakmayın, çok da ısınmasanız da olur. Bu yaklaşımın zirvesi, yeni ekonomi bakanı oldu. Şunu söyledi: “Sen maaş alıyorsun, en fazla neyini kaybedersin? Enflasyonun altında ezilirsin; ama ben bu iş düzelmezse, 1000 çalışanımla beraber bütün varlığımı kaybederim, bunu göze alır mıyım.” İşçileri değil sermayeyi savunan çok iktidar görmüştük ama böylesi pes dedirtiyor! 

Bu pişkinliğin nedenlerinden birisi, halktan kopuk bir iç yaşama sahip bir iktidar hiyerarşisi ve elitinin oluşmuş olması. Bolluk içinde yüzenler güruhu. Yukarıda bolluk içinde yüzdükleri için aşağıda yaşanan dramatik fakirleşmeyi görmüyorlar, görseler de ne anlama geldiğini bilmiyorlar. Gerçeklerin dünyasından kopuklar ve eski zenginlere eklenen aniden zenginleşen iktidar budalaları olarak sermaye sınıfının farklı bir bilinciyle konuşuyorlar.

Öte yandan ulaşmış olduğu konforun elinden gitmesinden korkan insanlar, sorunla ilgilenmezse sorunun da kendisiyle ilgilenmeyeceği kanaatine sahipler. Zenginlik içerisinde yüzmeye başladığında, aşağıda neler olduğu seni ilgilendirmez ve durumuna özgü bir ideoloji çıkartırsın.

Bir diğer neden ise iktidar ittifakının seçim kazanmak için toplumsal bir temele yaslanmak zorunda olması. Uzun bir süredir, özellikle seçmen kitlesinin erimesini fark ettiklerinden beri iktidar sözcüleri en geri fikirlerle, bu fikirlere açık olan kitlelere hitap ediyorlar. İktidar bu kitleyi bir arada tutmak zorunda. Seçime doğru giderken bir ekonomik toparlanma sağlayabilirse ve kendi temel kitlesini mobilize etmeyi başarabilirse kitleler içinde örgütlenme ve propaganda yapabilecek.

Sağlık çalışanları yol gösteriyor

Toplumun sinir uçlarıyla oynanmasının asli nedenlerinden birisi de iktidarın gerçeklikle hiçbir alakası olmayan bir beka kaygısını, milliyetçi hezeyanlarla harmanlayarak düşmandan kurtuluş pratiğine çevirme arzusu.

Bu kaygıyı tüm topluma mal etme arzusu, bu propagandayı yapan “kadroların” kalitesinin devreye girmesiyle bir pişkinlik politikasına evriliyor süreç. Milliyetçilik, devletçilik ve pişkinlik harmanlanıyor böylece.

Sağlık çalışanları, “Sağlık ekip işidir” diyerek çok etkileyici, birleştirici bir mücadele başlattılar. Sadece sağlık değil, direniş, yaygınlaşan direniş de bir “ekip” işidir. Bir ekip olarak işçi sınıfının bütününü harekete geçirecek bir örgütlenmeye ihtiyacımız var. Sendikalar hakkında karamsarlık yayacak fikirlere değil, sendikaları harekete geçirecek tabandan birleşik mücadeleye ihtiyacımız var. İşyeri bazlı, sektörel grevlerin, aşağıdan örgütlenmiş işyeri direnişlerinin bir büyük grev dalgasına dönüşmesi için örgütlenmeliyiz.

Sağlık çalışanları yolu açıyor.

Şenol Karakaş

(Sosyalist İşçi)



Bültene kayıt ol