İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, bir kez daha nefret söylemleri kullanarak LGBTİ+’ları hedef gösterdi. Soylu “LGBTİ'yi aile yapımızı bozmasın, çocuklarımızı ahlaksızlığa sevk etmesin diye engelledik. Ya siz her türlü sapkınlığın içinde oluyorsunuz. Biz ona girmek zorunda değiliz, biz Müslüman bir milletiz” diyerek, LGBTİ+’lara yönelik antidemokratik uygulamaların, baskıların kendi eseri olduğunu da itiraf etmiş oldu.
Baskılar ve yasaklar
İktidarın otoriterleşmesiyle birlikte uzunca bir süredir LGBTİ+’lar “sapkın” ilan edilip duruyor, aile kurumunu ortadan kaldıracakları söyleniyor, dış güçlerin “ahlaklı” ve “Müslüman” Türk toplumunu bozmak için bu “musibeti” halkın üzerine saldığı öne sürülüyor. Başta İçişleri Bakanı ve Diyanet İşleri Başkanı olmak üzere, devletin yönetici kadrolarının pek çoğunun ağzından bu sözleri duymak mümkün. Hatta Diyanet İşleri Başkanı Prof. Ali Erbaş, pandeminin başladığı günlerde “hastalıkların yaygınlaşmasını” LGBTİ+’lara bağlayarak, nefret söylemlerini bir üst boyuta taşımıştı.
Ankara Valiliği, “genel ahlaka ve sağlığa aykırı olduğu” gibi muğlak ve saçma bir gerekçeyle şehirde LGBTİ+ etkinliklerinin tümüne yasak getirmiş, bu yasak mahkeme kararlarına rağmen fiilen uygulanmaya devam etmişti. İki yıldan uzun bir süre Ankara’da LGBTİ+’ların çay partisi dahi düzenlemesi cebren engellenmişti.
Keza İstanbul’da Boğaziçi Üniversitesi’nde kayyım olarak rektörlüğe atanan Melih Bulu’ya yönelik olarak düzenlenen protesto etkinliklerinde, bir sergide açılan bir görsel bahane edilerek LGBTİ+ öğrencilere şiddet uygulanmış, bir kısmı gözaltına alınmış ve haklarında davalar açılmıştı. Üniversitedeki LGBTİ+ Kulübü de kapatılmıştı.
Yine tüm ülkede Onur Yürüyüşleri yasaklanmış, Ankara’da ODTÜ’de yürüyüş yapmak isteyen öğrenciler ve öğretim üyeleri şiddet kullanılarak gözaltına alınmış ve haklarında dava açılmıştı. İki yıldan uzun süren ve kısa bir süre önce karar duruşması yapılan dava sonucunda öğretim üyeleri ve öğrenciler beraat etmiş, polisin yürüyüşü engellemesinin ve şiddet kullanmasının, bununla ilgili bütün emir ve uygulamaların kanunsuz olduğu tespit edilmişti.
Kriz ve otoriterleşme
LGBTİ+’lar üzerindeki baskılar, aslında sınıflı toplumların ortaya çıkmasından bu yana görülüyor. Dönem dönem artan, dönem dönem azalan bu baskılar, özellikle 1950’li yıllardan sonra LGBTİ+’ların dünya çapında gökkuşağı bayrağı altında verdiği ve ağır bedeller ödediği mücadele ile oldukça geriletilmiş durumda. Şu anda dünyanın pek çok ülkesinde LGBTİ+ hakları her zamankinden de ileri; son olarak ABD seçimlerinde meclise giren açık LGBTİ+’ların sayısı tarihin en yüksek oranında, Almanya’da da tarihte ilk defa iki açık trans kadın federal meclise girmeyi başardı.
Türkiye’de de LGBTİ+’ların mücadelesi, hak ve özgürlükler konusunda oldukça büyük kazanımlar elde edilmesini sağladı. İlk LGBTİ+ derneği olan Lambdaİstanbul’un 1993 yılında büyük güçlüklerle kurulması, bugün pek çok ilde çok sayıda LGBTİ+ derneği ve örgütünün kurulmasına giden yolu açtı. Pek çok siyasi parti LGBTİ+ varlığını ve mücadelesini gündemine alıyor ve yapılan anketlerin aksine toplumun genelinde LGBTİ+ ile ilgili görüşler olumlu yönde değişiyor.
Ancak dünyanın girdiği ağır sosyal ve ekonomik krizin bir yansıması olarak, pek çok ülkede otoriter hükümetler iş başına geldi ya da mevcut iktidarlar otoriterleşme eğilimine girdi. Bunun bir sonucu olarak da LGBTİ+’lar üzerinde giderek ağırlaşan baskılar kuruldu, nefret söylemleri, hedef göstermeler hemen her gün dile getirilmeye başlandı.
Bunun en önemli sebebi, korkunç bir şekilde ağırlaşan ekonomik krizin altında inleyen işçi sınıfının dikkatlerini başka yöne çekmek. Paranın değerinin her gün azaldığı, pahalılığın altından kalkılamayacak boyutlara ulaştığı, devletin açıkladığı resmi enflasyonun dahi çift hanelerle ifade edildiği, oysa gerçek enflasyonun resmi rakamların en az iki katı olduğu, yolsuzluk iddialarının ayyuka çıktığı şu günlerde işçi sınıfının öfkesi başka bir yere kanalize edilmeye çalışılıyor.
Ne yapmalı?
Devlet temsilcileri, milyonlarca işçiyi içinde bulunduğumuz sosyal ve ekonomik krizin sorumlusunun LGBTİ+’lar olduğuna ikna etmek için büyük bir çaba gösteriyor. Ahlaksızlık, batı, yıkılan aile, din ve benzeri sayısız klişe havalarda uçuşuyor. Her gün öldürülmemek, eve kapatılmamak, köleleştirilmemek için mücadele edilen kadınlar şeytanlaştırılıyor. Bunlara ilave olarak Suriye’ye yönelik göz boyama operasyonları için tezkere kabul ediliyor.
Bütün bunlara karşı ne yapılması gerektiğini, LGBTİ+’ların ve kadınların mücadelesi gösteriyor. Bütün ağır baskılara ve şartlara rağmen LGBT+’lar ve kadınlar “biz de varız, onurlu ve özgür bir şekilde yaşamak istiyoruz” diyerek mücadele ediyor. Bu mücadelelerin içinde ve yanında yer almak, irili ufaklı diğer mücadelelerle birleştirmek, kabaran öfke dalgasının önüne çekilmeye çalışılan seti parçalamak için birleşmek ve yine birleşmek gerekir.